“Rusya, Astana’ya da, Soçi’ye de sadık değil” diyor. İdlib’de operasyonlar durdurulmazsa Türkiye’nin askeri yanıt vereceğinden bahsediyor.
Gayet sert! Ateşin yamaçlarında barut kurutuyor.
Suriye ordusu, Rusya’nın desteğiyle Aralık’tan beri İdlib’de vura vura ilerliyor.
Son süreçte Türkiye-Rusya ve Suriye-Türkiye arasında dikkat çekici görüşmeler gerçekleşirken muhalif saflarda Ankara’nın operasyonlara rıza gösterdiğine dair bir kanaat de oluşmuştu.
Haliyle sormak lazım: 9 Ocak’tan itibaren Rusya nezdinde Dışişleri ve Savunma bakanları düzeyinde yürütülen temaslardan çıkan sonuçlar, Ankara’nın artık Suriye devletinin kendi topraklarını kontrol altına almasını önleyemeyeceğini göstermiyor muydu?
MİT Başkanı Hakan Fidan’ın 13 Ocak’ta Moskova’da Suriye Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Ali Memluk’la buluşması yeni bir evreye geçildiğinin resmi değil miydi?
Bu toplantılardan sonra Türk yetkililer, 15 Ocak’ta ‘Suriye Ulusal Ordusu’ ve ‘Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin komutanlarını Reyhanlı ve Gaziantep’te toplayıp “M-4 ve M-5 otoyollarını açmanın yolunu bulmamız gerekiyor” demedi mi? Bu bir bakıma artık Türkiye’nin silahlı yığınlara kalkan olamayacağı ve başlarının çaresine bakma zamanının gelmekte olduğu mesajı değil miydi?
Türkiye ile Rusya arasında varılan mutabakatla operasyonlara 9-24 Ocak arasında mola verip İdlib’deki sivillerin Hama ve Halep’e tahliyesi için Hazır, Ebu el Zuhur ve Habit’te kontrol noktaları kurulmadı mı?
Bu toplantıları takiben “İdlib Emirliği”nde özel bir yere sahip olan Maaret el Numan, 28 Ocak’ta tekrar ordunun kontrolüne geçti. Oluşan görüntü sanki Ankara’nın çaresizce geçit verdiği yönündeydi. Çünkü sanıldığının aksine kentte kıyameti andıran bir direniş olmamıştı.
Çaresizce Rusya’nın dediğine gelindiyse Türkiye’yi ateşe iten bu öfke neden?
“Tamam, otoyolu açın ama orada durun” denildiyse henüz M-4 ve M-5 açılmadı.
Maaret el Numan’dan sonra operasyon M-5 ve M-4 kavşağındaki Serakıp istikametinde ilerlerken tescilli “terör örgütü” Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile Türkiye destekli gruplar Halep’in batısı ve kuzeyinde cepheler açarak Suriye ordusuna ağır kayıp verdirtti. En az üç bomba yüklü araç kullanıldı. HTŞ’nin yanı sıra Türkiye destekli Semerkand Tugayı, Cephet’uş Şamiyye, Ahrar’uş Şarkıyye, Ceyş’ul Şarkıyye, Dokuzuncu Fırka, El Mecd Müfrezesi, Ahrar el Şam gibi örgütler de eşlik etti. Saldırılar, Maaret el Numan’ın intikamıydı. Rusya ise Fırat Kalkanı’nın kontrolündeki El Bab’da göreceli dokunulmaz olan Türkiye destekli grupların mevzilerini cehenneme çevirdi. Bu yanıt aynı zamanda bu alandaki silahlı grupların sorumluluğunu üstlenen Ankara’ya idi!
Ne yazık ki Suriye ordusu ilerledikçe askeri gözlem noktaları bir bir kuşatılıyor. Her seferinde iki ülke orduları karşı karşıya kalacak korkusu yaşanıyor. Morek ve Surman’dan sonra Maaret el Numan operasyonu sırasında Maar Hattat kuşatıldı. M-5’i açmaya dönük operasyon sürerse güzergâhta Tel Tukan, El Eys ve Raşidin’deki gözlem noktaları var.
