Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kanal İstanbul’a başlıyoruz ve yapacağız” diyerek ilan ettiği Kuzey Marmara OtoyoluBaşakşehir-Bahçeşehir-Nakkaş kesiminin temeli bugün atılıyor. Temel atma töreni öncesi ‘kanal’ güzergahını Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Sekreteri Üyesi Medet Güney ve Çevre Mühendisi Selahattin Beyaz ile dolaştık ve vatandaşlarla konuştuk. Bir yıl önce gezdiğimiz güzergahı tekrar gezdik ve gördük ki kaygılar ve belirsizlik artmış durumda.
2012 yılından bu yana Kanal İstanbul bölgesinde 45 milyon metrekare arazinin el değiştirdiği bölgede yaşayan Yaşar Özcan’ın anlattıkları ise sürecin özeti: “Vatandaş için her şey belirsiz, olmayacak mı, ne zaman olacak, nereden geçecek? Biz, her gün yarın sabah ne olacak diye uyanıyoruz. Ama biz bunları sorarken arsaları alan alana. Bir bakıyorsunuz 3 lira bir bakıyorsunuz 10 lira. Para gücüyle alan alıyor.”
Beyaz: Kanal değil, 100 milyon avro garanti verilen yol
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Nisan 2011’de “çılgın proje” olarak duyurduğu Kanal İstanbul projesi için henüz ihaleye çıkılmadı. 45 kilometre uzunluğa, 21 metre derinliğe, 275 metre taban genişliğine sahip olacağı söylenen Kanal İstanbul’un çevresine kurulacak yeni şehir projesi için ise imar planları hayata geçirildi ve milyonlarca metrekarelik tarım arazisi imara açıldı.
Kanal İstanbul’un yapımı için kamu-özel işbirliği (KÖİ) modeli planlanıyor. Son resmi raporlara göre Kanal için öngörülen maliyet 21.06 milyar dolar (15 milyar doları Kanal maliyeti, 4,37 milyar dolarlık kısmı ise deplase denilen aktarım ve yer değişikliği işlemleri). Kuzey Marmara Otoyolu’nun devamı olan bir bağlantı köprüsünün temeli bugün atılacak. ‘Kanal için ilk kazmayı vuruyoruz’ denilerek duyurulan Kuzey Marmara Otoyolu 8. kısım Nakkaş-Başakşehir Köprü Projesi 2017-2010 yılları arasında, yani daha Kanal İstanbul gündeme dahi gelmemişken, imar planlarına işlendi.
30 Haziran 2020 çıkılan ihaleyi alan firma tanıdık: Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve pek çok şehir hastanesinin yapım ihalesini alan Rönesans Holding. 3 yılda tamamlanması öngörülen köprü için verilen garanti yıllık 100 milyon avro.
Peki bu gerçekliğe rağmen neden ‘Kanal için kazma vuruyoruz’ deniliyor. Yol boyunca yaptığımız sohbette bu soruyu yanıtlayan Çevre Mühendisi Selahattin Beyaz’a göre deplase işlemleri yapılmaksızın Kanal’a başlanamaz: “Buradan geçen Sazlıbosna-Teskos-İkitelli su sistemindeki su yolu ile çakışan kısımlarının başka yere taşınması gerekiyor. Bu İSKİ’nin sorumluluğundaki bir şey. Bu hatlar çalışan hatlar, eğer bu rasgele yapılırsa kent susuz kalacak. Bunun yapılması için öngörülen süre 2 yıl. Bu yapılmadan Kanal’ı nasıl yapacaklar?”
Beyaz, “Peki o zaman kazma nereye vurulacak?” sorumuzu yanıtlıyor: “Kanal için kazma vuruyoruz algısı oluşturmak isteniyor. Bununla bir yandan yatırımcılara ‘bak başlıyoruz’ deniyor. Bir yandan belirsizlik yaratılıyor, bir yandan da ‘temeli attık, bitti’ mesajı verilerek vatandaşın mücadelesi kırılmak isteniyor.”
