İnsanca yaşam hakkı gasp edilen milyonların yaşam kavgası devam ederken sermaye sınıfı adına ülkeyi yönetenlerin ibretlik açıklamaları da devam ediyor.
Su alan gemiyi rotaya sokmak için işbaşına getirilen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan ağızlarını her açtıklarında ekonomik politikaların hedefine ulaşması için asgari ücrete zam yapılmayacağını söylemeye devam ediyorlar.
Hatta bu beyler yüksek enflasyon oranının nedeninin ücretlere yapılan zamlar olduğunu söyleyecek kadar da arsızlar.
AKP aparatı yalancı TÜİK’in başkanı Erhan Çetinkaya ise bu konuda onları geçmiş durumda. Geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada yüzde 45’in de yüzde 75’in de yüksek enflasyon oranları olduğunu itiraf ettikten sonra bu oranlar arasındaki farkın psikolojik olduğunu söyleyebilecek kadar pişkin.
Arsızlık ve pişkinlikte sınır tanımayan bu beyefendiler eriyen ücretleri ve ağırlaşan yaşam koşullarını meşrulaştırmaya çalışırken, faturayı milyonlarca işçi ve emekçinin sırtına yükleme çabasından da geri durmuyorlar. Milyonlarca işçi ve emekçinin sırtında bir kambura dönen vergi yükü orta yerde duruyorken sözde tasarruf tedbirlerinin yanında bir kez daha “Vergiyi tabana yayacağız” sözleriyle yeni vergi soygunlarına hazırlandıklarını da itiraf ediyorlar.
İşçinin, emekçinin, emeklinin yaşamını cehenneme çeviren bu tablonun diğer yüzünde ise sermaye sınıfının kâr oranlarını katlamaya devam etmesi ile birlikte servet-sefalet kutuplaşmasının derinleşmesi gerçeği var. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması”na göre bu 500 işletmede tek bir işçi üzerinden ortalama olarak tam 1 milyon 166 bin lira kâr elde etmiş açgözlü kapitalistler. Ama kapitalistler tek bir işçinin sırtından bu boyutlarda kâr elde ederken Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’in aklına bu asalak kapitalistleri vergilendirmek değil “vergiyi tabana yaymak” geliyor. Sonuçta at sahibine göre kişniyor.
Yaşamın her gün yüzümüze vuran acı ve çıplak gerçeği dostun kim, düşmanın kim olduğunu da yapılması gerekenin ne olduğunu da kör göze parmak sokarcasına ortaya seriyor.
Emeğimizi ve geleceğimizi çalanlar, bu hırsızlara çanak tutanlar düşmanımız; hangi ulustan, hangi mezhepten hangi inançtan olduğunun hiçbir önemi olmadan aynı hayatı, aynı kaderi paylaştığımız işçi kardeşlerimiz dostumuzdur. Yapılması gereken ise yaşamımızı köleleştiren sermaye sınıfının karşısına tek bir yumruk olarak dikilmekten, ellerimizi şaltere uzatmaktan, adımlarımızı sokağa yöneltmekten başka bir şey değil.
Yaşam koşullarımızı bir nebze de olsa düzeltmenin yolu birleşik bir işçi hareketini inşa etmekten geçiyor. Bunun için sendikalarımızı da harekete geçirmek büyük bir önem taşıyor. Ama şurası açık ki sendikaların tepesine çöreklenmiş ihanetçi bürokratların ne yaşanılan sosyal yıkıma karşı harekete geçme takatleri bulunuyor ne de bu tür bir mücadeleyi örgütleme konusunda gerçek bir niyetleri.
Bu gerçeğe rağmen DİSK, Hak-İş ve Türk-İş başkanları geçtiğimiz günlerde uzun bir aradan sonra ilk defa kameraların karşısına birlikte geçerek asgari ücrete ara zam yapılması ve vergide adalet sağlanması başta olmak üzere güncel talepleri sıraladılar. Halen ortaya bir mücadele programı koymaktan özenle kaçınsalar da onları bu ortak açıklamayı yapmaya iten şey açık ki ağırlaşan çalışma ve yaşam koşullarına karşı işçi ve emekçilerin büyüyen öfkesidir. Bu öfke ve yol açtığı basıncın sendikal bürokrasiyi ürkütüp harekete geçmeye zorladığı görünüyor.
Onlar hava boşaltmanın, büyüyen öfkeyi dizginlemenin hesabını yapsalar da mücadelenin seyrini belirleyecek olan bizim birlikteliğimiz, irademiz ve kararlılığımız olacaktır. İnsanca bir yaşam için adımlarımızı sıklaştırmanın zamanıdır.
Emeğin Kurtuluşu’nun 36. sayısından alınmıştır…