Soçi Mutabakatı ile verdiği taahhütlere karşın kendisini İdlib çemberinde silahlı gruplara kalkan olarak konumlandıran Türkiye, 28 Ocak’ta Suriye ordusunun Maaret El Numan kasabasına girmesiyle bir kez daha izahı zor bir duruma düştü. Morek ve Surman’dan sonra Maar Hattat’taki Türk gözlem noktası da Suriye ordusunun kuşatması altında kaldı.
Ankara 12 gözlem noktasında asker tutma kararlılığını sürdürüyor, Rusya’nın havadan destek verdiği Suriye ordusunun ilerleyişini seyretmekle yetiniyor. Türkiye’nin desteğine bel bağlamış muhalif güçler ise hayal kırıklığı yaşıyor.
Bunun nedeni hem gözlem noktalarının beklendiği ölçüde işe yaramaması hem Türkiye’nin Libya’ya savaşçı taşıyarak cepheyi zayıflatması hem de Ankara’nın Moskova ile anlaşarak operasyona örtülü şekilde rıza göstermesi. Maaret El Numan öncesi yaşanan temas trafiği, operasyon konusunda Ankara’nın, Rusya ve Suriye ile zımnen anlaştığı yönündeki kanaatleri güçlendiriyor.
Suriye ordusunun son günlerde İdlib’deki hızlı ilerleyişi Ankara ile Moskova arasında oluşan bir mutabakata bağlanıyor. Dışişleri ve savunma bakanları düzeyindeki temaslar bir yana Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Rus muhatabı Vladimir Putin arasında 8 Ocak’ta gerçekleşen görüşmeyi, 13 Ocak’ta Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan ile Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı Ali Memluk’ün Moskova buluşması izledi.
Şam’dan telefonla Al-Monitor’a konuşan Suriyeli bir kaynak, “Fidan-Memluk buluşması, Erdoğan-Putin zirvesini tamamlar nitelikteydi. Bu toplantılarda İdlib konusunda operasyonun önünü açan bir mutabakat hasıl oldu” ifadelerini kullandı.
Hatta Moskova’daki görüşmelerin ardından Türk yetkililer, 15 Ocak’ta Reyhanlı ve Gaziantep’te muhaliflerin iki çatı örgütü olan Suriye Ulusal Ordusu ve Ulusal Kurtuluş Cephesi’nden komutanları toplayıp Rusya ile yapılan müzakerelerde gelinen noktayı paylaştı.
Bu görüşmelerde, Türkiye’nin M-4 ve M-5 otoyollarının açılması konusunda bir mekanizma bulma sözüyle Moskova’dan 15 günlük bir ateşkes sözü aldığı aktarıldı. Yani Türkiye, Astana Mutabakatı çerçevesinde ilan edilen dört gerilimi düşürme bölgesinde artık ateşkes rejimini koruyamayacağı mesajını vermiş oldu.
17 Eylül 2018’de Putin ile Erdoğan arasında Soçi’de varılan mutabakat İdlib’in etrafında bir tampon bölge oluşturulmasını, buralardan ağır silahların çekilmesini, terör örgütlerinin diğerlerinden ayrıştırılmasını ve en önemlisi M-4 ile M-5 otoyollarının açılmasını öngörüyordu. Belirlenen takvim 31 Aralık 2018’de doldu ama Türkiye taahhütlerini yerine getiremedi.
Üstelik bu süreçte terör örgütü olarak listelenen Heyet Tahrir El Şam (HTŞ) ve El Kaide çizgisindeki gruplar İdlib’in yüzde 90’ını kontrol eder hâle geldi. Maaret El Numan’ın İdlib içindeki konumu bilhassa özeldi. Burası HTŞ’ye karşı çıkan muhalif grupların en güçlü olduğu yerdi. 2018’de HTŞ burayı da kuşatmış, ancak çatışma olmadan sağlanan bir uzlaşıyla kentin yönetimi HTŞ’nin sivil ayağı Kurtuluş Hükümeti’ne bırakılmıştı.
Gerilimi düşürme bölgelerinden üçü daha önce muhalif cephelerin çözülmesiyle zaten hükümet güçlerinin kontrolüne geçtiği için 15 günlük süre sivillerin tahliyesi için üç kontrol noktasının kurulmasına yönelik bir moladan öteye geçen bir anlam taşımıyor.
9 Ocak’taki ateşkes ilanının ardından Savunma Bakanı Hulusi Akar, 11 Ocak’ta Moskova ile ateşkesin uygulanmasına yönelik yeni bir uzlaşıya varıldığını açıkladı. Bölgeden kaçanların Türkiye’ye yönelmesini önlemek ve hükümet güçlerinin kontrolündeki bölgelere geçişlerini sağlamak için İdlib’in güneyinde Hama’ya açılan Habit, doğusundaki Ebu El Zuhur ve kuzeydoğusunda Halep’e bağlı Hazır’da kontrol noktaları kuruldu.
Rusya’nın tanıdığı sürenin dolduğu 24 Ocak’ta operasyonlar bütün şiddetiyle yeniden başladı, Suriye ordusu dört günde 24 yeri ele geçirdi.
Yerleşim merkezlerinin yanı sıra Vadi El Deyf Askeri Üssü’nde de kontrol sağlandı. Muhaliflerin pozisyonunu güçlendiren Vadi El Deyf, 2014’te HTŞ’nin orjinal yapılanması Nusra Cephesi’nin kontrolüne geçmişti.