Baskılar da artmış, kaygılar da…
Kanal güzergahındaki ilk durağımız Tayakadın. Yukarıdan bakınca tarım alanlarını ve meralara yayılan -sayıları az kalsa da- hayvanları görebiliyorsunuz. Burası Kanal İstanbul’un güzergahında kalan mahallelerden sadece biri. Parsel parsel ayrılmış alanlardan geçerek Terkos mahallesine gidiyoruz. Zehra Dalmaz ile buluşuyoruz. Dalmaz kuaför, 53 yaşında. Uzun süredir Kanal’la yatıp Kanal’la kalkıyorlar ama kazma vurulacak gün yaklaştıkça hem endişelerinin hem de baskının arttığına dikkat çekiyor: “Geçenlerde bir gazete geldi, hatırlamıyorum adını. Ben görüş verdim, sonra Yeniköy’de bir arkadaşıma yönlendirdim. Görüşüp gittikten sonra kız beni aradı, ‘Onlar gittikten sonra jandarma geldi, onlar terörist falan dedi.’ Zaten korkuyordu insanlar, şimdi bir şey olsun diplerinde jandarma. Ben bu yaşıma geldim burada TOMA görmedim ama aylardır burada bekliyor.”
O sırada kuaförde iki kadın daha var. Biri Leyla, 41 yaşında, 2 çocuk annesi. Eşinin işini kaybedebileceğini düşündüğü için vermiyor soyadını, “Ne olur ne olmaz, çok şeyler oluyor. O yüzden yazma…” diyor.
“Kanal’a dair bildiklerim televizyondan anlatılan kadar” diyor ve ekliyor:
“Şunu biliyorum ama Kanal’dan sonra burada köklü bir değişiklik olur, biz burada kalamayız.”
Kuaförde bulunan diğer kadın Kanal’a karşı olduğunu söylüyor, biz konuşurken.
Adını da vermek istemiyor, sohbet sırasında adını öğrendiğim için de çıkarken tembihliyor Zahra Dalmaz’ı:
“Sakın yazmasın ha, ben 72 yaşındayım, yalnız oturuyorum, bunun gecesi var. Düşman edinmek istemiyorum yine. Çocuğum var, yanımda olmasa da onun için korkuyorum. Belli olmaz. Yazmasın…”
"Suç mu doğruları söylemek?"
Zehra Dalmaz’a göre bütün baskılar insanları sindirmek için:
“Ben konuşuyorum ya, bana kızıyorlar, ‘seni içeri alacaklar’ diye. Ama konuşacağım, ben havalimanı yapılırken bu kadar tepki göstermedim, pişmanım. Neden, şimdi sonuçlarını görüyorum. İklim değişti, bahçelerimiz değişti, meyvelerimiz eskisi gibi değil. Üstelik gençler işe girecek dendi o da olmadı. Üstüne pisliği, tozu, kiri… Kanal’la bunun beteri olacak, o kadar hafriyat, o kadar kamyon…O yüzden sessiz kalamam. Ben halkım ya. Suç mu doğruları söylemek. İnsanlar konuşmuyor ama yüzde 90’ın istemiyor Kanal. Burası cennet gibi bir yer, nasıl kıyacaklar. Yazık günah değil mi, şu canım Karaburun’un arka tarafını dolduracaklar, görseniz cennet. Bu Allah’tan reva mı?”
Gündemi yakıdan takip ediyor Zehra Dalmaz. Kazma vurulacak alanın Kanal değil yol olduğunu söyleyerek soruyor:
“Neden bu ısrar ya, neden? Geçenlerde deprem oldu, depreme hazır mıyız, o kadar bina var hasarlı, çürük çarık. Madem para var, onları yapın. Benim çocuğum 4 yıllık üniversite mezunu, 35 yaşında, hala kendi düzenini kuramadı. İş bulamadı, amcası ile serbest çalışıyor. Madem bütçe var, gençler için bir şey yapsınlar. Çocuklar hayal bile kuramıyor…”
"Benim vatandaş olarak gördüğümü devlet görmüyor mu?"
