İktisatçı Prof. Dr. Aziz Konukman: AKP’nin politikaları sermayeye bariyerleri açarken, bedelini emekçilere ödetiyor!

İktisatçı Prof. Dr. Aziz Konukman, 24 Haziran 2018-23 Haziran 2019 sürecinde ekonominin durumuna dair sorularımızı yanıtladı. "Krizi yaratanlardan hesap sormadan, krizin mağdurlarını daha da mağdur edecek düzenlemelerle bir çıkış yolu bulmak zor" diyen Konukman, ekonomik beklentilere ilişkin ise AKP'den ekonomide 'yeni bir şeyler' beklemek son derece güç" ifadelerini kullandı.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 28 Haziran 2019
  • 10:21

31 Mart seçimlerinde ağır bir yenilgi alan AKP, hukuksuzlukla tekrarlanılan İstanbul seçimlerinde halk tarafından daha ağır bir yenilgiye mahkum edildi.

Bizzat Erdoğan ve AKP kurmayları tarafından inkar edilen ekonomik kriz ise devam ediyor. Son bir yılda ‘reform paketleri’ adı altında açıklanan ekonomik planların emekçilerin krizini çözmek bir yana, halkın omuzlarına daha ağır yükler yükleyecek ve hak gasplarıına yönelik adımlar olduğu biliniyor.

Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, iktisatçı Prof. Dr. Aziz Konukman, 23 Haziran seçim sürecinde ekonominin durumu, seçmen tercihlerine etkisi, emekçilere yansıması ve ilerleyen süreçte ekonomik anlamda ülkeyi nelerin beklediğine ilişkin sorularımızı yanıtladı.

‘Enflasyonu düşük gösterebilmek için zamları haziran enflasyonuna yansıtmayacaklar’

Öncelikle 23 Haziran ve ekonominin durumuna dair genel değerlendirmeniz nedir?

Şunu söyleyelim; bir gecikmeyle ama müthiş bir dönüşle İmamoğlu tekrar seçimi kazandı. Daha önce de kazandığı belliydi ama birtakım hikayelerle bu noktaya gelindi. Fakat düşünün, o bile kur üzerinde olumlu bir hava yarattı. Zaten dış faktörler nedeniyle kurda hafif bir geri çekilme vardı.  FED'in faizi düşürmesi nedeniyle faizler geriledi. Eskiden hep faiz artardı, sıcak para eski mecrasına geri dönerdi. Bu sefer faizlerin düşürülmesi ile kur aşağı doğru indi. Bu da çok manidar bir durum yarattı. Tayyip Erdoğan hep dış güçleri gerekçe gösteriyordu, bu sefer dış güçler doları aşağıya çekti. Bunu da hatırlatmakta yarar var. Genelde hep “dış güçler” denirdi ama bu sefer hiç dış güçler hatırlanmadı. Yani kur üzerine olumlu etki yaratılırken dış güçler yok, olumsuz etki yaratılırken dış güçler var. Zaten seçimlere giderken hükümet müthiş bir makyajlama yapmıştı bütçede özellikle. Hatırlarsanız ilk 3 ayda, Mart seçimlerine giderken daha büyük bir açık olması beklenirken bütçe açığı 33 milyar eksik gösterilme olanağına sahip oldu. Nedeni de 1 Mayıs’ta yapılacak olan Merkez Bankası Genel Kurulu’nu öne çekmek olarak gösterilebilir. Ve böylece Merkez Bankası’nın kurul karını bütçeye gelir olarak kaydetme olanağı kazanıldı. Ama daha sonra nisan-mayısta da kel göründü. Suni zorlamalarla bütçe açığı aşağı çekilemiyormuş.

