Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın baş döndüren U dönüşleri basitçe politikalarındaki tökezlemelere indirgendiğinde siyasi sezgilerinin ona kazandırdığı manevra yeteneği göz ardı ediliyor. Bölgedeki normalleşme trendinin dışında kaldığında maliyetlerin çok yükseleceğini fark ettiği için Abu Dabi, Riyad, Tel Aviv ve Kahire’den sonra Şam’la düşmanlık sayfasını çevirmeye çalışıyor. Rusya lideri Vladimir Putin de Astana platformu kurulduğundan beri Şam’la yeni başlangıç için Erdoğan’ı yoğururken “teşvik” sepetine ustaca ürünler ekliyor.
Ancak Şam-Ankara barışı için tren istasyondan ayrılsa da süreci rayından çıkartacak zorluklar yerli yerinde duruyor. Erdoğan’ın bu normalleşmeden gerçekte ne beklediği, Şam’ın ön koşullarını yerine getirmede ne kadar samimi olduğu, Suriyeli muhalif güçlerin fişini çekme ya da bunları son ana kadar pazarlık kozu olarak kullanma konusunda nasıl bir yol izleyeceği, sınırlara yaslanan cihatçı bakiyenin arz ettiği tehlikeleri ne denli ciddiye aldığı ya da ABD’nin itirazları ve yaptırımlarını aşmada ne kadar kararlılık göstereceği bilinmiyor.
Türk kamuoyunun sığınmacıların dönüşünü kolaylaştıracak şekilde bir normalleşmeyi verdiği yüzde 59 oranındaki destek dikkate alındığında buzların kırılması dahi Erdoğan’ın sandıkta işine yarayabilir. En azından Erdoğan, Şam’la barışı seçim vaadine dönüştüren muhalefetin elinden önemli bir kozu almış oluyor. Fakat Erdoğan normalleşmeyi sadece seçim yatırımı olarak mı satın alıyor yoksa geri dönüşü olmayan bir tercihte mi bulunuyor? Bu noktadaki belirsizlik Şam’daki güvensizliğin de kaynağı.
Eğer bütün mesele seçimi kurtarmaksa Suriye devletinin elindeki güzergâhlardan biri olan Yayladağı-Kesep Sınır Kapısı’nı açmak, birkaç kafile sığınmacının evlerine dönmesini organize etmek, Adana Mutabakatı’nı yenilemek üzere müzakerelere başlamak, bunu 30 kilometre derinliğinde güvenli şeridi Suriye-Türkiye ortaklığı ile kurma planı olarak sunmak, Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) bulunduğu alanlara hükümet güçlerinin intikalini hızlandırmak, muhalif güçlerden “kontrol edilebilir” unsurları yeni duruma adapte etmek, göstermelik de olsa askeri birliklerden bir kısmını çekmek ve yeniden inşa sürecine dair detaya girmeden taahhütler sunmak yeterli olabilir. Erdoğan açısından normalleşmede havuç kısmının yeniden inşa sürecine katılım olduğu düşünülürse seçimden sonra da süreci ilerletme kararlılığı beklenebilir.
Elbette Suriye lideri Beşşar el Esad da kendi U dönüşünü temellendirebileceği sonuçlara odaklanmak durumunda. 12 Ocak’ta Şam’da ağırladığı Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentiyev'e dediği gibi “görüşmelerin verimli olması ve Şam'ın beklediği somut hedeflere ulaşılması için atılacak adımların önceden Rusya ve Suriye arasında koordine edilmesi gerekiyor.”
Esad bu görüşmede işgalin sona ermesi ve silahlı gruplara desteğin kesilmesi ön şartını tekrarlıyor. Bunlar süreci rayından çıkartabilecek iki temel mesele. Yine de Esad’a, Erdoğan’ın sözlerinden ziyade Putin’in garantörlüğüne bel bağlayarak değişim beklentisine yatmak mantıklı gelebilir. Bunun için yeni değerlendirmelere ihtiyaç var. Müzakereye şans vermek için akla gelen birkaç gerekçe şöyle sıralanabilir:
Esad’ın Astana süreciyle birlikte Erdoğan’ın çizgisini peyderpey aşındıran Putin’in izlediği stratejiyi sabote etme lüksü yok. Rus stratejisi normalleşmeyi temel bir hedef olarak belirlemiş durumda.
Türkiye’nin Rusya’nın oyununa ortak olması Şam kırsalı, Doğu Halep, Kuneytra, Hama ve Humus cephelerinin Şam lehine kapanmasını sağladı. Buna mukabil Türkiye’nin sahada artan kontrolü, geri kalan bölgelerin merkezin kontrolüne geçmesini önleyen bir bariyere dönüştü. Bu bariyerin yıkılması Şam-Ankara normalleşmesine bağlı.