Biz konuşurken Zehra Dalmaz’ın çocukluk arkadaşı Hülya geliyor, o da dahil oluyor sohbete. Doğma büyüme buralı. Ama Kanal yapıldıktan burada kalabileceğini düşünmüyor. Kanal’a neden karşı olduğunu anlatıyor bir çırpıda:
“Bu yaşıma geldim, bu dengenin, bu güzelliğin bozulmasını istemiyorum. Kanal yapılırsa buralar bize kalmaz. Ben doğup büyüdüğüm toprakları bırakmak istemiyorum, önce onun için karşıyım. Bak Marmara’nın durumuna, kanal ile birlikte ne olacak. Yani benim vatandaş olarak gördüğümü görmüyor mu yetkililer. Çağrımız da budur, olmasın bu Kanal.”
Kanal’ın özeti: Gidecek halk, gelecek zenginler
Buradan Karaburun’a geçiyoruz, geçen sefer girdiğimiz kahve yıkılmış. Balıkçılarla sohbet etmek istiyoruz. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor, konuşmak istemiyorlar. ‘Neden’ diye soruyorum içlerinden birine, “Söylemezler, söyleyen mimleniyor” diyor.
İnsanlar zaten kaygılı, bir de buna bizi gittiğimiz her yerde takip eden jandarmalar eklenince hiç konuşmak istemiyorlar.
Yeniköy’e geçiyoruz oradan. Bir kahveye gidiyoruz, Kanal İstanbul diyoruz, konuşmak istemediklerini ifade ediyorlar. İçlerinden biri “Bıktık artık, şeker hastasıyım, artık sinirlenmek istemiyorum” diye açıklıyor gerekçesini. Bir diğeri ekliyor:
“Dilekçe verdik ama... Burada 300 hane varsa 250’i karşı. Konuşuyoruz konuşuyoruz bir şey olmuyor. Gelip bizi dinlemeleri lazım. Gelen giden var mı peki, yok. Ama Kanal da Kanal…”
Tam ayrılacakken ‘yaz’ diye sesleniyor birisi arkamızdan:
“Memlekette adalet mi var, vatandaşın talebi adalet. Peki dinleyen var mı? Biz görmedik.”
Şeker hastası olduğunu söyleyen kişi giriyor tekrar:
“Göktürk’te ne oldu kızım? Hah işte burada da o olacak. Göktürk patlıcan tarlasıydı, gitti patlıcanlar, geldi zenginler. Bu da zenginler için işte. Gelecek zenginler, gidecek vatandaş. Şimdiye kadar hep öyle oldu.
"Kuş bile uçmaz oldu, uçak geçiyor onların yerine"
Yeniköy’de başka bir kahveye geçiyoruz. Kanal İstanbul’a dair fikriniz’ diyecek oluyoruz, “Fikrimizin kimin için bir önemi” var diye soruyor içlerinden biri. Bir başkası ekliyor: “Çok konuştuk, tartıştık. Her gelen gazeteciye anlattık, bütün köy imza topladı, dilekçe yazdı. Şimdi ‘kazma vuruyoruz’ diyorlar. Peki bize sonra, gelen anlatan oldu mu, yok. Vatandaş karşı, bir gelip anlatmaz mı ya kimse, ‘şu yüzden lazım’ diye”.
Biz konuşurken tepemizden geçen uçakları gösteriyor bir başkası. Ve ekliyor:
“Burası cennet gibiydi. Yıllar önce kömür ocakları diye girdiler, sonra havalimanı. Ne zaman girdiler buralara kuş bile uçmaz oldu, uçak uçuyor tepemizde artık, kuşlar yok. Ağaçları böcek sardı.”
