TC Merkez Bankası, yeni başkanının idaresinde toplanan ilk Para Kurulu toplantısında uygulamakta olduğu bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını (politika faizi) yüzde 4.25 düşürerek, yüzde 24’ten 19.75’e indirdi. Bu kararla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP ekonomi idaresinin uzun zamandır sürdürdüğü “enflasyonun nedeni yüksek faizdir” inancına bağlı tartışmalar yeniden ekonomi gündemimize yerleşti. Bu yazımda bu dogmatik savın tutarsızlığını sizlerle paylaşmak arzusundayım.
Paranın fiyatı
İktisada Giriş derslerinde bir ulusal paranın değerini üç biçimde tanımlamaktayız: (1) faiz oranı, (2) ulusal paranın (burada Türk Lirası’nın) dövizler karşısındaki değişim değeri, ve (3) enflasyon oranının tersi. Para piyasasının “dengesi” bu üç tanımın uyumlu olmasından geçmektedir. Paranın değerini veren bu tanımlar arasındaki herhangi bir tutarsızlık, para piyasasında dengenin yitirilmesine ve bu dengesizliğin reel ekonomi kesimine de sıçramasına neden olacaktır. Paranın bu üç tanımı arasındaki iktisadi ilişkileri herhangi bir “neden-sebep- sonuç” ilişkisine bağlamak, ancak iktisat biliminin ve dünya ekonomisinin gerçeklerinin sınırlarını zorlama pahasına kurgulanabilir.
“Yüksek faizin kredi maliyetlerini yükselttiği” ve dolayısıyla, “enflasyonu artırdığı” yolundaki savlar, ancak dış dünyaya kapalı bir ekonomi için, son derece dar varsayımlar altında ve geçici olarak kurgulanabilir. Türkiye’de ve sermaye hareketlerinin serbest kılındığı mevcut dışa açık ekonomikoşullarında böylesi bir savı savunmak mümkün değildir.
Zira, AKP’nin ilk dönem iktidarları altında sıklıkla gördüğümüz üzere, ulusal para piyasalarında faizlerin yüksek olduğu bir durumda iktisadi birimlerin yurtdışından daha ucuz faiz ile kredi borçlanmasının önünde herhangi bir engel yoktur. (Tabii ki kuramsal olarak. Buna aşağıdaki satırlarda geleceğim.)
Türkiye’de ise üretim maliyetlerini ve dolayısıyla enflasyonu artıran ana unsur faizler değil, üretimde girdi olarak kullanılan malların fiyatlarındaki artışlardır. Örneğin, TÜİK verilerine göre yıllık fiyatlar “madencilik ve taşocakçılığında” yüzde 26.72, “imalat sanayi sektörlerinde” yüzde 31.20, “elektrik ve gaz” faaliyetlerinde ise yüzde 58.98’e fırlamış; bu durum tüketici fiyatlarındaki artışı da dirençli ve yapışkan hale dönüştürmüştür.
Üretim maliyetlerinde gözlenen bu baskı, enflasyonun aslında sadece “parasal” bir meseleden ibaret olmadığını ve ulusal ekonomideki yapısal dengesizliğin doğrudan bir tezahürü olarak değerlendirmek gerektiğini göstermektedir.
Söz konusu yapısal dengesizlik ise AKP’nin de bizzat yürütücüsü olduğu dışa bağımlı sanayi(siz)leşme ve Türkiye’yi bir ucuz ithalat ve ucuz işgücü cennetine dönüştüren neoliberal politikaların ve inşaat betonuna dayalı hormonlu büyüme tercihlerinin sonucudur.
Güven sorunu ve ülke riski
Dış borçlanmaya ve dövizin fiyatını her ne pahasına olursa olsun ucuz tutmaya dayalı AKP modeli ise gene bizzat AKP yönetimi altında çökertilmiştir. Zira liyakat ve özerklik ilkelerinin terk edildiği, siyasi sistemin ve düzenleyici kurumların demokratik hesap verilebilirliğinin tahrip edildiği bir ülkede ekonomide “yeniden dengelenmenin” ne “fiyat istikrarını sağlamak için sıkı para duruşuyla” ne de “mali disiplin” aracılığıyla sağlanamayacağı açıktır. Gerek enflasyon, gerekse milli gelirin daralması ve işsizliğin yükselmesi biçiminde tezahür eden ekonomik kriz ile mücadelenin olmazsa olmaz önkoşulu hukukun üstünlüğünün ve güçler ayrılığı ilkesine dayalı demokrasinin sağlanmasıdır.
Yineleme pahasına yeniden vurgulayalım: AKP ekonomi idaresinin izlemekteolduğu bilim-dışı enflasyon politikası ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, inşaat betonuna dayalı büyüme stratejisi ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmektedir.
Yaşanan yüksek enflasyon, gerek iktisadi, gerekse hukuksal ve sosyal boyutlarda yaşanan krizin mal ve hizmet piyasalarındaki tezahürüdür. Benzer şekilde işgücü piyasalarında yaşanan yüksek (genç, kadın, bölgesel ve toplam) işsizlik; ulusal sermaye birikimi ve teknolojide gözlenen gerileme ve sosyal boyutta yaşanan çöküntü gibi...
Dolayısıyla, bu koşullar altında enflasyonla mücadelenin sadece Merkez Bankası’nın politika faizini aşağı ya da yukarı oynatmakla başarılı sonuç veremeyeceği açıktır.
Cumhuriyet / 31.07.19