İdlib: Türkiye’nin niyeti radikalleri sindirip alanı kontrol etmek mi? - Fehim Taştekin

Ankara, İdlib’de radikalleri dizginleyip alanı kontrol etmekten bahsediyor. Afrin senaryosunu akla getiren bu yaklaşımın savaştan kaçınma adına Moskova’da kabul görmesi umuluyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 19 Şubat 2020
  • 12:07

ABD’nin Suriye’de daha fazla ileri gitmesi için teşvik ettiği, Rusya’nın ise durmasını istediği Türkiye, İdlib’e askeri sevkiyatını sürdürürken Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan dikkat çekici bir açıklama geldi. Akar, “Radikaller dâhil ateşkese uymayanlara karşı zor kullanılacak, her türlü tedbir alınacaktır. Ateşkesi sağlamak için ilave birlikler gönderiyoruz, alanı kontrol edeceğiz” dedi. 

İdlib konusunda Türkiye ile Rusya arasındaki müzakereler sonuçsuz devam ederken Amerikan kanadının heyecan yaratan destek sözü de Suriye Özel Temsilci James Jeffrey’nin Ankara temasları sırasında somut bir boyut kazanmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Suriye ordusu 1 Mart’a kadar Soçi Mutabakatı sınırlarına dönmezse Türkiye’nin müdahale edeceği uyarısı haritanın hızla değişmesini önleyemedi. Erdoğan’ın bahsettiği ateşkes hattı, “gerilimi azaltma bölgesi” olarak 4-5 Mayıs 2017'de Astana zirvesinde belirlenmiş ancak buradaki işleyiş 17 Eylül 2018’de imzalanan Soçi Mutabakatı ile bazı koşullara bağlanmıştı.

Suriye ordusu M-5 otoyolunu tamamen güvenceye aldıktan sonra M-4 otoyolunda ilerlemek yerine şaşırtıcı bir hamleyle Türkiye sınırındaki en büyük ikmâl kapısı Bab El Heva üzerindeki Etarib’e yöneldi. Bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ise İdlib kent merkezine yönelik bir konuşlanma stratejisi izliyordu. 15 Şubat itibarıyla TSK’nin Suriye’ye soktuğu araç sayısı 2 bin 25’e, asker sayısı 6 bin 500’e ulaştı.

Bu gelişmeler iki ülke orduları arasında doğrudan çatışma riskini artırıyor. Bu noktada Akar’ın açıklaması Türkiye’nin izleyeceği strateji ile ilgili bazı ihtimalleri akla getiriyor. 

Birincisi, Akar’ın radikallerin dizginleneceğine dair sözü, Soçi Mutabakatı’na dönüş sinyali olarak görülebilir. Türk askerinin bulunduğu 10 noktayı kuşatma altına alan Suriye ordusunu çekilmeye zorlamak bu saatten sonra tam teşekküllü bir savaşı gerektireceğinden Türkiye’nin Rusya ile yeni bir ateşkes hattı belirlemek için şansını zorlayacağı düşünülebilir. Ankara’da Rus heyetleriyle yapılan pazarlıklar ve liderlerin telefon görüşmelerinden şimdiye kadar netice çıkmadı. Bu görüşmeler çatışma riskinin azalması açısından olumlu görülse de sahadaki durum her an kontrolden çıkabilir. Temasların Afrin’de olduğu gibi İdlib’in TSK’ye bırakılması gibi bir sonucu doğurması çok iyimser bir beklenti. Moskova bu kez esnek davranmadığı gibi Şam da çok kararlı. 

İkincisi, Akar’ın açıklamasından Türkiye’nin doğrudan savaşı göze aldığı ve artık belli noktaları tutmak yerine alan hâkimiyetine yöneleceği sonucu da çıkabilir. Bu da başıbozuk vekil güçler ya da kendi gündemleri baskın gelen İslamcı grupların rolünü geriletip daha fazla Türk askerini sahaya sürmeyi gerektirir. Hükümete İdlib’deki stratejinin nokta değil alan kontrolü yönünde değiştirilmesini tavsiye eden yorumlar da gelmeye başladı. 

