Kürenin yedi gününde bu hafta Covid-19 virüsünün yeni varyantlarının yarattığı etki tartışılmaya devam etti. İngiltere, Türkiye, Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerde virüsün mutasyona uğramış şeklinin derinlikli araştırma istediği, aşı olan bazı kişilerin yeniden virüse yakalanmasıyla gündeme geliyor. Mutasyona uğramış yeni türlere var olan aşıların etki edip etmeyeceği konusunda kesin bir şey söylenemiyor. Henüz dünyanın yüzde 90’dan fazlası aşıya erişmemişken, var olan aşıların mutasyonlara karşı etkisiz kalma ihtimali hem psikolojik çöküşe hem de ekonomik kaygılara neden oluyor.
Gündemde üst sıralarda yer alan bir diğer konu, ABD Başkanı Joe Biden’ın insan hakları konusunda alacağı tutum. Trump döneminde soruşturması yapıldığı halde Cemal Kaşıkçı dosyasının ABD Senatosu'yla paylaşılmaması, Suudi Arabistan ile ilişkiler için insan haklarının feda edildiği yorumlarına neden olmuştu. Biden, bu raporu paylaştı ve raporda Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinde payı olduğu bilgisinin raporda yer aldığı görüldü. İşte bu noktada Biden’ın insan hakları ihlalleri ayyuka çıkmış devletlerle nasıl bir ilişki kuracağı, yalnız Suudi Arabistan’da değil, Türkiye ve Mısır’da yakından takip ediliyor.
Gündemde yer alan son başlık Ekim 2020’den beri konuşulan bir konu: Hindistan’daki çiftçi protestoları. Hükümetin Eylül 2020’de meclisten geçirdiği yasa sonrası başlayan ve katılımın yüzbinleri bulduğu bu protestolar, sadece Hindistan için dünyanın genelindeki tarım politikaları konusunda önemli ipuçları sunuyor. Bu hafta çiftçi protestolarına yakından bakacağız.
Hindistan’da tarım, isyan çıkaran yasa ve devlet
Narendra Modi hükümeti Eylül 2020’de tarım sektörüne gözlerin çevrilmesine neden olan üç yasa tasarısını meclisten geçirdi. İlk yasa çiftçileri, ürünlerinin şu anda devlet tarafından garantili bir asgari destek fiyatından (MSP) alındığı sistemden mahrum bırakıyor ve devlet tarafından düzenlenen pazarlar dışında satmaya teşvik ediyor. İkinci yasa, aracılar tarafından tahıl stoklamakla ilgili mevcut kısıtlamaları esnetirken, üçüncü yasa sözleşmeli tarımı hayata geçirmek için gereken yasal çerçeveyi sunuyor. Hükümet bu düzenlemenin çiftçilere ürünlerini pazarlama özgürlüğü sağlayacağını, özel yatırımı teşvik edeceğini iddia ediyor.
İktidar kanadından gelen bu açıklamalara çiftçi örgütleri ve milyonlarca tarım üreticisi karşı çıkıyor, hükümeti gerçeği çarpıtmakla ve tarım tekellerine çiftçileri kurban etmekle suçluyor. Hindistan’da protestoların ve hükümetle çiftçi örgütleri arasındaki düellonun önemiyse şu: Hindistan’da tarım sektörünün ölçeğini beliyorlar.
Hindistan’ın 2.9 trilyon dolarlık Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nda (GSYH) tarım sektörü yüzde 15 paya sahip. Tarımın GSYH içinde payı çok yüksek gibi görünmüyor olsa da ülkedeki istihdamın yüzde 60’ının, yaklaşık 800 milyon insanın geçimi bu sektöre bağlı. Times of India’nın Ekim 2020’de derlediği verilere göre Hindistan'daki çiftçilerin yüzde 85'i, beş dönümden daha az veya sadece beş dönümlük arazileri işletiyor. Küçük çiftçilerin işlettiği bu arazilerin yüzde 46'sı tarımsal üretimin yarısından fazlasını oluşturuyor. Dahası burada üretilen sebze-meyve ve süt, yüksek değerli mahsuller toplam tarımsal çıktısının yüzde 70’den fazlasına tekabül ediyor.
Özetlemek gerekirse Hindistan’ın aşırı kurak ve aşırı yağmurlu kesimleri dışarıda tutulduğunda tarım yapılabilen bölgelerin belkemiğini küçük tarım arazilerindeki çiftçiler oluşturuyor. Neredeyse bir milyarlık nüfusa geçim kapısı olan bu sektör, 1960’da hükümetin yeşil devrim adını verdiği tarım politikasıyla şekillendi. Hükümet, 1960’lardan itibaren bağımsızlığını kazanan Hindistan’ın kıtlık yaşamaması için tarımda taban fiyat uygulaması, gübre ve mazot desteği, haşereyle mücadele ve ilaçlama, pazar ağı gibi destekler sundu. Ancak bu destekler 1990’lardan itibaren küçük küçük kesilmeye başladı. Hindistanlı uzmanlar ve sendikalara göreyse son düzenleme çiftçileri adeta ölüme terk edecek.