Sonuçta aşağı yukarı 65 milyar liralık bir açık var. Ve öngörülen de 80 küsür milyar. Yani şimdiden önemli bir kısmını biz tükettik, gelecek dönemde artık bu bütçe açığının öngörülenin çok çok üstüne çıkmaması için her fırsatta zamlar, ve vergi artışlarını görmeye alışacağız. Zaten bugünden itibaren de her şeye zam geldi. Aslında burada TÜİK’in kamuoyuna şunu açıklaması lazım: Benzin, mazot vs. Türkiye’nin en son 2012 yılına ait bir input – output tablosunu yayınladılar. Bu tablonun avantajı şu; Herhangi bir şekilde temel mallara zam yapıldığında bunun sektörel fiyatlara etkisi ölçülebiliyor. Oradan bunun enflasyona katkısı ölçülebiliyor. Acilen TÜİK bu konuda kamuoyunu bilgilendirmeli. Bu temel mallara yapılan zamlar acaba enflasyonu nasıl etkileyecek? Büyük ihtimalle bu zamlar haziran enflasyonuna girmeyecek. Daha sonraki fiyat toplanma günlerine denk düşmediği için. Bu da tabi memura ve memur emeklisine ve SSK emeklisine yapılacak olan zamları da doğal olarak etkileyecek. Maaş artışlarını etkileyecek. Enflasyonun daha düşük gösterilme durumu söz konusu. Oysa bunlar yansıtılmış olsa, zamlar ona denk getirilerek yapılsa çok farklı bir şekilde enflasyon yüksek çıkacaktı. Dolayısıyla da hem emekli memurların hem işçi emeklisinin hemen hemen hepsinin enflasyona göre farklı ödeniyor. Burada mağdur edilmiş oluyor. Bu zamların haziran enflasyonuna yansıtılmaması böyle bir sıkıntı yaratıyor. Ama hiç değilse bu input-output tablosundan hareketle önümüzdeki dönemde, enflasyonu bu zamların katkılarının ne olduğunu kamuoyuna açıklamaları lazım ki çalışanlar reel kayıplarının ne olduğunu gerçek anlamda görebilsin. Geniş halk yığınlarının beklentisi bu, mutlaka bu beklentinin karşılanması gerekiyor. 

‘Türkiye’nin fon geleneği temiz değil’

24 Haziran 2018 seçim sürecinde patlak veren ekonomik kriz, 31 Mart sürecinde tavan yaptı ve halen devam ediyor. Bu süreçte hükümet bazı paketler açıkladı ama vatandaş nezdinde kriz derinleşiyor. 23 Haziran'ın ardından birçok şeye zam yapıldı. Döviz, küçük düşüşler gösterse de konumunu sürdürüyor. En son bugün (27 Haziran) elektriği de zam geldiği öğrenildi. Bu noktaya nasıl gelindi?

Bu noktaya zaten hayali ‘yeni ekonomik program’ adı altında eski orta vadeli programlarla geldik. Devamlı paket açıklanıyor. Geçenlerde mesela Amerika'da sunumu yapıldı, bu yeni ekonomik program doğrultusunda 9 sayfalık bir yol haritası açıldı. Hangi birisi ciddiye alınabilecek önlemler? Mesela şöyle şeyler diyor: “Bir defalık gelir düzenlemelerine gidilmeyecek, ciddi bir gelir vergisi reformu yapılacak.” Bunların hangi birisi yapılıyor ki? Hala dolaylı vergilerin payı yüzde 74 civarında, doğrudan vergilerin payı ise yüzde 30. “Kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınacak.” Bu artık bildiğimiz bir hikaye hemen hemen her programda yer alan bir şey. Onun dışındakiler de zaten Cumhurbaşkanlığı yıllık programında tedbirlere döndürülen kamu istihdamında esneklik sağlanacağı hikayesi. Bu çok vahim bir şey. Çünkü burada ciddi anlamda kamu istihdamını esnekleştirmesi memurların güvencesini ortadan kaldıracak. Böyle durumlarla da karşı karşıya kalıyoruz. Dolayısıyla hem Yeni Ekonomik Program’ın hem de ondan sonra açıklanan Cumhurbaşkanlığı yıllık programının, daha sonra açıklanan 9 sayfalık yol haritasının emekçilere getireceği yeni bir şey yok. Bunlardan biri memurları ilgilendirir, diğeri de Kıdem Tazminatı Fonu. Israrla “sosyal taraflarla anlaşılarak aralık sonuna kadar bu çıkarttırılacak” deniyor. Bu da bir dayatma. Türkiye’nin fon geleneği temiz değil. Yakın bir örnek işsizlik sigortası fonu. Oradan işsizin dışında hemen herkes yararlanıyor. Bütçeye gelir transferi yapılıyor, GAP projelerinin yatırımları finanse ediliyor. Yani işçi dışında hemen hemen her kesime buradan kaynak transferi yapılıyor. Emek cephesine gelince herhangi bir düzenleme yok. Sermayenin güdümünde, sermayenin taleplerini dikkate alan bir program. Dolayısıyla buradan bir çıkış yolu olabilmesi güç. Krizi yaratanlardan hesap sormadan, krizin mağdurlarını daha da mağdur edecek düzenlemelerle bir çıkış yolu bulmak zaten zor.

