Kendi muktedirlerine karşı Batılı yaptırımlardan medet umanların uğradıkları hüsranlara dair tecrübeler yeterince tatminkâr. Dışarıya bel bağlama sefilliğine kapılmadan Türkiye’yi yaptırım çemberine sokan iktidarın bencilliğine, beceriksizliğine ve öngörüsüzlüğüne özel vurgu yapmak lazım.
Hassaten Türkiye’ye özgü bir tuzak ziyadesiyle işlevsel. ‘Milli güvenlik’, ‘ulusal egemenlik’ ve ‘bağımsızlık’ söylemi muhalefeti de iktidar korosuna ortak ediyor. Haliyle yanlış kararlarından dolayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ayağına çakıl taşı bile takılmıyor. Hesap vermekten münezzeh. Dışarda da NATO ve AB’deki ortakların Türkiye’ye bir İran muamelesi yapmayacağını görmenin rahatlığı içinde. Biliyor ki kaçış kapıları hep var. Ortakların önceliği Türkiye’nin istikrarsızlaşmaması, teknenin delinmeden yüzdürülmesi. Bunu da kaçış kapısı olarak kullanıyor.
Hem ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası (CAATSA) çerçevesinde çıkan yaptırımlara hem de AB liderlerinin 11 Aralık’taki kararına bakıldığında her şey cerrahi incelikle tasarlanmış gözüküyor. Türkiye’yi sarsmadan kırmızı çizgileri gösterip müttefikliğin gereklerini hatırlatan bir incelik. Amiyane tabirle dertleri yola getirmek!
Aslına bakarsanız öfkeli yanıtlarına rağmen Ankara dolu beklerken hafif çiseleyen yağmurla karşılaşmanın sevincini yaşıyor.
Sonuçta yaptırımlarla Türk ekonomisi yere kapaklanmadı. Zaten ekonomi S-400 geriliminin cezasını taksit taksit ödeye geldi. Son yaptırımdan sonra kur tablosundaki hafif depremi de ‘güçlü ekonomi’ göstergesi olarak ahalinin ilgisine sunmayı başardılar. Gayet uyanıkça! Tabii birileri de “Öldürmeyen yaptırım bizi güçlü yapar” havasında yürümeye devam edebilir.
Erdoğan dün yaptırımları Türkiye’nin savunma hamlelerinin önünü kesme ve bağımlı hale getirme hamlesi olarak yorumladı; “Yaptırımlar egemenlik haklarımıza saldırı” dedi. Saldırı ise yanıtı olmalı. Varsa, mesela? NATO’ya veda edecek ne öz savunma kapasitesi ne böyle bir irade var. Ne de yeni bir yola yetecek ekonomik güç ve altyapı. Nasıl bir özgüven zehirlenmesiyse artık… Motor, optik göz ve kamera dahil bütün kritik parçalarını dışardan getirip topladığı insansız uçakla milli savunma efsanesi yazıyor. Türkiye’nin bütün stratejik değerlerini haraç mezat dağıttıktan sonra savunma komplekslerini bu kadar ‘millilik’, ‘milli güvenlik’ ve ‘ulusal egemenlik’ bağlamına oturtan başka bir iktidar zümresi çıkmaz. Üretme kapasitesi yüksek ülkeler bu tür bağlamlardan ne kadar kaçınıyorsa Türkiye’dekiler o kadar abartıyor. Elbette iç siyasette maymuncuk işlevi görüyor.
***
Ahaliye satıldığı gibi bütün bunların Türkiye’yi daha bağımsız kılmakla bir ilgisi yok. Ortaklarla yaşanan sorunlar biraz siyaset tarzı biraz iş bilmezlik ve tutarsızlıktan biraz da kasaba uyanıklığından mütevellit.
“Tam bağımsız savunma sanayii hedefimizde kararlıyız” diye afra tafra yapanlar önce ABD’nin, sonra Çin’in, ardından Rusya’nın kapısını çalıp nihayetinde çalıştıramayacakları bir sistem için 2.5 milyar dolar ödediler. Hikâye bir miyopluktan ibaret. Savunma sektörü çok kompleks, ‘milli’ diye hava basılan ürünler bağımlı. S-400 de bir bağımlılıktan ötekine kaçıştan başka ne ki!
ABD’nin bir Rus sisteminin Truva atı gibi NATO çemberine sokulmasını geçiştirmeyeceğini gördüklerinden kıvranıp duruyorlar, S-400’ü çalıştıramıyorlar. 2.5 milyar doların hesabını soran da yok. Ulusal güvenlik meselesi ya her türlü soru gaflet ve delaletten sayılıyor. Suriye’de Rus uçağını düşürdükten sonra Çar Vladimir Vladimiroviç Putin’e diyet olsun diye mi aldınız? Yoksa kimi Batılıların düşündüğü gibi olası bir darbe kalkışmasında kendi uçaklarınıza karşı sarayı korumak için mi? Nedeniniz her ne ise NATO’nun buna ‘eyvallah’ diyeceği sonucuna nasıl vardınız? Yaptırımların geleceğini bile bile aldıysanız B planınız neydi? Başka bir eksen mi, başka bir dünya mı? Ne derseniz deyin ama bağımsız savunma demeyin!
