Türkiye siyasetine 6 Mayıs’tan bu yana kendi tabiriyle “ömrü devlette geçmiş” bir “suç örgütü lideri” yön veriyor: Sedat Peker.
Peker’in kendisiyle böbürlenmeyi sevdiği anlaşılıyor ama, “ömrünün devlette geçtiği”ni söylerken o kadar abartıyor sayılmaz. 49 yaşındaki Peker’in 25 yıl önce 'devlette bıraktığı ayak izleri' 'Susurluk Raporu'ndan çıkıp bugüne kadar uzanıyor.
3 Kasım 1996’da bir kamyonun altına giren Mercedes’te olağan koşullarda bir arada yolculuk yapmaları düşünülemeyecek üç kişi ölmüş, biri ağır yaralanmıştı. Ölenler, Bahçeli’nin ülküdaşı, devrimci katili Abdullah Çatlı, olağan koşullarda işi onu yakalamak olması gereken İstanbul Emniyet Müdür yardımcısı Hüseyin Kocadağ, ve güzellik kraliçesi Gonca Us’tu. Yaralı kurtulan Sedat Bucak ise Şanlıurfalı bir Kürt aşiret mensubu, iktidardaki koalisyon ortağı DYP’nin Şanlıurfa milletvekiliydi. Çatlı’nın üzerinden İçişleri Bakanı Mehmet Ağar imzalı başka bir ada çıkarılmış sahici bir pasaport da bulunmuştu.
Bu insanların İçişleri Bakanı’nın himayesinde bir 'suç örgütü'nde bir araya gelmelerine karşı toplum, 'Sürekli Aydınlık' çağrısıyla ayağa kalktı. DYP-ANAP koalisyonunun Başbakanı Mesut Yılmaz, 9 ay sonra Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ı, 'skandal'ı araştırmakla görevlendirmek zorunda kaldı. Kazadan 14 ay sonra gelen rapor “malumu ilam”ın ötesine geçmese de kamuoyundaki yaygın kanaati belgeliyor ve olan biteni kayıt altına alıyordu. Savaş’ın örtük anlatımı eşyayı adıyla çağırmaktan kaçınıyordu ama örtük ifadelerinden arındırıldığında şöyle diyordu:
"Devlet, Kürt isyanını bastırmak için nihai çözüme yöneldi. Kamuda ve sermaye sahipleri arasında isyanla bağlantılı saydığı unsurları yok etmeye karar verdi. Bu, cinayet, sabotaj, suikast, kundaklama, insan kaçırma vb. “suçların” işlenmesini şart koşuyordu. 'Devlet', 'örgütlü suç'u yardıma çağırdı. Katillere, haydutlara, öldürme, çalma, çırpma, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapma yetkisi verdi. Onlar da ellerine geçen yetkiyi, 'devlet' için değil, servet ve iktidar için kullandılar. İhalelere fesat karıştırdılar, gereksiz cinayetler işlediler, sınır ötesine taşan ağlar içinde bir habis ura dönüştüler."
Sedat Peker adı ilk kez bu raporda "Kumarhaneler Kralı" Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesi öncesindeki telefon trafiğinde görünüyordu. Veli Küçük, Sami Hoştan, Abdullah Çatlı, Hadi Özcan ve… evet bildiniz Yeşil ile aynı ağ içinde kayıtlara geçmişti.Bu ağın ve başka ağların birbirine bağlandığı şebekenin başında da elbette… gene bildiniz Mehmet Ağar vardı.
Peker'in videolarının asıl önemi güncelliğinin ötesinde, Ağar’ın şahsında “devletin devamlılığı”na tuttuğu bu ışıkta. Geçen 25 yılda siyasal alan bir başbakanlar mezarlığına döndü. Ordu, istihbarat, medya, sermaye, bürokrasi ve akademinin bütün namlı yıldızları çöp oldu ama, “örgütlü suç” devletteki devamlılığıyla bir istikrar anıtı gibi parıldıyor: Susurluk kadrosu, ölümler dışında, Mehmet Ağar himayesinde çalışmaya devam ediyor.
Bu devamlılığın tılsımını Kutlu Savaş “Susurluk Raporu”nun, Behçet Cantürk’ün öldürülmesini değerlendirdiği bölümünde açıkça anlatıyro: “Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen Devlet, Cantürk'le baş edememiştir.” diyor Savaş: “Yasal yollar yetmemiş -buraya dikkat- neticede ‘Özgür Gündem’ gazetesi plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken adı geçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir." Böylece "PKK finansörü iş adamlarının elde olan listesi"nden bir kişi eksilmiştir. Bu uygulama tüm dünya ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama (cümle sayın Başbakan'a ters gelse de) Hukuk Devleti kuralları içinde bu tip kararlar alınacak ve Devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır.”
Özetle, “Türk Emniyet Teşkilatı” öyle takdir ederse", diyor Savaş, "usulü dairesinde olmak üzere insanların öldürülmesini kararlaştırır ve infaz eder. Gerekirse işi taşerona verir ve kimse de bir şey diyemez.” Sedat Peker, işte bu devlet anlayışı ve işleyişinin canlı bir örneği olarak devletini anlatıyor aslında. Bir devlet taşeronu olarak işlediği suçları ifşa edişini dudak bükerek küçümsemek ve ifşaatını yersiz bir gururla bir “Mafya” mensubunun sayıklamaları olarak bir kenara atmak, gerçekten özgürlük, demokrasi ve barış siyasi mücadele sürdürenlerin harcı olamaz.
Devletin lağımlarından Peker üzerinden taşanlar, hep orada olduğunu bildiğimiz ve sezdiğimiz hakikatin bir bölümü sadece. Uğur Mumcu’nun, Kutlu Adalı’nın, Musa Anter’in, Behçet Cantürk’ün katlinde Mehmet Ağar’ın elinin olduğu hangimiz için sırdı? Ama şimdi bu suçlar, hangi nedenle olursa olsun, bir tanık tarafından doğrulanıyor ve rejim de gözüne fener tutulmuş bir tavşan gibi kalakalıyorsa söz sırası topluma gelmiş demektir.
Bu rejim daha kurulurken kendisini “suç”un bir fonksiyonu olarak nitelememiş miydi? Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ebesi Bahçeli rejimin suçtan doğuşunu şöyle haber vermemiş miydi: "Anayasaya göre Cumhurbaşkanı olarak, her gün suç işliyorsun. Ya suç işlemekten vaz geç ya da Anayasayı senin suçuna uyduralım." Uydu işte. Şimdi, suçtan doğmuş, aradaki bütün dolayımlar kalkarak suçun bizzat devlet haline geldiği rejimin, halka vermesi gereken bir hesap var.
Bugün devlette suçun devamlılığı bahsinde “Susurluk” günlerinden bir adım ileride değiliz. Devlet Kürtlerin özgürlük, toplumun demokrasi talebini bastırmak için “örgütlü suçla bir yastıkta kocamayı" gözümüzün içine baka baka toplumu “bir suçlular ittifakı” eliyle yönetmeyi kendisine hak gördükçe, devletin kendi şiddetinden doğup sokağa taşan bu lağım, hep hayatımızın içinden akıp gitmeye devam edecek. Buna layık mıyız gerçekten?
Artı Gerçek / 24.05.21