Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın Moskova şubesinin müdürü Dmitriy Trenin, Vedomosti gazetesi için kaleme aldığı makalede Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 20 yıllık iç ve dış politikasını yorumladı. Yazara göre Putin’in 1999’dan bu yana iki amacı vardı: Rusya’nın bütünlüğü korumak ve ülkeyi bir ‘süper güç’ haline getirmek.
Trenin’e göre, ilk amaca ‘Rusya’ya özgü’ bir otoriter sistem kurarak ulaşıldı. Ne var ki, ‘1990’ların siyasi karmaşasının’ yerini, ‘ülkenin zenginliklerini kendi çıkarları için değerlendiren seçkinleri doyuran bir rejim’ aldı ve bu rejim ‘hakiki bir devlet olamadı’. Trenin, “Bu durum şimdiki rejimin uzun sürmeyeceğinin belirtisi. Üstelik vatandaşların gelişen sivil bilinci, ülkeye çalkantılı bir gelecek vaat ediyor” ifadelerini kullandı. Yazarın yorumuna göre, Putin’in Rusya’sı bununla birlikte petrol fiyatının artışıyla yabancı ülkelere mali bağımlılıktan kurtularak ‘tam egemenlik’ elde etti, ordusunu geliştirdi ve modern silahlarla donattı.
Trenin, dış politikaya daha çok ilgi duyan Putin’in uluslararası arenaya odaklandığını ancak Amerikan liderliğini kabul etmeyen Rusya’nın ABD odaklı dünya sisteminde ‘otonom bir statü’ elde edemediğini ve Avrasya’da da güç merkezi konumuna gelemediğini iddia etti. Yazara göre bunun sebebi, eski Sovyet cumhuriyetlerinin Moskova’nın tek lider konumunu tanımaması. Dolayısıyla süper güç olmak, ‘egemen ve yalnız Rusya’nın tek seçeneği haline geldi’. Trenin, Rusya’nın yürüttüğü ‘dinamik ve dengeli’ politikanın özellikle Suriye’de kendisini ispatladığını, İran ve İsrail gibi ‘kızgın düşmanlar’ dahil herkesle yapıcı ilişki kurabilen, ideolojiyi bir kenara bırakan ve sadece kendi çıkarlarını savunan Moskova’nın, SSCB zamanından sonra bölgede ciddi bir güç olarak algılanmaya başladığını yazdı.
Ne var ki, ‘Büyük Avrasya doktrini’, Rusya’nın Avrupa ile ilişkilerini zedeledi. Yazar bu durumun sebepleri arasında Ukrayna krizini, politik ve sivil değerler konusundaki anlaşmazlıkları ve Avrupa ülkelerinde geleneksel partilere meydan okuyan siyasi partilere verilen desteği gösterdi. Yazarın analizine göre, Asya’da ise Hindistan’la arasını bir türlü düzeltememesi ve Japonya’yla ilişkilerinin çıkmaza girmesi, Rusya’nın Çin’e bağımlılığını artırdı. Buna göre, ABD’nin küresel hegemonyasını kırma çabaları da Rusya’ya büyük zarar getirdi. Trenin, ‘ABD’ye kafa tutmanın kendi pozisyonunu güçlendirmek değil, yeni sorunlar yaratmak olduğu’ yorumunu yaptı. Yazar bu noktada, Putin’in defalarca “ABD’yle ihtilafa girmeyeceğiz” demesine rağmen de iki ülke arasındaki ihtilafın fiilen beş yıldır sürdüğünü hatırlattı, ‘Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılışının Rusya’yı zayıflattığını’ belirtti. Buna göre, ‘eski kardeşler’le gerilim Rusya’yı olumsuz etkileyerek bu süreci hızlandırdı; Ukrayna politikası da Moskova’yı yeniden ‘Batı’nın daimi düşmanı’ olarak konumlandırdı. Trenin makalesinin sonunda, Yazıyı “Putin’in çağı daha bitmedi, nihai sonuçları hâlâ belirsiz” ifadeleriyle sonlandırdı.