Çiftçilerin durumu ve itirazlar
Son yasalara göre çiftçilere verilen destekler son bulacak. Yani hükümetin tarıma olan desteği, yerini piyasanın kendi önceliklerine göre belirlediği destek ve çıkarına bırakacak. Daha önemlisi taban fiyat uygulamasına “paydos” denecek. Hindistan ve Türkiye’nin aralarında olduğu ülkelerde hükümetin uyguladığı taban fiyat uygulaması, sorunlu ve iyileştirmeye ihtiyaç duysa da çiftçiler açısından ekilecek ürün ve yıllık bazdaki öngörü açısından önemli. Bu uygulamanın kaldırılması iki açıdan sorunlu.
Birincisi, küçük çiftçilerin depolama alanı yok, yani mahsulü tarladan kaldırdıktan sonra koyacak yer sorunları var. Çiftçiler, daha önce mahsulü hükümete sattığı için üretimini ayarlayabiliyordu. Ancak bu defa ortada bir devlet olmayacak. Tarladaki mahsul, ya depoya kira ücreti ödenerek toplanacak ya da depoları olan büyük tarım şirketlerine, bu şirketlerin insafına kalan fiyatlarla satılacak. İki yönlü bir sıkıntı var. İlk olarak çiftçinin tarım depolarına sattığı ürünlerinin yer yer Türkiye’de görülen istifçiliğe ve piyasada fiyatları yükseltmek için yapay arz kesintisine neden olması. İkincisi, yanlış kurulan adalet terazisi. Şöyle ki, daha önce hükümetin kilosu 20 rupiden aldığı bir ürünü, tarım tekellerinin 5 rupiye almasına engel bir durum yok. Bu şirketler, küçük çiftçilerin depolarının olmadığını, eğer satamazlar mahsulün tarlada kalacağının farkında. Tüm bu eşitsizliğe rağmen devlet, bu iki grubu baş başa bıraktı.
Yasanın yarattığı ikinci büyük sorun daha ürkütücü. Hükümetin serbestleşme olarak sunduğu adım, büyük tarım şirketleri, özellikle çok uluslu olanları için ciddi bir avantaj, üstelik piyasayı yeniden şekillendirecek kadar. Çok uluslu şirketler, yalnızca Hindistan’da değil, dünyanın pek çok yerinde etkin bir pazar gücüne sahip. Bu şirketlerin önceliği Hindistan halkının ihtiyacından ziyade, bazen lüks tüketime giren tarım ürünlerinin üretilmesi ve dış pazarlara satılması. Bu noktada üretici, şirketlerin belirlediği ürünleri, onların verdiği fiyatlara satmaya razı olacak. Çiftçilerin bu alışverişten kazançlı çıkması bir yana borçla çıkacağını hatta toprağından olacağını tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyor.
Çiftçilerin tam da bu noktada “topraksız kalacağız” demesi de boşuna değil. Toprak mülkiyeti konusunda Hindistan’a dönük bir inceleme yapıldığında henüz 1975’lerde Pencap’ta tarım arazilerinin yüzde 85’inin yüzde 10’luk bir nüfusun kontrolüne geçtiği biliniyor. Pencap örneği gelecek konusunda da fikir veriyor. Üstelik Hindistan’da çiftçilerin içinde bulunduğu ekonomik açmaz bu argümanı güçlendiriyor. Şöyle ki, Hindistan parlamentosunun Eylül 2020’de yayınladığı belgeye göre yalnızca 2019’da 10 binden fazla çiftçi, borçları ve içine düştüğü çıkmaz sebebiyle intihar etti. Ayrıca Hindistan’da çiftçi intiharlarında ciddi artış var, toplam intihar vakalarının yüzde 7.4’ü çiftçi intiharlarından oluşuyor.
Özetlemek gerekirse, Modi Hükümeti, ülkede büyük bir açmaz yaşayan tarım sektörüne devlet desteği sunmak yerine, onları büyük çiftçi grupları ve çok uluslu şirketlerin insafına bırakıyor. Bu durumsa bizi yeniden devlet tartışmasına götürüyor. Hem tarihsel deneyim hem de Hindistan’da devletin dönüşümü bize bir gerçeği yeniden hatırlatıyor: Kapitalist devletin büyük sermaye grupları ve egemenlerin çıkarları için durduğu yer. Açıktır ki devlet, bu örnekte olduğu gibi ezilen ve ezilecek olanın yanında değil, tarafsız da değil, ki böylesi güç eşitsizliğinde tarafsızlık güçlüden yana olmaktır. Buna karşı devlet üzerine kafa yoran Lenin başta olmak üzere pek çok düşünür, isyanlara da dikkat çekiyor. Tarih boyunca ezenler kadar ezilenler de isyan etti, bazen başarılı olup tarihi değiştirdiler, bazen yenildiler. İşte bu noktada Hindistan’da traktörlerle, sabanlarla sokaklara inen, yolları kapatan, kaleleri işgal eden çiftçiler de bugün ezenlerin iktidarına karşı ezilenlerin sesi. Protestolara buradan yaklaşmak bile tarih ve çiftçiler geleceği için önemli.
Gazete Duvar / 07.03.21