Salgın günlerinde asgari ücret gerçekleri – Erinç Yeldan

Asgari ücret, işçi ve ailesinin günün ekonomik ve sosyal koşullarına göre insanca yaşamasını mümkün kılacak, insanlık onuruyla bağdaşacak, bilimsel objektif yöntemler ve güvenilir verilerle tespit edilen taban ücreti olmalıdır. Asgari ücret bir pazarlık ücreti değildir.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 09 Aralık 2020
  • 08:45

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2021 yılı asgari ücret belirleme çalışmalarına başladı ve “Asgari ücretin düzeyi ne olmalıdır?” tartışmaları gündemimize oturdu. Öncelikle vurgulayalım, asgari ücret sadece bir aritmetik hesaplama meselesinden ibaret, teknik bir konu değildir. Asgari ücretin niteliğini ve kavramın özünü net olarak vurgulamak için, üç işçi konfederasyonunun -Türk-İş, DİSK ve Hak-İş- 20 Aralık 2019 tarihinde ortaklaşa yayımladıkları basın açıklamasından anımsarsak

“Asgari ücret, işçi ve ailesinin günün ekonomik ve sosyal koşullarına göre insanca yaşamasını mümkün kılacak, insanlık onuruyla bağdaşacak bir ücrettir. Bu yönüyle asgari ücret, insanın yaşaması ve varlığını sürdürmesi için gerekli gelir kaynağıdır.”

Çok daha net bir ifadeyle, “asgari ücretin amacı, emekçinin aşırı düşük ücretlere karşı korunmasıdır”.

Dolayısıyla, soruna bu açıdan bakarsak, AKP ekonomi idaresi ve sermaye kesiminin sözcüleri tarafından öne sürüldüğü üzere, asgari ücretin Türkiye’nin dışsatım pazarlarında rekabetçiliğini törpüleyeceği ya da içinde bulunduğumuz iktisadi kriz koşullarını ağırlaştıracağı gerekçesiyle daha düşük düzeylere çekilmesi gerektiği savları hem gerçekdışı, hem de ulusal ve uluslararası sözleşmelerde belirlendiği biçimde kavramın özüne aykırıdır. Gerçekdışıdır, zira Türkiye’de asgari ücretin düzeyi yirmi altı Avrupa ülkesi ve ABD ile karşılaştırıldığında (Sırbistan, Bulgaristan ve Arnavutluk’tan sonra) sondan dördüncü sırada yer almaktadır.

Kaldı ki Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik ve sosyal krizin ana nedeni asgari ücretin ya da genel olarak ortalama ücret düzeyinin yüksek olması değil, bizzat AKP ekonomi idaresi tarafından uygulanmakta olan, ulusal ve uluslararası finans şebekesi tarafından da coşkuyla desteklenen spekülatif-yönlü, rantiyer tipi ahbap çavuş kapitalizmine dayalı çarpık, dışa bağımlı büyüme stratejisidir. Türkiye’yi sıcak para akımlarına bağımlı kılan ve ulusal ekonomimizi bir ithalat cennetine çevirmeyi amaçlayan bu tercih sonucunda, Türkiye dışarıdan sermaye girişleri olduğunda büyüyebilen, aksi durumda krize sürüklenen bir ekonomiye dönüştürülmüştür.

***

DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından hazırlanan ve hafta başında açıklanan “Salgın Günlerinde Asgari Ücret Gerçeği Araştırması” Türkiye’de asgari ücretin, toplam ortalama ücret düzeyini doğrudan belirleyen bir sınıra dönüştüğünü belgelemekte ve ulusal işgücü piyasalarının çarpık ve parçalı yapısını bir kez daha gözler önüne sermektedir. DİSK’in araştırma raporu bulgularına göre, 19 milyon 536 bine ulaşan toplam ücretlinin yüzde 17.1’i asgari ücretin altında; yüzde 38.3’ü asgari ücret ve asgari ücretin altında ücret geliri elde etmektedir. Çalışanların neredeyse yüzde 40’ı asgari ücret ve altında çalışırken; yaklaşık beşte birinin ise asgari ücretin iki katından daha fazla (2.945 TL ve üstü) ücret ile çalışıyor olması, Türkiye’nin gelir eşitsizliği sorununun ücretli kesim arasındaki uzantılarını ifade etmektedir.

Ücret eşitsizliği salt ortalamalar düzeyinde değil, cinsiyet bazında da yaşanmaktadır. DİSK’in araştırma raporu, 5.9 milyon kadın emekçinin yarısının asgari ücret ve altında ücret almakta olduğunu; bu oranın özel sektörde yüzde 68.8’e fırladığını belgelemektedir. Kadın emeği aleyhine süregelen ücret farklılaşması tüm işgücü piyasasında yaygındır. Rapora göre ortalama ücret ve maaşların asgari ücrete oranı, erkeklerde 1.49 iken, kadınlarda bu oran 1.24 düzeyinde kalmaktadır. Bu oranların, 2006’da sırasıyla, erkekler için 2.03, kadınlar için ise 1.81 olarak hesaplandığını ayrıca vurgulayalım. Dolayısıyla, Türkiye son 15 seneyi, giderek daha da yoğunlaşan biçimde, bir asgari ücretliler toplumu olarak geçirmiştir.

***

Son söz olarak, yasanın özünü bir kez daha anımsayalım: 4857 sayılı İş Yasası çerçevesinde asgari ücret, “işçilere normal bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılanmasına yetecek ücret” olarak tanımlanmaktadır.

Dolayısıyla, asgari ücret, işçi ve ailesinin günün ekonomik ve sosyal koşullarına göre insanca yaşamasını mümkün kılacak, insanlık onuruyla bağdaşacak, bilimsel objektif yöntemler ve güvenilir verilerle tespit edilen taban ücreti olmalıdır. Asgari ücret bir pazarlık ücreti değildir.

Cumhuriyet / 09.12.20