‘Bakan’a değil programa itiraz ediyoruz’

Gündemde bir kabine değişikliği var. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak'ın kabineden çıkarılacağı konuşuluyor. Bu durumun tek sorumlusu Albayrak mı? Albayrak'ın olup, olmaması durumu değiştirir mi?

Aslında bizim kabine lafını bile kullanmamamız lazım. Ortada hükümet yok ki bunun kabinesi olsun. Tek adam rejimi. Yani eskidendi o. Eskiden hatırlayalım bir parlamenter rejimdi, bir hükümet vardı, meclis vardı. Hükümet meclise karşı sorumluydu. Müthiş bir denetim mekanizması çalışıyordu. Şimdi ise Cumhurbaşkanlığı, başkan yardımcısı cevap veriyor. Bir de iletişim merkezi var. Oraya dilekçe veriyorsunuz, size oradan yanıt üretiliyor. Dolayısıyla meclis devre dışı kalmış durumda. Bakanların parlamentoya karşı herhangi bir sorumluluğu yok. Daha doğrusu hepsi birer sekreter konumunda. Esas muhatap Tayyip Erdoğan.

Bütün bu düzenlemelerin dayandığı Kıdem Tazminatı Fonu, iş gücü piyasasının esnekleştirme çalışmaları tamamlanacak deniliyor. Güvencesiz çalışma hem kamuda hem özel sektörde hem iş gücü piyasasında hem kamu istihdam piyasasında esas olacak. Böyle bir ortamda bütün bu tedbirlerin dayandığı belge, Cumhurbaşkanlığının yayınladığı Cumhurbaşkanlığı yıllık programı. Dolayısıyla bu politikaların biricik üreticisi, siyasi sorumlusu Cumhurbaşkanı. Esas sorumludan talepte bulunuyorsun, “ne olur şu bakanı değiştir” diyorsun. O bakanın tek sorumlusu Cumhurbaşkanı. Ben bunu eski bir alışkanlık olarak görüyorum. Hala bu şekilde bazı çevreler bunu seslendiriyor. Ortada bir kere iktidar yok, hükümet yok, artı ana muhalefet partisi diye bir şey de olamaz bu sistemin içerisinde. Dolayısıyla bu sistemde bir muhalefet olur bir de iktidar olur. İktidarı da zaten Cumhurbaşkanı temsil ediyor. Bu anlamda bakanın değişmesi bir şeyi değiştirmez çünkü bakanın politikalarının onay müessesesi Cumhurbaşkanlığıdır. O orada tek adam rejimi olarak varlığını sürdürdüğü sürece kimi değiştirirseniz değiştirin, o programa bağlı olmak zorunda. O programı daha iyi ya da kötü yürütür ayrı bir tartışma. Biz şunu mu diyeceğiz “Maliye bakanı istediği gibi Tayyip Erdoğan’ın programını yürütemedi, değişsin.” Biz zaten programa itiraz ediyoruz.