Türkiye fişi çektiği takdirde İdlib ve diğer bölgelerdeki silahlı muhalif unsurların tutunma şansı kalmayacak. Daha da önemlisi bu gruplar kendilerini besleyen Türkiye’nin sorunu haline gelecek.
Ekonomik olarak felç olan Suriye’nin toparlanması, Türkiye gibi güçlü bir komşunun sürece dâhil olmasıyla mümkün olabilir. Ukrayna karşısında Rusya’ya nefes borusu olan Türkiye benzer bir misyonu Suriye için yerine getirebilir. Tabii bunun için Erdoğan’ın “Türkiye İran’ı geriletebilir”, “Şam’ın siyasi tutumunu etkileyebilir", “İsrail-Suriye barışı için yeniden arabulucu olabilir” gibi argümanlarla Washington’ı yumuşatması gerekiyor.
Ankara ile olası bir güvenlik anlaşması, ABD ile ortaklık kuran Kürtlere Şam’a teslim olmaktan başka bir seçenek bırakmayabilir.
Türkiye-Suriye uzlaşması ABD’nin de bölgeden çekilmesine yol açabilir.
ABD’nin aradan çekilmesi, Amerikan garantörlüğü ile SDG’ye katılmış olan Arap aşiretlerin saf değiştirmesini kolaylaştırır.
Beri tarafta Esad yönetimini uçurumun kenarından alan Rusya’yı dengeleyecek, İran’ı sınırlandıracak ve böylece Suriye’de siyasetin ipotek altına girmesini önleyecek alternatif ortaklıklara Şam’ın da ihtiyacı var. Türkiye ile karşılıklı ve güven veren yeni bir sayfa bu işlevi görebilir.
Fakat sürecin önünü açacak olumlu değerlendirmeler yol üzerindeki mayınları etkisiz hâle getirmeye yetmiyor.
Evvela Şam’ın en temel talebini “Ülkede her şey yoluna girdiği zaman buraları Suriye'ye devredeceğiz” sözleriyle geçiştiren yaklaşım ve Erdoğan’ın kestirilemeyen pragmatizmi güvenin inşa edilmesini önlüyor.
Şam da Ankara’nın istediği tarzda SDG-YPG’yi terör örgütü muamelesi yapma teklifine yanaşmıyor.
30 kilometre derinliğinde güvenli bölgenin ya Türkiye’nin eliyle ya da yeniden formüle edilecek Adana Mutabakatı çerçevesinde Türkiye-Suriye ortaklığında kurulması yönündeki ısrar da istasyondan kalkan barış treninin çarpacağı bir diğer mayın olarak duruyor. Erdoğan, Esad’a uzattığı elin havada bırakılmamasını temenni ederken bile "30 kilometre derinliğindeki güvenlik hattımızdaki boşlukları kapatacak yeni adımlar atacağız” diyor.
“Güvensizlik ne tür geri adımlarla giderilebilir” diye kafa yorarken Erdoğan’ın danışmanlarından biri sığınmacıların güvenli dönüşü için Halep’in kontrolünün Türkiye’ye verilmesi yönünde sahanın yeni gerçekliğinden tamamen kopmuş bir öneriyle suyu bulandırdı.
Moskova’daki savunma bakanları arasındaki ilk buluşmada Türkiye’nin Suriye’den tamamen çekilmeyi, M-4 yolunun açılmasını ve ortak komitelerin kurulmasını kabul ettiğine dair Al Vatan gazetesinin haberi hala teyit edilmeyi bekliyor.
Son olarak, Ankara himaye ettiği silahlı-silahsız muhalif güçleri BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı gereğince siyasi geçişle Şam’a taşıma hedefini tekrarlayıp duruyor ki bunun kredisini çoktan tüketmiş bir iddia olduğu ortada. Bunun farkında olan muhalifler Türkiye’yi etkilemeye dönük gösteriler düzenlerken Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) de hükümet güçlerinin mevzilerine saldırıları artırarak umutsuz milisleri saflarına çekmeye çalışıyor.
Velhasıl Esad’ın inatçılığı ve Erdoğan’ın hesapçılığı dikkate alındığında tarafları iniş çıkışlı bir süreç bekliyor. Buna Moskova’da üçlü dışişleri bakanları buluşmasından önce 17-18 Ocak’ta Washington’ı ziyaret edecek olan Çavuşoğlu’nu dinlemeye hazırlanan Amerikan yönetiminin caydırıcılığını da eklemek gerekebilir
Al-Monitor / 15.01.23