Suriye, Batı'da üzerinde 'tepinilebilecek' bir 'insani müdahale' başlığı olmaktan çıkalı beri daha ziyade jeopolitik kapışma malzemesi kılındı. Pek dikkat kesilen yok. Hele kör göze parmak misali kurulan kimyasal silah tezgahının kanıtlarının ortaya saçılmasından sonra...
'İnsani müdahale' temasının hevesli alıcıları, Suriye halkına yönelik açık ekonomik terörizm olan Trump yönetiminin Sezar Yasası'nı 'jeostratejik hedefleri' üzerinden yorumlamayı tercih ediyorlar. Veya BM Güvenlik Konseyi'nde insani yardımlara dair Rusya vetolarına mızıldanıyorlar. Vetonun sebebinin insani yardımları engellemek değil, bu yardımların el Kaide'yi ve cihatçı grupları besleyecek rotalardan gitmesini önlemek olduğunu hasıraltı edecek şekilde.
Şu sıralar Libya'da 'yarattıkları canavarları' kontrol edememekten kıvranan Batılıların, Suriye'de 'yarattıkları canavarlar' üzerinden rezil olacakları malzeme çok oysa. Irak'taki kitle imha silahları yalanı çoktan sollandı. Batı'nın 'duyarlı' ana akım medyasında bırakın başlığı-spotu, ara başlığı, haberi bile yapılmayan iki gelişmeyi aktarmak istiyorum bugün.
OPCW rezaleti
İlki ABD'nin yanına Britanya ve Fransa'yı alıp 13 Nisan 2018'de alelacele Suriye'yi şov yaparak vurmasına yol açan Duma'daki kimyasal saldırı iddiasına dair.
Beyaz Miğferlerin bir 'hastane odasında nefessiz kalan insanlar' senaryosunu çekerek servislediği 7 Nisan 2018 tarihli olayda 50 kişinin öldüğü iddiaları kanıt beklemeksizin bu saldırıya gerekçe yapılmıştı. Suriye ordusu başkenti ateşe tutan Suudi destekli Ceyşül İslam'ın son kalesi Duma'yı zaten almaktayken, kimyasal saldırı ahmaklıktan ötesi değildi. Independent yazarı Robert Fisk, BBC yapımcısı Riam Dalati ve James Harkin hastanede filme alınanların toksik gaza maruz kalmadıklarını sahadan haberleriyle ortaya koymuştu.
Dolayısıyla ABD yönetimi Suriye'ye yönelik saldırısının 'meşruiyetini' ispat için gözünü BM'ye bağlı Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün (OPCW) raporuna dikti. Sonunda Mart 2019'da yayınlanan rapor, biraz da utangaç biçimde 'kimyasal saldırı olduğuna inanmak için haklı temeller olduğu' sonucuna varmış, 'kullanılan toksik kimyasalın klorin olabileceğini' belirtilmekle yetinmişti. Geçen sonbaharda OPCW'nin içinden gelen belgelere dayanan Wikileaks sızıntıları ise aksini ortaya koymaya başladı.
BM kurumu olan OPCW, müfettişlerin sahadaki kritik bulgu ve olgularını içeren ön raporunu çarpıtmış, adeta yeniden yazmıştı. OPCW yetkilisi Sebastien Braha'nın kurum arşivinden silinmesini istediği kilit bulgular; OPCW ve NATO üyesi bir devletten dört uzmanın, Duma'daki sivillerin klor gazına maruz kalmalarıyla tutarsız semptomlara işaret eden toksikoloji raporu ve Duma'da bulunan gaz silindirlerinin -bir yatağın üzerinde sanki hiç düşmemişçesine duruşuyla ve çatıdaki delikle tutarsızlık içerecek şekilde bırakın uzmanları, sıradan insanların dahi şüphelendiği- Suriye'ye ait bir hava aracından atılamayacağı ve manuel yerleştirildiğine işaret eden uzman raporlarıydı.
OPCW'nin bu kritik bulguları resmi raporunda neden dışladığını izah etmesi gerekirken, direktörü Fernando Arias, resmi rapora yazdığı e-posta ile itiraz eden kurumun emektar müfettişi Ian Henderson'ı hedef seçti.
OPCW'nin dayandığı Kimyasal Silah Konvansiyonu, devlet aktörlerinin müdahalesini yasaklamaktayken, ABD kurumun üst düzeyinin işbirliğiyle kendi uzmanlarına baskı yapmıştı. Merkezi Hollanda'nın Lahey kentinde bulunan OPCW üst yönetimi belli ki kendi müfettişleriyle değil, merkezi yine Lahey'de olan bir başka ekiple daha yakın çalışıyordu.