Muhalif kaynaklara göre, Suriye ordusu “yakıp-yıkarak” geçme politikasıyla ilerledi. Bu da operasyonun önündeki frenlerin devreden çıktığını gösteriyor. Bu fren, Rusya’nın Türkiye’yi teskin etme ve işbirliği içinde tutma ihtiyacından kaynaklanıyordu.
Muhalifler Maaret El Numan’da şiddetli direniş gösterdiklerini söylese de bazı kaynaklar, ordunun büyük bir direnişle değil daha çok bubi tuzaklarıyla karşılaştığını kaydetti.
2012’de hükümetin kontrolünden çıkan Maaret El Numan’ın tekrar el değiştirmesi birkaç açıdan önemli: Sadece HTŞ değil Türkiye’nin desteklediği gruplar en önemli kalelerini yitirmiş oldu. Bu, Erdoğan’ın hâlihazırda tarumar olmuş Suriye planları açısından da bir kayıp sayılır. Suriye yönetimi ise Halep’i Hama, Humus ve Şam’a bağlayan M-5 otoyolunu açma yolunda hâyli ilerledi. İlk ciddi yarılma ağustosta Han Şeyhun’un alınmasıyla gerçekleşmişti.
Maaret El Numan’dan sonra Halep’e doğru geriye kalan en önemli bariyer M-5 ve M-4’ün kesişme noktası olan Serakıp. Halep’in güneybatısındaki Han Tuman’ın Maaret El Numan’dan sadece 24 saat sonra el değiştirmesi de bu sürecin beklenenden hızlı gerçekleşeceğini gösteriyor.
Bazı kaynaklar ise Suriye ordusunun Serakıp’a yüklenmeden önce Zaviye Dağı’ndan gelecek karşı saldırıları önlemek için evvelâ Maaret El Numan’ın batısında yer alan Kafr Nubl ve Kafr Sacna gibi yerleri sağlama alacağını öngörüyor.
Bu güzergâhta operasyon devam ettiği takdirde Türkiye’nin kuşatma altında kalan askeri gözlem noktalarının sayısı altıyı bulabilir. Maaret El Numan operasyonuna paralel olarak Suriye ordusunun Lazkiye’nin kuzeydoğusu ve İdlib’in batısında bazı mevzilere yüklenmesi hem muhalif cepheyi farklı yerlerde oyalama hem de M-4 otoyolunu açma hazırlığı olarak görülebilir. M-5’in açılması Suriye yönetiminin bölgede hareket kabiliyetini artırır.
Öte yandan İdlib’in batısı ile Lazkiye kırsalı arasında kalan bölgelerin dağlık olması, yeraltı tünelleri ile savunma hatlarının kurulması ve artık gidecek yeri kalmayan çok fazla deneyimli yabancı savaşçı barındırması nedeniyle taraflara çetin bir savaş vaat ediyor.
Maaret El Numan’ın düşüşü karşısında Türkiye, bir taraftan Rusya’ya uyarılarda bulunurken diğer taraftan Kafr Luseyn’den Serakıp’ın güneyine doğru 12’si zırhlı 30 araçtan oluşan takviye güç gönderdi. Fakat bu hareketlilik durumu değiştirecek boyutta değildi.
Siyasi demeçler her kritik dönemeçte olduğu gibi yine keskinleşti. Savunma Bakanlığı, "Astana ve Soçi mutabakatları kapsamında görev yapan gözlem noktalarımızı tehlikeye atacak her türlü girişime en sert şekilde karşılık verilecektir" uyarısında bulundu.
Erdoğan ise “Astana süreci diye bir şey de kalmadı. (...) Şu an itibarıyla Rusya, Astana’ya da Soçi’ye de sadık değil” derken saldırıların durmaması hâlinde Türkiye’nin gereğini yapacağını söyledi.
Peki gereği nedir? Türkiye ne yapabilir? Bu konuda açık bir strateji yok. Bir yanıyla iç kamuoyuna dönük olan bu sözler, diğer yanıyla Cenevre’deki anayasa yazım sürecinin neticesini görünceye kadar İdlib’de süreci yavaşlatma beklentisini yansıtıyor. Bir senaryoya göre Suriye ordusu, Rusların tavsiyesi doğrultusunda M-4 ve M-5 otoyollarını, hatta İdlib’in merkezini ele geçirdikten sonra operasyonlara ara verebilir.
Uzlaşmaya yanaşmayan unsurların geleceğinin tayin edileceği ya da Cenevre’deki sürecin tamamlanacağı güne kadar Türkiye sınırlarına bitişik yerlerde güvenli bölge oluşturulabilir, ki Türkiye sığınmacılar için bu alanlarda konut yapmayı da gündeminde tutuyor. Güvenli bölge senaryosu, Türkiye sınırlarındaki göç baskısına çare olarak da dillendiriliyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, 1 Aralık 2019’dan bu yana İdlib’de evlerini terk edenlerin sayısı 505 bin olarak veriyor.
Elbette İdlib’in geleceğini Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerden ayrı tutmak mümkün değil. Artık M-4 ve M-5 otoyolu üzerindeki temizliğe engel olmasa da Erdoğan, Suriye’de üç cepteki Türk askeri varlığıyla birlikte İdlib etrafındaki askeri gözlem noktalarını pazarlık kozu olarak elinde tutmak istiyor.
Al-Monitor / 31.01.20