Neticede S-400 elde kaldığı gibi Türkiye F-35 programından da oldu. Uzmanına bakılırsa F-35’ten çıkarılmanın kaybı 9 milyar doların üzerinde. Yani hesap bilmezliğin bedeli şimdilik 11.5 milyar dolar. Bu bedel yaptırımların dolaylı-dolaysız etkileriyle daha da artacak. Muhalefet de ‘milli mesele’ aldatmacasına akşamdan razı olduğu için yine hesap soramayacak. Bu arada Türkiye’ye verilmeyen F-35’lerden 50 adet 23 milyar dolara Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidiyor. Türkiye’nin Orta Doğu’daki vekalet savaşlarında hasım düştüğü Emirliklere. 9 Aralık’ta Senato’daki oylamada buna karşı çıkanlar satışı önleme tasarısını geçiremedi.
Ha bir de bağımsızlıktan bahsederken Washington’a “Tamam S-400 aldık bir kere, sizden de Patriot alalım olsun bitsin” mantığıyla yaklaşıyorlar. AB’ye döndüklerinde de “Gelin yeni bir sayfa açalım” diyorlar ama bu teklifi “Ortaklık kriterlerini bırak, bizi biz olarak kabul edin, biz de sizi memnun edelim” uyanıklığı eşliğinde yapıyorlar. Perdenin önünde Emmanuel Macron ya da Angela Merkel’e sövüp saydırıp arkadan Fransız ve Alman şirketlerine ayrıcalıklı ihaleler verdikleri gibi. Alanın dahi ağzı dört karış açıkta!
***
Otomatiğe bağlanmış gibi öfkeyle kalkıp ilişen bu siyasetin nedenleri bariz. Daha Joe Biden’la sancılı sayfaya geçilmeden Donald Trump’ın sunduğu garantörlük son dönemeçte geçersiz kılındı. Benzer bir sigorta Berlin ayağında hem Merkel’in başbakanlığa veda edecek olması hem de martta AB dönem başkanlığının Portekiz’e geçecek olması nedeniyle devreden çıkıyor. Haliyle yeni sayfa ve reformcu pozlarla zemini yumuşatmanın derdindeler.
Trump’ın listedeki 12 yaptırımdan 5’ini seçerek tekneyi deldirmemesi, bu şekilde Kongre’deki öfkenin yatışmış olması müstakbel yönetim için daha yumuşak bir zemin sunuyor. Yaptırımlar Biden’a kalsaydı Türkiye ile kötü bir siftah yapmış olacaktı. Sanki Erdoğan ve Biden’a küçük bir jest yapılmış oldu. Fakat sorun çözülmüş değil. Yaptırımların kalkması Türkiye’nin geri adımına bağlı. S-400’leri aktive etmeye dönük ileri bir adım ise yaptırımların katlanarak gelmesine neden olacak. Uzmanlar bu düzeydeki yaptırımların bile savunma sanayisinde hasara yol açacağını ve tedarik zincirini etkileneceğini öngörüyor. Kara listeye alınan Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir ise “Olumsuz etkilemesi için bir sebep yok, belki daha da güçlendirir” iddiasında. Elbette sağda solda savaş çıkarma pahasına kâr hırsıyla bazı atılımlar yapabilirler. Neticede aileden birileri de kazanıyor.
***
Bir kumar oynandı ve kaybedildi. Erdoğan bu kumarı savunurken ısrarla Patriot pazarlığında teknoloji transfer talebi karşılanmadığı için S-400’e yöneldiklerini söylüyor. Fakat Ruslarla anlaşmanın içeriği meçhul ya da kasten muğlak. Amerikalılar Türkiye’nin önünü kesti de Ruslar açtı mı? Değil. İsmail Demir’e bakarsanız ikinci S-400 teslimatı ortak üretim ve teknoloji transferi nedeniyle gecikti. Rus tarafı çelişkili ve muamma. İlkesel olarak kısmi teknoloji transferini kabul etmişe benziyorlar. Ama anladığımız kadarıyla bu aşamaya geçmek için Türkiye’nin NATO ile ne kadar bozuşacağını görmek istiyorlar. Yani ilk posta bir sınav. NATO’dan uzaklaşan bir Türkiye’yi belki kısmen memnun edebilirler.
Her şeyin bir bedeli var. Bu bedel şimdilik bağımsızlık için değil Ruslarla Amerikalılar arasında tercih bunalımından dolayı ödeniyor. Ötekine daha sıra gelmedi.
Gazete Duvar / 17.12.20