Beyaz Miğferler ve dolandırıcılık
Suriye sahnesinin Britanya istihbaratının kurduğu Beyaz Miğferler ve bağlı bulunduğu Mayday Rescue Vakfı'ndan söz ediyoruz. OPCW'ye malzeme/tanıklık sağlayan Beyaz Miğferler, salt Duma'daki hastane senaryosu değil, nasıl can verdiklerini bilmediğimiz insanların bedenleri üzerinde fotoğrafçılık çalışmaları ile de namlı. Bir de El Kaide ve hatta IŞİD militanlarıyla omuz omuza pozlarıyla. Halep'te 2016'da dünyaya malzeme ettikleri 11 yaşındaki Umran Dagneesh'in hakiki hikayesini kent Suriye ordusu tarafından cihatçılardan temizlendiğinde öğrenebilmiştik. Beyaz Miğferlerin Duma senaryosunda kullandıkları 11 yaşındaki Hasan Diab'ın kimyasal saldırıdan etkilenmediğini de Batılı muhalif gazetecilerin sahadan haberlerinin de katkılarıyla sonradan öğrenebildik. Beyaz Miğferler koreografileri üzerinden 2017 belgesel Oscar'ını kapmıştı. Şimdi onlar üzerine dolandırıcılık belgeseli çekilse yeridir.
Bu sefer Hollanda gazetesi De Volkskrant sayesinde haberdar olduk. Beyaz Miğferleri'nin kurucusu olan eski Britanya ordusu askeri James Le Mesurier 11 Kasım 2019'da İstanbul'da gizemli ölümü ile konuşulmuştu. De Volkskrant'ın ulaştığı belgelerden, Türk makamlarının 'intihar' saydığı gizemli bu ölümün gizemini değil ama adamın dolandırıcılığını öğrenebildik. Meğer Batılı finansörleri vakıfta yolsuzluktan şüphelenip hesapları kontrol etmek üzere müfettiş yollamış. Müfettiş, Suriye'de yarım yamalak düzenlenen kurtarma operasyonlar için on binlerce dolarlık sahte makbuz hazırlandığını ortaya çıkarmış. Le Mesurier, kendine aylık 27 bin 415 dolar maaş bağlamakla kalmamış, vakfın paralarıyla lüks düğününü finanse edip eski diplomat eşi Emma Winberg'e kredi bile açmış. Müfettiş tezgahı ortaya çıkınca da e-posta ile durumu itiraf etmiş, 'kötü niyetle' yapılmadığını da yazıvermiş.
Dolandırılan devletlerin refleksi elbette mevzuyu gizlemek. Nasıl olmasın! Hollanda Dışişleri'nin 2018 tarihli raporuna göre, Mayday Rescue, 2014-2018 yıllarında 127 milyon dolar bağış aldı ve bunun sadece 19 milyon doları devlet dışı aktörlerden. Hollanda 11.5 milyon dolar vermiş, Almanya, Britanya da benzer rakamlar. Hollanda epeydir fonları kesmiş. Mayday'in yeni yöneticisi gazeteye önümüzdeki aylarda vakfı fesh edeceklerini de söylemiş.
Ama Beyaz Miğferler yerli yerinde. Şimdilerde Suriye'nin işgal altındaki kuzeyinde pandemi ile mücadeleleri üzerinden övülmekte. Trump'ın 4.5 milyon dolarlık yardımı ile ihya olan Beyaz Miğferlerin yeni başkanı Raed Saleh, bahar aylarında ABD başkentinde Suriye halkının Sezar Yasası'yla daha da ezilmesi için lobi yapmakla meşguldü.
Elon Musk'a kızmayın
Malum şu günlerde 'uzayın fatihi', 71.5 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zenginlerinden olan Tesla'nın CEO'su Elon Musk tartışılıyor. Musk'ın, twitter'da 'ABD’nin akü ve pillerde kullanılan değerli lityum madeni açısından zenginliğiyle tanınan Bolivya’da sosyalist lider Evo Morales'e darbe tezgahlamasının, Amerikan halkının hayrına olmadığını' yazan bir takipçisine verdiği, “Dilediğimize darbe yaparız! Buna alışın" cevabına kızanlar çok. Oysa adam dürüstçe yazmış. Darbe yapamadıklarında gözleri kesiyorsa yalan istihbaratla işgal eden, hainlerini kullanışlı aparat kılıp iç savaş çıkartan, beceremeyince ekonomik terör uygulayanların uluslararası kurumlar üzerinden sahneledikleri bin bir sahtekarlığı düşünün. 'Suriye'de şu olmuş, Çin'de bu, Venezuela'da o' demeden önce on defa düşünün.
BirGün / 27.07.20