İktisat siyasası gündemimizde faizlerin düşürülüp düşürülmemesi gereği etrafındaki tartışmalar giderek siyasallaştırılarak ve iktisadi mantığın sınırlarını zorlayarak devam ediyor. Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere aslında 2003’ten bu yana AKP hükümetlerinin ana politika tercihi olan yüksek faiz politikası, şimdi günlük siyasi çatışma ortamının en önemli propaganda malzemesi haline dönüştürülmüş durumda.
“Para” ve “paranın fiyatı olarak faiz oranı” iktisat biliminin en önemli sırlarından. Paranın değeri artık altın ya da benzeri değerli metaller cinsinden değil, ulusal ekonomide para otoritesine (merkez bankalarına) duyulan güven, şeffaflık ve kararlılık gibi öznel unsurlara dayandırılmakta. Spekülatif nitelikli büyük hacimli para akımlarının başat rol oynadığı günümüz küresel ekonomisinde ise faiz aletinin söz konusu değeri kazandırma işlevinin sınırlı olacağı açık. Geriye “büyümenin ivmelendirilmesi” işlevi kalıyor. Bu konuda ise iktisatçılar derin görüş ayrılığı içindeler.
***
Konumuz açısından çok çarpıcı bir gelişme ise Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB’nin) son faiz kararı ile yaşandı. AMB, faizlerini düşürerek bankalara uyguladığı nominal faizi negatif düzeye çekti. Yani, AMB’de mevduatı bulunan bir banka, mevduatlarına artık “ceza ödeyecek”.
AMB, aynı bizim merkez bankamız gibi fiyat istikrarı ve enflasyon hedeflemesi ilkesi doğrultusunda çalışıyor. AMB enflasyon hedefinde yüzde 2’den yüksek bir enflasyonun fiyat istikrarını bozacağı görüşünü savunuyor. Bu doğrultuda üç adet faiz düzeyine müdahale ediyor: (1) Bankaların AMB’den gecelik borçlanmalarına yönelik marjinal borçlandırma faizi; (2) temel yeniden finansman işlemlerine yönelik faiz; ve (3) bankaların AMB’deki mevduatlarına uygulanan mevduat faizi. Bunlardan ikincisi bankaların AMB ile düzenli finansman işlemlerinde kullanılan faiz olarak önem taşıyor.
AMB’nin Avrupa para piyasasına müdahalelerinin gerçekçi ve anlamlı olması için kuşkusuz, söz konusu faizlerin farklılaştırılması gerekli. Yakın zamana değin AMB’nin mevduat faizi yüzde sıfır; yeniden finansman işlemlerinde uygulanan faiz ise yüzde 0.25 idi. AMB’nin son kararıyla birlikte yeniden finansman işlemlerine yönelik faizi yüzde 0.15’e düşürüldü. Böylece mevduat faizi de eksi 0.10’a düşürülmüş oldu. Yani Avrupa bankaları artık mevduatlarına yüzde 10 fazladan faiz ödemekte, ellerindeki fonları krediye dönüştürmek yerine AMB’de pasif mevduat olarak tutacakları için bir anlamda cezalandırılmaktadır.
AMB, Avrupa ekonomisindeki en önemli sorunu bankaların ellerinde tuttukları fonları krediye dönüştürmedeki isteksizlik olarak belirliyor. Milyarlarca Avro’luk kredi fonlarının atıl olarak reel ekonomik sistemin dışında kalması Avrupa’da süregelen durgunluğun ve işsizliğin ana nedeni. Ancak burada sorulması gereken soru şu: negatif faiz politikası aracılığıyla AMB, Avrupa’da canlandırmayı başlatabilecek mi? Soruyu bir de kuramsal düzeyde yineleyelim: faiz oranı nereyi, nasıl, hangi mekanizmalarla etkiler?
Sorunun yanıtını “fon piyasası” diye geçiştirmeyelim. Çünkü o zaman hangi fonlar diye sormamız gerekir. Parasal fonlar mı? Daha geniş olarak tasarruf ve yatırım fonları mı? Konu küçük bir detay değildir. Faizlerin nerede belirlendiği ve ürün piyasalarını nasıl etkileyeceği iktisat biliminin neredeyse 200 yıllık geçmişindeki ayrımlara damgasını vurmuştur. Buradaki kuramsal belirsizlik, faiz politikasının kısa ve uzun dönemli sonuçlarının neler olacağı ve hangi mekanizmaların işletilerek ulusal ekonomide geçici ya da kalıcı etkiler yaratacağı konularında belirsizlikler doğurmaktadır.
***
Konuya bir de Türkiye’nin mevcut makro dengeleri açısından bakalım. Faiz oranının sadece para piyasasında belirlenen dengeleri etkilediği varsayılıyor ise konjonktürel olarak kısa dönemde ekonomiyi canlandırmak için faizlerin düşürülmesi gerektiği kuramsal düzeyde anlam ifade edebilir. Ancak mevcut konjonktürde Türkiye ekonomisinin büyümesinin zaten iç talebin canlılığına dayanmakta olduğu göz önünde tutulursa, faizi daha da düşürerek iç talepte ek bir canlandırmanın büyümeyi reel olarak etkilemeyeceği görülecektir. Diğer yandan, daha uzun bir erimle faizlerin tasarruf-yatırım dengesini etkilediği düşünüldüğünde öneri farklı olacaktır: Türkiye’de yurtiçi tasarrufların son derece düşük (ve dolayısıyla dış açığın yüksek) olduğu gerçeğinden hareketle, faizlerin tasarrufları özendirmek üzere yükseltilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Sonuç: Kuramsal düzeyde daha “paranın fiyatı olarak faizin” kısa ve uzun dönem etkilerinin neler olacağı konusunda mutabakata varmamış olan iktisat öğretisinin, büyüme ve fiyat istikrarı sorunlarını sadece faiz politikasına dayandıran iktisat politikaları ile aşma çabaları başarısızlığa mahkûmdur.
Cumhuriyet / 09.07.14