“Kumarhane Kapitalizmi...” Bu deyim 1990’ların başında, peş peşe sıralanan finansal krizlerin deneyimi sonrasında Susan Strange tarafından dile getirilmişti. Susan Strange bu deyim ile kıt ulusal tasarrufların üretken sabit sermaye yatırımlarına aktarılacağı yerde, başına buyruk bırakılan finansal sistemin kısa vadeli ve aşırı riskli spekülatif al-sat oyunlarında çarçur edilmesini kastediyordu.
Türkiye’de 1989’da sermaye hareketleri üzerindeki tüm düzenlemeleri kaldırarak uluslararası kumarhane masasına ortak oldu. Dahası 2001-krizi sonrasında AKP iktidarı altında küresel finans piyasalarına dolar bazında yüzde yüze yakın getiri oranları sağlayarak “yükselen piyasa ekonomileri” arasında kendisine ayrıcalıklı bir konum da elde etti. Yüksek faizin cazibesiyle toplanan sıcak paraya dayalı sermaye Türkiye’de yoğun bir döviz bolluğu yarattı; ithalat ucuzladı; enflasyon oranı da hızla aşağı çekilebildi. Biz de bu köşede yer alan birçok yazımızda söz konusu dönemi “spekülatif-yönlü büyüme” diye nitelendirmekteydik.
***
Türkiye 2003 - sonrasında (AKP iktidarında) yüksek reel faiz ile çalışan, elde ettiği döviz girişleri sayesinde de dövizin fiyatını ucuz tutarak ithalatını finanse eden dış borçlanmaya dayalı, bağımlı bir ekonomik model izlemiştir. Yüksek reel faiz sunarak, uluslararası spekülasyon oyunu içerisinde “ayrıcalıklı” bir konum kapma uğraşı aslında 2001-krizi sonrasında Türkiye’ye bizzat IMF tarafından telkin edilmiştir. AKP ekonomi idaresinin 2003 sonrasında Türkiye ekonomisi için harfiyen uyguladığı yüksek faiz aracılığıyla yurtdışından sıcak para girişlerine ve dövizin ucuz tutulmasına dayalı sanal büyüme modeli sayesinde, Türkiye bir yandan ucuz ithalat aracılığıyla tüketim talebini karşılamış, bir yandan da enflasyonu yüzde 10’un altına düşürebilmiş idi.
Aşağıdaki grafikte söz konusu dönemde (2003-2009) enflasyon ve faiz oranları sergilenmekte. Grafikten 2001 sonrasında yüzde 80’inin üzerine sıçrayan enflasyonun hızla geriletildiği ve 2004 itibarıyla yüzde 10’a düştüğü izleniyor. (Nominal) Faizlerin de bu gelişime paralel olarak yüzde 20-25 bandına inmekte olduğu gözlenmekte. Ancak tüm 2003 sonrasındaki aylar boyunca nominal faiz ile enflasyon oranı arasındaki fark yaklaşık yüzde 10-15 düzeyinde ısrarla korunuyor. “Piyasa” verileri, 2003 sonrası AKP ekonomi idaresinin yüksek reel faizi, ısrarla ekonomik müdahale aracı olarak nasıl kullanmakta olduğunu; enflasyondaki bütün dalgalanmaların reel faizi koruyacak şekilde faiz oranlarındaki ayarlamalar ile nasıl hemen karşılandığını açıkça belgeliyor.
Dönemin sanal büyüme coşkusuyla, yüksek faiz ile davet edilen yabancı sermayenin hiç de “lobi”cilik ile sorgulanmadığı görülüyor. Bilakis, “cari açık finanse ediliyor” mantığıyla, faizin bilhassa yükseltilerek yabancı sermayenin coşkuyla davet edilmekte olduğu açık ve net.
Kaynaklar: TC Merkez Bankası veri dağıtım sistemi; Kalkınma Bakanlığı Sosyal ve Ekonomik Göstergeler.
2003 sonrasındaki “çıraklık” döneminde uluslararası sermaye, yani “faiz lobisi” ile girişilen bu ittifak sayesinde, Türkiye’ye yüksek hacimde döviz girdisi sağlanmaktaydı. Ancak reel yatırımlar ile ilgisi olmayan bu tip “sıcak” nitelikli, spekülatif sermaye, ulusal ekonomide yeni iş sahaları açmak ya da teknoloji getirmek gibi kazançlar sağlamak şöyle dursun, Türk Lirası’nı aşırı değerli hale getirerek ithalatımızı kamçılamakta; dış borçlarımızda da yeni yükler getirmektedir. Bunun da ötesinde aşırı ucuz dövize dayalı bağımlı ekonomi modeli, geçen haftaki yazımızda tartıştığımız üzere, ulusal sanayimizin teknolojik bağlantılarını tahribata uğratarak, taşeronlaştırılmış ve marjinalleştirilmiş bir yapıya dönüştürmektedir.
Özetle, yüksek faiz ile cezbedilen yabancı sermaye, tüm 2003 sonrası yıllarda büyük bir coşkuyla karşılanıyor; dövizin ucuzluğuna dayalı sanal büyüme ortamı ise “Türk mucizesi” diye makyajlanıyordu. Bu dönemde yüksek faiz politikası adım adım geliştirilirken “faiz lobisi” diye bir kavram ortada yoktu. Ta ki, AKP’nin ekonomi yönetimi 2012 yılında dış kırılganlığın ve spekülasyona dayalı sanal büyümenin sınırlarına dayanıp, uluslararası siyaset alanında yalnızlaşana dek. Artık içerde ve dışarda birikmiş olan sorunları göz ardı edecek bir ortak düşmanın kurgulanması gerekmekteydi. İşte bu sanal ortak düşman, “faiz lobisi” diye acilen pazarlanıverdi ve tüm 2003 sonrasında izlenen yüksek faize dayalı para politikası aniden “faiz dışında geleneksel olmayan para politikaları” diye yeni ve muğlak bir kavramın ardına sıkıştırılıverdi. “Güven”, “istikrar”, “merkez bankası bağımsızlığı” gibi 2003 sonrasının moda kavramları, yerini artık “faiz lobisiyle mücadele” gibi yeni sanal kavramlara bıraktı.
Sanal düşmanlar, sanal büyüme, sahte demokratikleşme paketleri... İşte neoliberalizmin Türkiye’deki son otuz yılının bilançosu.
Cumhuriyet / 02.10.13