Ancak alan kontrolü vekil güçlerden vazgeçileceği anlamına gelmiyor. Farklı temayüller barındıran 40’ın üzerinde örgütü Suriye Milli Ordusu (SMO) çatısı altında toplayan Türkiye, bunları Suriye siyasetinin ana ekseninde tutmaya devam ediyor. Türkiye’nin, içinde eski El Kaide unsurlarını barındıran ve cihadi karakteri baskın olan Ulusal Özgürlük Cephesi’nden de vazgeçeceğine dair herhangi bir emare yok. Dahası Türkiye’nin kendi terör örgütleri listesinde yer alan Heyet Tahrir El Şam’a (HTŞ) yönelik esnek yaklaşımını düşmanlık boyutuna taşıyacağı da şüpheli. Aksine şu anda sahada fiilen HTŞ, Türkiye’nin müttefiki durumunda. İdlib’de kontrolü ele aldığı 2015’ten beri bu örgütü “ılımlılaştırma” yönündeki baskılar, Nusra Cephesi olan adının HTŞ olarak değiştirilmesi, El Kaide’ye biadının geri çekilmesi ve dışarıya karşı mücadelenin Suriye ile sınırlı olduğu ve artık küresel cihat örgütü olmadığı yönünde bir görüntünün verilmesini sağladı. Ama HTŞ şeri devleti hedefleyen cihatçı özünden bir şey kaybetmedi. Üstelik Türkiye ile Rusya arasında Soçi Mutabakatı imzalandıktan sonra HTŞ, Ankara’nın Astana sürecine kattığı örgütleri sahadan silerek İdlib’in yüzde 90’ını kontrol eder hâle geldi. Sahadaki yeni koşullara bağlı olarak bundan sonra Türkiye’nin baskısıyla yeniden isim değiştirir ya da Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılırsa cihadi karakterini yine kaybetmeyecektir. Eğer bu olursa değişen tek şey, Türkiye destekli çatının İslamcı karakterinin daha da güçlenmesi olabilir. HTŞ bir kenara Türkiye destekli diye makul örgüt muamelesi yapılanlar arasında da İslam Devleti’nin (İD) bayrağını sembol olarak omuzuna takanlar yok değil. 

Akar’ın sözlerini “Türkiye terör örgütlerine kalkan oluyor” suçlamasından kurtulma çabası olarak da görmek mümkün. 

Soçi Mutabakatı ile söz verdiği halde radikal grupları ayrıştırmayan Türk hükümeti, esasen şimdiye dek HTŞ’yi ulusal güvenlik tehdidi olarak görmedi. Erdoğan, Rusya’nın terörle mücadele savına karşı 29 Ocak’taki konuşmasında “Kendi toprağını savunanlar mı terörist? Bunlar direnişçi” sözleriyle bu konudaki tutumunu yineledi.

Niyetler bir kenara sonuç itibarıyla Türkiye, İdlib cephesinde geliştirdiği son müdahaleyle TSK’yi HTŞ ve ortaklarıyla aynı cephede buluşturdu. Suriye Milli Ordusu’ndan bazı unsurlar Afrin’den İdlib cephesine intikâl etse de Maaret El Numan, Serakıp ve Taftanaz gibi kritik yerlerin Suriye ordusuna geçtiği süreçte ana unsur HTŞ olageldi. 

HTŞ’yi Ulusal Özgürlük Cephesi izliyor. Türkiye’nin Suriye ordusunu durdurmak için ateş gücüyle destek verdiği Serakıp, Neyrab, Taftanaz ve Raşidin’deki karşı hamlelerde de başı HTŞ ve Ulusal Özgürlük Cephesi çekti. 2 Şubat’ta Halep kırsalındaki Camia El Zehra’da HTŞ’nin kızıl şeritli vurucu timi Asaib’ül Hamra’nın üç intihar saldırısıyla başlattığı karşı hamlede Orta Asyalı gruplar da vardı. Aynı yardımlaşma 4 Şubat’ta Han Tuman’daki saldırılarda da görüldü. Türk askeri gözlem noktasının bulunduğu El Eys de HTŞ’nin güçlü olduğu bir yerdi. 10 Şubat’ta Serakıp istikametinde Türk topçu ateşiyle desteklenen karşı harekâtta başı çeken yine HTŞ ve müttefikleriydi. 