“Erdoğan Kırım’ın Rusya’ya bağlı olmasını istemiyor”
Voyennoye Obozreniye haber sitesinin yazarlarından İlya Polonskiy, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ile ortak basın toplantısında kullandığı ‘Kırım işgali’ ifadelerine ‘Rusya’nın nasıl karşılık verebileceği’ konusunu irdeledi. Yazara göre Erdoğan tarafından yapılan bu açıklama, ‘Türkiye’nin Rusya açısından müttefik, hatta tarafsız ortak bile olmadığını’ gösterdi. ‘Çağdaş Türkiye’nin aktif ve hırslı bir ülke olduğu’ yorumu yapan Polonskiy, Ankara’nın Karadeniz’de özel bir rol talep ettiğini ve ‘bu bölgeyi geçmişte Rusya’ya kaybettiğini unutamadığını’ iddia etti. Yazar, “İki ülkenin stratejik çıkarları çok farklı. Erdoğan’ın ABD ile AB’den bağımsız olduğunu göstermesi işimize geliyor, o kadar. Bunun dışında hep çelişkiler var” ifadelerini kullandı. Yazar, Türkiye’nin Türkçe konuşulan yerlerde manevi ve ideolojik liderlik konumuna talip olduğunu, SSCB’nin dağılması sonrası Türki bölgelere çok sayıda misyoner gönderdiğini öne sürerek, ‘Erdoğan’ın, Kırım’ın bağımsız olmasa bile Ankara’nın isteklerine uyan zayıf bir ülkeye ait olmasını istediğini’, Ukrayna’nın da bu açıdan ‘aranan ülke’ olduğunu iddia etti.
Polonskiy, Rusya’nın ‘Erdoğan’ın hamlelerine karşılık verebileceğini ve hatta vermesi gerektiğini’ savundu. ‘Türkiye’nin, Rusya’da aranan aşırıcı liderleri barındırdığını’ öne süren yazar, Rusya’nın da “PKK liderleriyle müzakere yapabileceği, ‘Türkiye Kürdistanı’ndaki gelişmeleri ele alabileceği” gibi bir çıkış yaptı. Yazar, “Bundan başka da imkanlarımız var” ifadelerini kullandı. Polonskiy yazısına, “Türkiye er ya da geç küresel politikasında yerini belirlemek zorunda olacak. Eğer Amerikan piyonu konumundan gerçekten çıkmak ve komşularla ilişkilerini geliştirmek istiyorsa, Rusya karşıtı söyleminden vazgeçmeli” cümleleriyle nokta koydu.
“Astana ittifakının geleceği belirsiz”
Pravda.ru sitesi, uzmanların Ortadoğu’da bazı gelişmeleri değerlendirdiği bir habere yer verdi. Rusya Diplomatlar Derneği Başkan Yardımcısı Andrey Baklanov, Moskova-Ankara-Tehran ekseninin mevcut koşullardan kaynaklandığını ve BM dahil uluslararası kurumların bölgede başarısız kalmaları nedeniyle ortaya çıktığını söyledi. Baklanov’a göre, üçlü eksen koşulların değişmesiyle lağvedilebilir ama aynı zamanda, yeni bir karakter kazanarak daha sabit bir ittifaka da dönüşebilir. Akademisyen İkbal Dürre ise Türkiye’nin bölgede oynadığı role ilişkin yorumunda, ‘Ankara’nın Suriye’de Kürt hareketini bastırmayı hedeflediğini’ savundu. Dürre’ye göre, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne benzer bir oluşumun Suriye’de de ortaya çıkması Türkiye Kürtlerine ilham verecek; dolayısıyla, Kürtlerin ABD’yle beraber Suriye’de tesis etmeye çalıştığı otonomiyi engellemek Ankara’nın bölgede önde gelen maksadı…