"Gelen-giden olmadı, tek bildiğimiz bizi yerimizden edecekler"
Sohbet ilerleyince masalardan birine oturuyoruz. ‘İnsanlar korkuyor mu, o nedenle mi kimse konuşmuyor’ diye soruyorum, yan masadan onaylayanlar oluyor. Oturduğumuz masadan ‘yaz’ sesi yükseliyor: “Ben Recai Aydınlık, bu da Rüstem Aybaş. Bir Allah’a hesabımız var bizim.”
Rüstem Aybaş alıyor sonra sözü:
“Ben 43 yaşındayım, Recai balıkçılık yapıyordu, bitti o. Şimdi işsiz oturuyor. Ne götürecek evine? Ben burada doğdum, babam burada doğdu. 100 senedir buradayız, temel atacaklar şimdi, ya hele bir gel bilgilendir insanları, bu temel yol mu, Kanal mı? Yolsa neden Kanal deniyor, Kanal ise bize ne olacak?”
"Vatandaş ölsün mü, ölsün mü?"
Recai Aydınlık devam ediyor:
“2011’den beri ‘Kanal’ deniyor, doğru mu, doğru. Tam 10 senedir, ama bize ne sözlü ne yazılı tek satır laf eden olmadı. Bak bu kahveci 20-30 lira ile günü kapatıyor, yukardaki bakkala sor bakalım ne yaşıyor. Çiftçi traktörüne mazot parası bulamıyor. Ya böyle şey olur mu, adalet mi bu.”.
Rüstem Aybaş, daha önce iktidar partisine oy verdiğini söylüyor söze bir kez daha girerken, “Verdim oy, ama böyle yapılır mı yani? Bak İçişleri Bakanı da bu köylü, ‘Benim de evim gidecek’ diyor. Tamam da bizim başka evimiz yok ki, nereye gidelim biz? Biz zaten havalimanında mağdur oldu, şimdi bir daha. Ama bizi düşünen yok zengin daha da zenginleşsin, fakir daha da fakirleşsin” diyor.
"Biz yarın sabah ne olacak derken, arsaları alan alana"
Bu kez adresimiz Baklalı. Bir kahveye girip bir masaya oturuyoruz. Yaşar Özcan ile konuşuyoruz. 30 yıldır burada yaşıyor Özcan, Kanal ile birlikte burada kalamayacağını düşünenlerden. Köydeki herkesin de böyle düşündüğünü söylüyor:
“Köylüler bir keşmekeş içerisinde. Kazma vurulacak deniyor, herkesin kafasında bu soru var: Ne olacak? Bizim burada var 200-300 metre yerimiz var. Gariban bir köylüyüm. Bizim gibi köylüyü, fakiri garibanı barındıracak mı, ‘nitelikli’ nüfus deniyor. Bunun faydasını, güzelliğini bilenler buradan rant sağlayanlar…”
Şenol Demirkol ise 43 yaşında, “Son 10 yılım ‘Kanal geliyor, geçecek’le geçti. Biz bir çivi bile çakamıyoruz ne olacak diye. Vatana millete hayırlı olacaksa olsun, devlet projesi bu, devlet uygun gördüyse yapılacak” de başlıyor söze. Peki ya buradaki vatandaş diye soruyorum, “Bana sorarsan ben istemiyorum. Bu yaştan sonra başka bir yerde yaşayamam. Ama…” diyor.
Demirkol Kanal ile ilgili yayımlanan görüntülerden-fotoğraflardan bahsederken Yaşar Özcan giriyor söze:
“Güzel güzel gösteriyorlar da, vatandaşı için her şey belirsiz, olmayacak mı, ne zaman olacak, nereden geçecek? Bu soruları soruyor herkes, ama biz bunları sorarken arsaları alan alana. Bir bakıyorsunuz 3 lira bir bakıyorsunuz 10 lira. Para gücüyle alan alıyor.”
Rakamlar da doğruluyor Özcan’ı aslında. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ekrem İmamoğlu’nun açıkladığı rakamlara göre 2012 yılından bu yana Kanal İstanbul bölgesinde 45 milyon metrekare arazinin el değiştirdi.