Suriye ordusunun 6 Şubat’ta Dadik ve Neyrab cephesinde öldürdükleri arasında Ensar El Tevhid komutanı Ubeyde Ebu Cafer’in de olması El Kaide bağlantılı yapıların etkin katılımını gösteriyor. 

11 Şubat’ta Serakıp’da Türk ordusunun desteği ile başlatılan karşı hamlede yine HTŞ, Ulusal Özgürlük Cephesi ve Türkistan İslam Partisi öne çıktı. 

Verilen kayıplar açısından da HTŞ ve müttefikleri öne çıkıyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre 24 Ocak-10 Şubat arasında çatışmalarda ölen 545 savaşçının 405’i cihatçılardan oluşuyor. HTŞ lideri Ebu Muhammed El Colani de operasyonun hedefindeki 10 yerden sekizinde HTŞ’nin direniş ve karşı saldırılar gerçekleştirdiğini belirterek, “HTŞ bölgede süren savaşın en az yüzde 75’ini yürütüyor” diyor.

Bu tür süreçlerde ılımlı-radikal ayrımı da önemini yitiriyor. HTŞ’nin daha önce sahadan sildiği Nureddin Zengi Hareketi’nden 500 savaşçı cepheye döndü. Şimdi Mecd Müfrezesi bayrağını taşıyan bu grubun dönüşüne Türk istihbaratının isteği üzerine Ahrar El Şam aracılık etti. HTŞ ayrıca Zeytin Dalı Harekâtı bölgesinden Türkiye destekli grupların savaşa katılmasına engel olduğu suçlamasını da reddediyor. Buna karşın Türkiye’nin Libya’ya savaşçı gönderirken yakın işbirliği içinde olduğu Mutasım Bölüğü, Sultan Murad Tugayı, Hamza Tugayı, Feylak El Şam, Semerkand Tugayı gibi örgütlerin İdlib savaşında fazla sesleri duyulmadı.

Ulusal Özgürlük Cephesi “ılımlı” olarak lanse edilse de Rusya açısından bunların HTŞ’den farkı yok. Hatta HTŞ’nin yayın organı İba’ya bakılırsa 29 Ocak’ta Kürt Dağı civarında dört Rus askerinin öldüğü pusu Ulusal Özgürlük Cephesi’nin işiydi. Rusya bu olayı, Serakıp’ta sekiz Türk askerinin öldüğü saldırının ardından Türkiye’nin önüne koymuştu. 

Operasyon Türkiye sınırlarına yaklaştıkça tamamen HTŞ’nin kontrolünde olan bölgeler başlıyor. Hâliyle Türkiye’nin, 31 Ocak’tan bu yana aktif olarak sahada omuz omza verdiği yapıları nasıl karşısına alacağı sorusu bir kez daha önem kazanıyor. 

En büyük cihadi selefi gövde HTŞ olduğu hâlde acaba radikallerden kasıt sadece El Kaide’ye bağlı Huras El Din, Ensar El Tevhid (eski Cund El Aksa) ve Ensar El İslam ile Taliban’a yakın Uygurların örgütü Türkistan İslam Partisi, Çeçenlerin liderliğindeki Ecnad El Kafkaz, Özbeklerin örgütü İmam Buhari Tugayları ya da Özbek-Kırgız ağırlıklı Tevhid ve Cihad Tugayları mı? Ağırlıklı olarak Cisr El Şuğur ve Lazkiye kırsalında üslenseler de bu örgütlerin bir kısmı Halep’in batısı ve İdlib’in güneyi ve doğusundaki cephelerde HTŞ ile birlikte hareket ediyor. Erdoğan iç siyasetteki milliyetçi ve muhafazakâr dayanaklarını korumak için özellikle Orta Asya kökenli gruplar konusunda dikkatli davranıyor. Bu örgütlerle ortaklık da bunları dizginleyip alan hâkimiyeti kurmak da Suriye ordusunun yakaladığı ivme ve uluslararası ortam dikkate alındığında sürdürülebilir bir çözüm gibi durmuyor.

Al-Monitor / 16.02.20