TSK ise üç gündür Serakıp’a askeri sevkiyat yapıyor. İkisi M-5 üzerinde üç yeni barikat kuruldu. Bu hamleyle Serakıp için “Geçilmez” denilmiş oldu. Ağustos’ta Han Şeyhun el değiştirirken benzer bir hamlede bulunulmuş ama gidişatı etkilememişti. Dün TSK’nin Suriye ordu mevzilerine ateş açtığına dair iddialar da hızla yayıldı. Suriye ordusu da kararlı; son birkaç gün içinde 250’nin üzerinde kaybı var. Yani durum ciddileşiyor.
***
Türkiye’nin bu duruma nasıl düşürüldüğünü anlamak için süreçle ilgili notlarımızı tekrarlamamız gerekiyor.
Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı Aralık 2016’da Moskova Deklarasyonu, Ocak 2017’de Astana Deklarasyonu, Mayıs 2017’de ‘Gerilimi Düşürme Bölgeleri Anlaşması’ ve Eylül 2018’de Soçi Mutabakatı’na ortak ettiğinde kanlı oyunun bitiş sahnesi başından belliydi.
Astana platformundan terörle mücadele ve Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusunun yapılmadığı tek bir bildiri çıkmadı. Erdoğan operasyonlara karşı sesini yükselttikçe Putin de ilan edilmiş ortak hedefleri hatırlattı. Bu süreç Doğu Halep, Doğu Guta ve Dera-Kuneytra gibi cephelerde uzlaşmayı kabul etmeyen İslamcı örgütlerin Türkiye’nin kolaylaştırıcı rolüyle İdlib’e taşınmasını sağladı. Bu stratejiyi belirleyenler, İslamcı örgütleri baş hamisine doğru süpürüyordu. Yani Suriye cephesine giriş kapısı, gönderme kapısı olarak kurgulanmıştı.
Bunu kabul eden siyasi aklın tek hesabı oyunda kalmaktı!
Ne için?
Yarım kalmış Suriye hevesler için…
Oyunbozanlık için…
Türlü türlü hesaplarla bu örgütleri yedekte tutabilmek için…
Kürtlerin liderliğindeki özerkliğe karşı askeri harekâtlara yeşil ışık alabilmek için…
Bu örgütlerle ‘güvenli’ bölgeleri tutmak için; yani bunları “mayın eşeği” gibi kullanmak için…
Bu ‘için’ uzar da uzar.
17 Eylül 2018 Soçi Mutabakatı’nda ise akla ziyan bir gözü karalık ile Erdoğan imkânsız görevler üslendi.
Mutabakata göre İdlib’in etrafında 15-20 kilometrelik silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulacak, 10 Ekim 2018’e kadar tank, roketatar, top ve havan gibi ağır silahlar bu bölgeden çıkartılacak; 15 Ekim 2018’e kadar tüm terörist gruplar bölgeden uzaklaştırılacak; 31 Aralık 2018’e kadar M-4 ve M-5 otoyolları açılacaktı. Ortak açıklamalarda tekrarlanan bir taahhüt daha vardı: Siyasi süreci kabul eden örgütlerin teröristlerden ayrıştırılması.
İnce düşünülmüş bir final sahnesi! Vaat ettiği tek şey İdlib’e tutunanlar için yenilgi, bunları destekleyenler için hezimet. Astana’dan sonra Suriye’deki diğer cepheler çözülürken en sona İdlib’in bırakıldığı aşikârken Soçi Mutabakatı’na imza atmak cesaret işiydi.
Halep-Lazkiye ve Halep-Hama yolu açıldığında İdlib’e yığılmış örgütler için Türkiye sınırlarına yaslanıp kaderlerini beklemek ya da sınırları aşıp bize karışmaktan başka bir çare kalmıyor. Libya seferi diyebilirsiniz, fakat o da çare değil. Herkesin gözü Türkiye’de. Beri taraftan Rusya, Türkiye’nin göçle ilgili kaygılarını aşağı çekmek için sınırda ‘geçici tampon’ fikrine de açık durabilir. Siviller ve milislerin bir süre daha tutulacağı ve ikinci bir finalin çekileceği sahne.