Beyaz: Buraya yerleştirilecek zenginler için yol yapıyorlar
Kanal İstanbul projesine dair başından itibaren itirazlarını dile getiren Çevre Mühendisi Selahattin Beyaz, “Bu bir talan projesidir” diyor Kanal projesi için. Ve devam ediyor:
“Buradan müteahhitlerin yapması beklenen ciro 1.8 trilyon dolar. Bunun yüzde 50’’si kar olursa 800 milyar dolarlık bir kazançtan bahsediyoruz, bu yaklaşık olarak Türkiye’nin 5-6 yıllık bütçesine denk düşen bir rakam. Bugünden biraz geri dönersek, burada yapılacak şehir, kendilerinin dediği 500 bin kişilik, bizim hesaplarımıza göre 7-7,5 milyon kişilik, kent için havalimanı, 3. Köprü ve yapılması planlanan su yolunun tamamı buradaki ‘nitelikli nüfusun’ konforlu yaşaması ve emlak değerinin çok yüksek olması için planlanmış projeler. Yani buraya yerleştirecekleri zenginler için yol yapıyorlar” diyor.
Projenin maliyetinin hesaplanandan kat be kat yüksek olacağına vurgu yapan Beyaz, “Mesela tüm İstanbul’un su ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayan Sazlıdere Havzası önemli bir havza. DSİ’nin hesaplarına göre 2019’da 2,5 milyar TL’lik bir tesis, yaklaşık olarak 400 bin avroluk yatırımı olan bir tesis. Ve siz bunu kaldıracaksınız, çöpe atacaksınız. Bunun yaratacağı kayıp hesaplarda yok.”
Beyaz, yok edilmek istenen Sazlıdere havzasının İstanbul’un su ihtiyacı açısından önemine de dikkat çekiyor:
“Burasının Terkos-İkitelli-Kağıthane su siteminde hem ince-uzun ve verimli bir havza, aynı zamanda bir su deposu özelliği var. Bunun yok olması 5-6 milyonluk insanın su ihtiyacına önemli bir darbe vuracak. Rant hesabı yapılıyor ve rant tercih ediliyor.”
Bakana yanıt: Hiçbir bilimsel ve teknik altyapısı yok
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun Kanal İstanbul’la ilgili her açıklaması daha fazla tartışma yaratıyor. Önce Bakan Kurum’un “Kanal İstanbul en çevreci şehircilik projesidir” ifadeleri, ardından da Marmara’da yaşanan müsilajın da Kanal ile çözüleceğini iddiası. Bakan Karaismailoğlu’na göre ise Kanal’ın olduğu bölgede verimli tarım arazisi yok. Oysa Kanal İstanbul ÇED raporu bile “Güzergah boyunca geniş tarım alanları mevcuttur. Tarım alanlarında ağırlıklı olarak buğday tarımı yapılmaktadır. Bazı alanlarda meyve bahçelerine de rastlanır’ diyor.
Tüm bu açıklamaları değerlendiren TMMOB Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Sekteri Medet Güney, “Bu açıklamayı yapan yetkililerin hiçbir şekilde bilimsel ve teknik bir altyapısı olmadan yaptıklarını düşünüyoruz. Projenin inşaat alanın yüzde 60’lık bölümü tarım toprağı. Bu İstanbul’daki tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 20’sine tekabül ediyor. Bu çok ciddi bir rakamdır. Ki devam eden süreçte yapılacak inşaatlarla bu kayıp daha yüksek bir seviyeye çıkacak.”
Kanal İstanbul bölgesinin Kuzey kısmında yaşayan insanların tarımın yanı sıra balıkçılık, turizm ve hayvancılık ile uğraştıklarını söyleyen Güney, “Havalimanı nedeniyle hayvancılık bitme noktasında, bu bölgeye özel manda yetiştiriciliği bitmiş durumda. Kanal ile birlikte balıkçılık da komple yok olacak” diyor.
Meltem AKYOL , Özgür GÜLTEKİN – Evrensel / 26.06.21