Hanımın ajansı – Önder Algedik

Atık sektörü bugün Emine Erdoğan’ın himayesinde. AK Parti başkanı bugün bunu gönül rahatlığı ile söylüyor. Artık ülkede özelleştirilen kamu kuruluşları devri bitti, Çevre Bakanlığı’nın atık sektörüne dair faaliyetleri kişiselleştiriliyor. Öyle ki kendisi 84 milyon insanın, 38 milyar TL’lik atık sektörünün patronu oluyor. Hem de halktan alacağı 10 milyar TL ile kilit oyuncu haline geliyor.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 14 Aralık 2020
  • 09:15

Türkiye her şeyin açık açık yaşandığı, ama bunları milyonların görmemesi için çalışıldığı müthiş bir ülke. Ülkede çok güçlü bir kapitalist ideoloji var. O ideolojinin propaganda makinesi o kadar güzel çalışıyor ki. Kapitalist propagandada ilişkiler bir şirket ilişkisi gibi. İşin sahibi devlet, devamında şirketler, muhalefet, sivil kuruluşlar ve en altta halk var.

İktidar o kadar kendinden emin ki, ortalıkta itiraf ediyor. Muhalefet ise iktidarın ajandasından bihaber. Evet, konumuz 12 Ekim’de Meclis'e gelen, 14 ve 15 Ekim’de komisyondan geçen ve 45 gün boyunca kimsenin ağızını açmadığı, kimsenin halka anlatmadığı Türkiye Çevre Ajansı yasa teklifi.

Aslında yeni kapitalist düzende herkesin yerini alma savaşı verdiği ama bunun halka anlatılmadığı yeni bir düzendeyiz. O yüzden hiçbir kanunda halkın adı geçmez, halka yüz verilmez, sufle bile verilmez. Çünkü ana taşeron iktidardır ve bu düzeni bir maestro gibi yönetiyordur. 

Poşetten çevre ajansına kısa bir özet

2 yıl önce bu günlerde Meclis, depozito sistemini getirecek ve poşeti kısıtlayacak, mevcut yönetmeliği öldüren bir kanun tasarısı getirdi. Bunu muhalefet bilmiyordu. Çünkü muhalefet kendini sadece sorular soran, ama sorgulamayan, çalışmayan ve eline bir kâğıt verilirse ancak onu okuyan bir yere kilitlemişti. Konu gündem olana kadar susan, gündem olunca da ’Nutuk Siyaseti’ silahını en güçlü şekilde kullanan bir yapı olmuştu.

Poşet kanunu geçti ama iktidar pişman oldu. Halk detayları öğrendikçe kızdı ve bu dalga dalga yayıldı. 25 kuruşluk poşet meselesi halkı devrimcileştirdi. Bunun böyle olduğunu iktidar seçimlerde derinden hissetti.

O günlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı, Emine Erdoğan’ın ‘himayesinde’ çeşitli çalışmalar yapıyordu. Salda Gölü’ne yapılacak inşaatın toplum nezdinde meşrulaştırılması için ziyaret, poşet tepkilerine karşı kamu spotları çıkartma, sipariş haberler gibi işlerde “himayesini” sürdürüyordu. Zaten AK Parti, ajandası olan bir iktidar. Daha o günlerde bir ‘sıfır atık vakfı’ kurma çalışmaları başlamış, 12 Temmuz 2019’da Sıfır Atık Yönetmeliği Resmî Gazete'de çıkmış, Sıfır Atık Vakfı ile ilgili taslak Ağustos 2019‘da kurumlara (1) gönderilmişti. Vakıf ne aşamada bilmiyoruz ama bir şekilde çalışıyor.

İşte bütün bu süreç tel tel ustalıkla işlendi. Süreç ilerledikçe muhalefet vekilleri bir iki haber ile görevlerini yerine getirdiler. Çevre kuruluşları ise işin büyüklüğünü gördü ve hemen hükümetle imtiyaz anlaşmaları yapmaya, vakfa ortak olmaya başladılar. Karşılığında imtiyaz sözleşmeleri bile imzalamışlardı.

Bunlar, herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı tezgâhtan sadece bölüm başlıkları. Poşet ise sadece onun ilk bölümü idi. 

Hanımın vakfı

Geçen hafta Milliyet’ten Verda Özer AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’a “2018’de il başkanları toplantısında 'Sıfır Atık Vakfı kuracağız' demiştiniz. Şimdi Çevre Ajansı adında Bakanlık bünyesinde kuruluyor. Hayaliniz gerçek oluyor” dedikten sonra, “Sizce bu adımlar, Hanımefendinin de himayesine aldığı 'sıfır atık' sisteminin çalışmasına yardımcı olur mu? Beklentileriniz nelerdir?” diyerek herkesin bildiği ama kimsenin dillendirmediği konuyu sordu.

Erdoğan’ın cevabı çok temiz, oldukça samimi ve içtendi:

“Şimdi ben eşimin elinden, adımları atılmış böyle güzel bir işi alamam. O onun hakkıdır. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte yine o işi kendisinin de vakıf namı altında, ajansla da bütünleşerek yürütebileceğine inanıyorum. Çünkü o işi gerçekten çok seviyor, adeta kendini o işe adamış vaziyette. Tabii orada bize de ne düşerse eşime ve bu konuda görev alacak olan tüm arkadaşlara inşallah yardımcı oluruz. Çünkü bu kısa sürede bunun getirilerini gördük. Gerçekten ülkemiz için bu sıfır atık projesi çok büyük getiriler ortaya koydu. Hele hele böyle bir kurumsallaşmada çok daha önemli getirisi olacağına inanıyorum.”

Muhteşem değil mi? Eşine üniversitede makam veren rektörün olduğu bir ülkede eşine atık sektörü veren bir cumhurbaşkanı neden olmasın? 