***
Neticede Erdoğan, Soçi Mutabakatı ile verdiği sözleri yerine getiremedi. Putin de “Senin yapamadığını ben yapıyorum” diyor. Erdoğan, Putin’in “terörle mücadele” gerekçesini de reddediyor. İdlib’in yüzde 90’ına hükmeden HTŞ, BM kararı gereği Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde. Ama bu, Erdoğan’ın içine sinen bir durum değil. Esad yönetimine karşı savaşan herkes ‘muteber direnişçi’ sayılmalıydı!
Bu refleksle Erdoğan, ABD ile aynı tele basıyor. Amerikalılar Suriye’nin mahvına yarıyorsa her tür örgüte göz yumabilir. Terör listelerinde olsalar dahi! Nasıl olsa ılımlılaştırma cinliğiyle HTŞ, El Kaide’den azat oldu. Artık paralel El Kaide. ABD’nin özel temsilcisi James Jeffrey geçenlerde basın toplantısında baklayı ağzından çıkardı; HTŞ’nin Esad’la savaşa odaklandığına dikkat çekerek “Henüz biz bu iddiaları kabul etmedik ama kendileri, terörist değil vatansever muhalif savaşçılar olduklarını iddia ediyorlar. Bir süredir uluslararası bir tehdit oluşturduklarını görmedik” dedi. ABD’nin terör örgütleri listesinde olmasa cümlenin ilk yarısını da kurmayacak! HTŞ ve müttefiklerinin sivil alanlar ve hükümet güçlerine düzenledikleri saldırıları da “Kimsenin zarar görmediği saldırılar” diye masumlaştırıyor. IŞİD de hilafet kurup CIA’in eğitip donattığı örgütleri tasfiyeye kalkışmasaydı pekâlâ devrimci sayılacaktı. Güçleri yetse HTŞ’nin IŞİD’den türediğini de unutturacaklar.
Ayrıca Jeffrey Erdoğan’a “Putin’e güvenemeyeceğini açıkça söylemiştik” diye akıl verirken Türkiye’nin İdlib’de asker bulundurmasını desteklediklerini söylüyor. Yani lafı “Rusya’nın açtığı kapıdan girsen de sen NATO’nun oyununu oynamaya devam et” demeye getiriyor. Erdoğan o oyunu zaten oynuyor; Amerikalıların açıkça yapamadığını yaparak eşsiz bir hizmet sunuyor. Bu hizmetten son 10 yılda en fazla yararlanan İsrail oldu.
ABD, Türkiye’nin katkılarıyla İdlib’in kanayan yara olarak kalmasını isterken şu sıralar özellikle Suriye’yi çökertecek yaptırımlara ağırlık veriyor. Caesar Suriye Sivil Koruma Yasası çerçevesinde yaptırımlara eşlik etmeleri için Avrupa’ya da baskı yapıyor.
Rusya yaptırım sarmalının Cenevre’deki anayasa çalışmaları ilerlerken kırılmasını umuyordu. Ancak çalışmalar uzadığı gibi yaptırım sopası da devreden çıkmıyor. Bu yüzden Rusya, Suriye’nin yeniden inşasına Türkiye’yi ortak ederek bu cendereden çıkmanın hesaplarını yapıyor. Bunun için de Şam-Ankara barışı şart. Taraflar birbirini test etse de buzlar kırılamıyor. Türkiye inatla, artık tüm destekçi ülkelerin kendileriyle ilişkilendirmekten kaçındığı İslamcı örgütler üzerinden hayallerini canlı tutuyor. Hâlâ Cenevre’de anayasa yazılır da bu gruplar Şam’da iktidara ortak olur hesabı güdüyor. Bu grupları ve sahadaki Türk askeri varlığını koz olarak görüyor.
Suriye siyasetindeki hezimetlere rağmen kalan parçaya iyice zımbalanan beklentiler değişmiyor: Suriye’de siyasi geçiş süreci başlayacak, Türkiye yeni Suriye’de söz sahibi olacak ve elbette Kürtler evlerine eli boş dönecek!
Uygulanabilir bir çıkış stratejisi evvela bu tehlikeli oyuna son vermeyi gerektiriyor.
Gazete Duvar / 03.02.2020