‘Önümüzdeki dönemde enflasyon hedefleri alt üst olacak’

İktidar bloğu 31 Mart'ın ardından 23 Haziran'da da bir seçim yenilgisi aldı. 31  Mart öncesi iktidar tarafından yöneltilen ekonomi tehditleri karşılık bulamayınca, 31 Mart sonrası bu söylemden vazgeçildi ve pembe tablolar çizildi. Ekonominin seçmen tercihi üzerinde bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki görünüşte olabilir ama zaten AKP’nin seçmeni dikkat ederseniz hep böyle yardımlarla, sadakalarla idare edilmeye çalışan bir kesim. Ciddi bir şekilde yoksullardan AKP’ye oy veriliyordu. Tanzim satış yerlerinin de yaratılma amacı o. Yani tarımın gerçek sorunları çözülmeden, üretim planlaması yapılmadan, merkezi bir planla tarım bir yol haritasına sahip olmadan böyle palyesiz, işte “Hadi bize yandaş olun, ey süpermarketler, dağıtım şirketleri, hadi bir süreliğine sabredin zamlar yapmayın, biz de burada vatandaşı ucuz yedirelim” gibi çözümler palyetif çözümler. Bu üretici kooperatifleriyle birleştirilmeden, onlarla planlanmadan, merkezi devletin burada aktif rol alması söz konusu olmadan bu tür fiyat düzenlemeleri zaten palyetif olurdu. Bir miktar bunlarla yoksullar idare edildi marttan önce ama artık idare edilemeyeceği anlaşılıyor. Zaten onlar da vazgeçti bu işten farkındaysanız. Çünkü taşıma suyuyla değirmen dönmez. Nereye kadar gider bu? Enflasyonla mücadelede site bile kurdular biliyorsunuz. Şu şirketler bize katılıyor filan. Nerede o şirketler? Bırakın onu üretici fiyatlarıyla tüketici fiyatları arasındaki makas üretici fiyatları ile yine dönüyor. Bu ne demektir? Bazı üreticiler daha henüz perakende fiyatlarına bunu yansıtmamışlar. Yani yüzde yirmiler bandında TÜFE’nin dolaşması çok gerçekçi değil. Daha sonra TÜFE’de ödül fiyatlarındaki artışlar tüketicilere yansıtılacaktır. Dolayısıyla enflasyon hedefleri alt üst olacaktır önümüzdeki dönemde. Bunu hep beraber göreceğiz.

‘AKP kendi iç meselesinden zaten ekonomiye eğilemeyecek’

23 Haziran da göz önüne alındığında ülkeyi ekonomik anlamda ne bekliyor, iktidardan hangi adımları bekliyorsunuz? Bu adımlar halkın ekonomik problemlerini çözecek adımlar olabilir mi sizce?

AKP'nin ekonomik sorunlara siyasette en istikrarlı olduğu dönemde bile; düşünsenize kabine kurulmuş, bir umut vaat ediliyor, büyük bir heyecan var orada bile bu sorunlara palyetif çözümler önerdi. AKP bizzat sorunun odağında zaten. AKP'nin politikaları, geniş halk yığınları adına sorunları çözebilecek bir program olmaktan uzak. O daha çok sermayenin önündeki bariyerleri açan ama bunun bedelini emekçilere ödeten bir programın sahibi. Dolayısıyla burada ondan ekonomide 'yeni bir şeyler' beklemek son derece güç. Zaten siyasi istikrarı da artık eskisi kadar kolay olmayacak. Nedeni yerel yönetimlere göre büyük ölçüde kaybetmiş olması ve parti içinde muhalefet hareketinin de kıpırdanmaya başlaması…

AKP'nin ekonomiye zaten yeteri kadar eğilebilecek zamanı da olmayacak kendi iç meselelerinden dolayı.

Özlem Özcan - İleri Haber / 28.06.19