1960’lı yılların başı… Arjantin’in başkenti Buenos Aires’in berbat bir gecekondu mahallesinde yerin altından küçük bir çocuğun yardım çığlığı yükseliyor. Karanlıkta yolunu kaybedip açık bırakılmış kanalizasyon çukuruna düşen çocuğu kurtarmak amcasına düşüyor: “Diego, Diego kafanı bokun üstünde tut oğlum!”
Diego Armando Maradona o akşam amcasının bu kıymetli öğüdünü tutup hayatta kaldı. Ancak on çocuklu evlerinde “kafayı bokun üstünde tutmak” zordu ve Diego bunu yapabilmek için hep futbol topuna (Aslında portakal, tenis topu vs. onun için fark etmezdi) sarıldı.
9 yaşında ilk kez seçmelere katılmak istediğinde antrenör onun çocuk değil cüce olduğundan şüphelenmişti. Yeteneği bu dünyadan değil gibiydi. Oysa idolleri Brezilyalı Rivelino ve Kuzey İrlandalı George Best gayet de buralıydı.
15’inde Argentinos Juniors’la profesyonel oldu ama meşhur olması çok daha öncesine dayanıyor. Daha 10 yaşında Argentinos Juniors maçlarının devre arasında “sonsuza kadar” top sektirerek tribündekileri kendine hayran bırakıyor, o varken kimse ikinci yarının başlamasını istemiyordu!
20 yaşında artık Boca Juniors’a transferinin vakti geldi. Buenos Aires’in işçi sınıfı takımı aynı zamanda göçmenlerin takımıydı. Boca’nın pek çok taraftarı tıpkı Diego’nun annesi gibi 20. yüzyıl başında Güney İtalya’dan göçmüştü. Boca Juniors onun için pek çok açıdan ama en çok da River Plate’le olan rekabet nedeniyle Napoli’nin idmanı gibiydi. River tribünleri onu kızdırmak istediğinde babasının Yerli kökenlerinden, yoksul mahallesinden dem vuruyordu.
Ama Napoli’ye gelmeden önce sırada Barcelona vardı. İspanya’daki 1982 Dünya Kupası sonrası 7.6 milyon dolarlık rekor ücretle Katalan ekibine transfer oldu. Barça’yla kimyası bir türlü uyuşmadı. Hastalıklar ve sakatlıklar peşini bırakmadı, ha bir de kokain… Kariyerinin bundan sonraki bölümüne en az başarıları kadar damgasını vuran kokainle Barcelona’da tanıştı.
***
“Napoli’de belediye başkanı yok, ev yok, okul yok, hastane yok, iş yok ama bunların bir önemi kalmadı, artık Maradona’mız var.”
Bekleneni veremediği 2 yılın ardından Napoli’ye transferi rüya gibiydi. Açlık grevine başlayan mı istersiniz kendini stadyumun korkuluklarına zincirleyen mi? Napoli’de hepsi vardı ve bir yerel gazetede yer alan yukarıdaki cümle her şeyi özetliyordu.
Napoli’deki heyecanın farkında olan Barcelona pazarlıklarda fiyat artırıp durdu. Transfer 10.5 milyon dolara tamamlandığında Güney İtalya’da yeni bir dönem başladı.
Maradona, Arjantin’i “Tanrı’nın eli ve ayağı” olarak 1986 Dünya Kupası zaferine taşıdığında zaten zirvedeydi ama Napoli başka bir yerdi. Tarih boyunca ezilmiş, aşağılanmış, göç vermiş, İtalya’nın ötekisi olmuş coğrafya ilk şampiyonluğuna ulaşmak için San Paolo Stadyumu ve televizyon başına kilitlendiğinde geriye İtalyan Antropolog Amalia Signorelli’nin meşhur sözü kaldı: “Dünya değişmişti, Avrupa’nın en gürültülü, en kalabalık, en kaotik şehrinin sokaklarında kimsecikler yoktu.”
10 Mayıs 1987 günü Napoli, Fiorentina ile berabere kaldı ve tarihinin ilk şampiyonluğuna ulaştı. Bugünden sonra Diego Armando Maradona’nın resimleri sonsuza kadar Napoli’nin kurşun izlerinden geçilmeyen duvarlarında olacaktı.
Kimilerine göre o gün “Diğer İtalya yenildi ve yeni bir imparatorluk doğdu.” İşin aslı Güney’in emekçileri için işler hiç de iyi gitmiyordu. Kuzey’e göç sürüyordu ve Kuzey’de onlardan nefret edilmesi gerektiğini söyleyenler güçleniyordu. Bunların başında Lega Nord siyasi hareketi geliyordu ki sonradan Berlusconi ile iş birliği yaptılar. Kuzey medyası ve Milano, Maradona ve Napoli’ye nefreti körüklüyordu. Maradona’nın Napoli mafyasıyla olan ilişkisi ve uyuşturucu iddiaları dillerdeydi.
İtalya’daki 1990 Dünya Kupası iplerin koptuğu yer oldu. Yarı finalde Arjantin, İtalya’yla karşılaşırken Maradona Napoli’deki maçta meşhur çağrısını yaptı: “Yılın 364 günü kendi ülkenizde yabancı olarak görülüyorsunuz. Bugünse sizden milli takımı desteklemenizi istiyorlar. Ben 365 gün Napoliliyim.” Stadyumda “Diego kalplerimizde, İtalya şarkılarımızda” pankartları asılıydı ama Maradona’nın çağrısının etkili olduğu da kesindi. Maradona o gün İtalya’yı eledi ama finalde Almanya’ya kaybetti.
1991, futbolcu Maradona için sonun başlangıcı oldu. Napoli, Maradona’nın artan skandallarını yüklü maaşından kurtulmanın bahanesi olarak gördü. Artık testlerde idrar örnekleri değiştirilmiyordu. Kokain tespit edildi ve 15 ay ceza aldı. Sonra Sevilla, 1994 Dünya Kupası… Hepsi daha acı tecrübelerdi. 1990 için bildiğimiz Maradona’nın son sezonu diyebiliriz.
***
“Benim için bir baba gibiydi. Küba’ya giderek dostuma veda edeceğim. O, Arjantin bana sırtını dönerken Küba’nın kapılarını açtı.”
Fidel Castro dört yıl önce Maradona’yla aynı gün, 25 Kasım’da öldü. Castro, Maradona’nın büyük sağlık sorunlarıyla geçen hayatının son 30 yılında -ölene kadar- onu hiç yalnız bırakmadı. Aynı gün ölmeleri hakkında ne denir bilinmez ama omzundaki Che Guevara, bacağındaki Fidel Castro dövmeleri yeterince şey söylüyor. Biliyoruz ki “miras” dediğimiz şey saha içinde olan bitenden fazlasıdır.
Pek çok dahi sanatçı ya da sporcunun Tanrı katına çıkarıldığına tanıklık etmişizdir. Fakat Eduardo Galeano onu “Tanrıların en insancılı” olarak tanımlamıştı. Kimilerine göre de o “lümpen proletaryanın kurtuluşunun simgesi” idi. Hep skandallarını konuşmak istediler ama ilelebet karşılaştırılacağı “diktatör dostu” Pele’yi de görünce kafasını hep bokun üstünde tuttuğuna şahidiz.
Mithat Fabian – Evrensel / 26.11.20