Bugünkü yazımızda biraz yakın tarihe geri dönüş yapacağız. Konumuz AKP’nin iktidara geldiği 2002’den başlayarak küresel krizin etkilerinin Türkiye’ye uzandığı 2008 Ekim ayına değin Türk mali piyasalarında gerçekleşen faiz oranları ve enflasyonun seyri. Aşağıdaki ilk grafik TC Merkez Bankası (TCMB) ve TC Kalkınma Bakanlığı’ndan derlediğimiz enflasyon ve faiz oranlarına ilişkin verileri sergiliyor.
Türkiye 2001 krizi sonrasında yüzde 60’lar bandında seyreden enflasyonu geriletmeyi başarmış ve yüzde 10 düzeyine indirmiş idi. Enflasyondaki düşüşe koşut olarak faiz oranları da yüzde 20’ler düzeyine geriledi. Oysa, gerek TCMB’nin gecelik faizleri (dönemin politika), gerekse kredi faiz oranları reel olarak yüzde 10-15 düzeyinde korundu. Yüksek faiz uygulaması dönem boyunca Türkiye’nin yükselen bir piyasa ekonomisi olarak ayırt edici özelliği idi. Ancak yüksek faiz, konunun sadece bir boyutu idi. Yabancı yatırımcıları Türkiye’de cezbeden asıl işlem “carry trade” diye de anılan spekülatif sıcak para hareketleriydi.
İşlemi şöyle bir örnek ile açıklayalım: “Yabancı” bir finans yatırımcısının, faizlerin çok ucuz olduğu Japonya ya da benzeri bir ülkeden borçlandığını ve elindeki döviz fonlarını Türkiye’ye getirdiğini varsayalım. O günkü döviz kurundan TL’ye çevrilen fonların yüksek faiz veren bir finansal varlığa yatırıldığını düşünelim. Örneğin Türkiye’de sunulan yüzde 25’lik faizler ile, gelişmiş ülkelerde neredeyse yüzde 3-4 düzeyinde olan faiz farkı karşılaştırıldığında bu işlemin ne kadar tatlı kârlar sunduğunu ve uluslararası finans tekellerinin iştahını ne denli kabartmakta olduğunu tahmin etmek güç olmasa gerek. Dönem sonunda, vadesi bitmiş olan kâğıtlar satılıp, TL’den dövize tekrardan geri dönülüyor. Küresel finans dünyasının spekülatif kazançları şiştikçe şişiyor.Aşağıdaki grafikte ele aldığımız dönem boyunca Türkiye’nin bu tür işlemler aracılığıyla uluslararası yatırımcılara sunmakta olduğu spekülatif getirisinin büyüklüğü gösterilmekte. Hesaplamalardan, Türkiye’nin uluslararası finans spekülatörlerine yıllık ortalama olarak yüzde 20-50 civarında bir getiri sunduğu anlaşılıyor. Sunulan getiri 2003 boyunca yüzde 70’lere uzanıyor (her bir dolarlık yabancı yatırıma, 70 sentlik kazanç!). 2006’nın “mayıs-haziran çalkantısı” sırasında Türkiye’de yaşanan yüksek oranlı kur aşınması (devalüasyon) neticesinde bu işlemin sunduğu spekülatif kazançlar eriyor ve neredeyse sıfırlanıyor. TCMB’nin, sıcak paraya dayalı sermaye girişlerini özendirmek üzere temmuz ayından başlayarak “aktif” bir faiz politikası güttüğü, şekilden rahatlıkla takip edilebiliyor.
Bu arada Türkiye’ye yüksek hacimde döviz girdisi sağlanmış oluyor. Ancak reel yatırımlar ile ilgisi olmayan bu tip “sıcak” nitelikli spekülatif sermaye, ulusal ekonomide yeni iş sahaları açmak ya da teknoloji getirmek gibi kazançlar sağlamak şöyle dursun, Türk Lirası’nı aşırı değerli hale getirerek ithalatımızı kamçılıyor ve dış borçlarımızda da yeni yükler getiriyordu.
***
Sözlerimizi özetleyelim:
1) Türkiye 2003 sonrası dönemde uluslararası işbölümü içerisinde yüksek faiz sunan bir ekonomi olarak yer almıştır.
2) Yüksek faiz politikasının yol açtığı sıcak paraya dayalı döviz girişleri sayesinde döviz ucuzlamış ve bu Türkiye’nin spekülatif büyümesinin ana kaynağını oluşturmuştur.
3) Bu dönemde Türkiye reel bazda sadece yüzde 40 büyümesine (ve benzeri gelişmekte olan ekonomilerden daha kötü performans sergilemesine) karşın, ucuzlamış olan dolar bazında sanki üç misli büyüme gösteren sahte bir yanılsama yaratmış; bu da bir mucize öyküsü olarak sunulmuştur.
4) Yüksek faiz - ucuz döviz kuru politikası tüm 1990’lar sonrasında Türkiye’de uygulanan neoliberal ekonomi politikalarının ana dayanak noktasıdır. 2003 sonrasında AKP hükümeti de söz konusu politikalara harfiyen sadık kalmıştır.
5) “Faiz lobisi” mi? “Faiz lobisi” 2003’ten bu yana uygulanan programın ta kendisidir…
Cumhuriyet / 05.02.14