Özelleştirme 3.0

Kapitalist üretim sadece altyapıda, yani üretim ilişkilerinde değil, üst yapıda da, yani kültür ve propagandada da oldukça organize. Bu organize hal muhalefetin neoliberal demokrasi, neoliberal ekonomi anlayışında kendini gösteriyor. Örneğin “AK Parti'nin enerji politikası yok” diyen, “AK Parti’nin enerji politikası yanlış” diyen bir muhalif anlayış ya konuyu bilmeyecek kadar aptal ya da konuyu halktan saklayacak kadar uyanık. Bu yaklaşım sadece enerjide değil ekonomi, çevre ve atık gibi her alanda böyle. Ancak bu eleştiride Meclis muhalefetini değil, onu da besleyen toplumsal muhalefeti, yani bizleri de kastettiğimizi ekleyelim.

Kapitalizmin ekonomi politikası üretim ilişkileri dışında kapasitesi ile de çok alakalı. Geçen yüzyılın başı ve ortasında gayet kamucu, kamulaştırma esaslı bir ekonomi politikası var idi. Kamulaştırma o dönemin kapitalist bir aracı idi. Yüzyılın sonunda üretim inanılmaz katlandı ve özelleştirme de devreye girdi. Türkiye özelleştirme konusunda dünyanın öncüleri arasında idi. 80’ler ayrı bir dalga iken, Kemal Derviş’in verdiği o yaşam öpücüğü ile hayata dönen Türkiye kapitalizmi ile 2000 sonrası yeni bir özelleştirme dalgası yaşandı. Artık kapitalist üretimin hızı ve birikim ile sermaye transferi hızlanıyordu ve kapitalist mülkiyetler tekelleşiyordu. AK Parti bu dalganın partisiydi ve iktidarının ilk yılları Özelleştirme 2.0 politikaları gibiydi. Ama 2010 sonrası –Anayasa referandumunu hatırlayınız- küçük enstrümanlar ile artık boşa yatırım dönemi, sorumsuz projeler dönemi şahlandı. Artık kapitalist üretim iyice vahşileşmiş, üretim deli gibi artmış, artık ülkenin ihtiyacı olmayan şeyleri üretmeyi geçin “yıkımına üretim” başlamıştı. Artık bu üretime uygun bir mülk modeli gerekiyordu. Onun adı belki Özelleştirme 3.0 değildi. Çok ötesi idi. Emine Erdoğan hanımefendinin himayesine verilen atık sektörü başka bir şeydi.

Kişiselleştirme!

Şu an Türkiye aşırı üretim krizinde. Öyle bir üretim ki ülkenin her karışı üretime adanmış durumda. Bunun devam etmesi için sol bir kafa karışıklığı iyi olmaz mı? Ülkedeki aşırı üretimin varlığını reddetme, yok sayma bu işlevi yeterince görüyor. Benzer şekilde bazı çevrecilerin durumu AK Parti’nin saldırganlığına bağlaması, ama muhalefet de aynısını yapınca sessiz kalması da örnek olabilir.

Geçen yüzyıla damgasını vuran kamulaştırma, kamu politikaları ve ardından yüzyıl sonunda başlayan özelleştirmenin bir dalgasını yaşıyoruz. Aslında bu bir özelleştirme değil. Çok daha ötesinde. Bir kişiselleştirme!

Atık sektörü bugün Emine Erdoğan’ın himayesinde. AK Parti başkanı bugün bunu gönül rahatlığı ile söylüyor. Artık ülkede özelleştirilen kamu kuruluşları devri bitti, Çevre Bakanlığı’nın atık sektörüne dair faaliyetleri kişiselleştiriliyor. Öyle ki kendisi 84 milyon insanın, 38 milyar TL’lik atık sektörünün patronu oluyor. Hem de halktan alacağı 10 milyar TL ile kilit oyuncu haline geliyor. Hesapları basit. 20 milyar şişe ve kutudan alınacak en az 50 kuruş depozito ile en az 10 milyar TL toplanacak ve ne kadar iade edilmezse o kadar cepte kalacak. Üstüne de halktan ayrıca şirket masrafları ve ajans masrafları toplanacak.

30 Kasım’daki “Kimseyi ilgilendirmeyen kanun Meclis'te” başlıklı yazımızda Türkiye Çevre Ajansı ile ilgili kanun teklifinde neden halkın, atık toplayıcılarının olmadığını sormuştuk. Bugün cevabını aldık. Bu kanun sadece hanımefendiyi ilgilendiriyor. Geçen hafta “Türkiye Çevre Ajansı halkı ne kadar soyacak?” başlıklı yazımız ile halka anlatılamayan bu iş modelini çözümledik. Bugün iş modelinin sahibinin adını öğrenmiş olduk. Bu tartışma tabii ki bunlarla sınırlı değil. Belki popülist siyasetin gündemi değil ama halkın gündemi. Evrensel gazetesi ile nasıl bir rejim değişikliği olduğunun, kârların ajansa, angaryanın bakanlığa ve faturanın halka çıktığı konusunun üstünden geçtik. 45 günlük muhalefet sessizliği ardından kısa sürede oluşan bu külliyat ile konuya daha hakimiz artık.

Şimdi asıl soruya gelelim. Bütçe sonrası teklif görüşmeleri devam edecek. İzleyecek miyiz, yoksa bunu değiştirecek miyiz?

Ya da şöyle soralım; Hanımın Ajansı iş modeli biraz poşetin devamı, biraz poşetin rövanşı. Peki bizim için de böyle olsun mu?

1- https://www.tobb.org.tr/Sayfalar/Detay.php?rid=2770&lst=DuyurularListesi 

Gazete Duvar / 14.12.20