Eski HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016’dan bu yana tutuklu. AİHM’in hakkında verdiği “serbest bırakılmalı ve tutuksuz yargılanmalı” kararı uygulanmadı. Kısa bir zaman sonra da İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan cezasını onadı. Demirtaş artık hükümlüydü.
Gerek seçilmiş bir siyasetçi olarak hapsedilmesi, gerek cezaevindeyken yazdığı öyküler ve şiirler, gerekse siyasi gündeme ilişkin yaklaşımlarıyla Demirtaş hep gündemde olan bir isim.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaklaşık yüzde 9 oy olan Demirtaş’a avukatları aracılığı ile sorular gönderdik. Demirtaş’ın, yazılı olarak yanıtladığı sorularımıza ilişkin görüşleri HDPye yönelik eleştirilere, Rojava’nın işgal edilmesine, Kürt siyasetinden dış politikaya kadar geniş bir alanı kapsıyor.
Cezaevindeki durumuna Türkiye merceğinden bakarak ”Tek adamın dizinin dibinde yaşayanlardan daha özgürüz” diyor.
”Ancak hiç kimse bugünleri de unutmayacaktır elbette. Günü geldiğinde kimse bağrına taş falan basmayacaktır, o bir kere olur. Barış isteyen halka özeleştiri sorumluluğu, savaşın arkasında hizalanan muhalefettedir. Onların yerinde olsam Kürt halkını hafife almazdım. Bugünden başlayarak kendimi affettirmek için pratikte ikna edici adımlar atardım. Yoksa yarın geç kalınmış olabilir. Kürtler kimsenin marabası, kuyruğu ya da payandası değildir. Bu savaşa koşulsuz destek sunanlar halka özeleştiri borçludurlar” diyen Selahattin Demirtaş sorularımıza şu yanıtları verdi.
Son dönemlerde HDP’ye; partinin sol bileşenler etkisi ile Kürt meselesini ötelediği, tali plana ittiği eleştirileri yapılıyor. Seçmen tabanında da bu konuda zaman zaman rahatsızlıklar dile getiriliyor. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yönlü eleştirileri ben de zaman zaman duyuyor, okuyorum. Tabandan ya da HDP’nin dostlarından gelen her türlü eleştiri, parti yönetimince mutlaka dikkatle ve ciddiyetle ele alınıp tartışılıyordur. Nihayetinde eleştiri ve özeleştiri partimizin mücadele kültürünün en önemli unsurlarındandır.
Sorunuzdaki eleştiriye gelince; her şeyden önce HDP’de siyasi mücadele yürüten tüm kesimler partinin asli unsurlarıdır. Yani birileri ev sahibi, birileri de misafir değildir. Bileşenleri bağlayan ortak nokta ise parti programıdır. Kürt sorunu HDP programının temel başlığıdır ve tüm HDP’liler bilir ki, Kürt sorunu çözüm yoluna girmeden Türkiye’de demokratikleşme konusunda mesafe kat etmek imkansızdır. Emek, ekoloji, kadın özgürlüğü, sömürü, sosyal sorunlar, ekonomik sorunlar ve benzeri tüm sorunların çözümü, radikal demokratik programların hayata geçirilmesiyle mümkündür. Bunun önündeki en büyük engel de devletin Kürt sorununa yaklaşımındaki tekçi, otoriter, inkarcı ve çoğu zaman faşizan yaklaşımıdır. HDP’li her yönetici buna inandığı için HDP çatısı altındadır. Bu nedenle, HDP yöneticilerine ve bileşenlerine haksızlık yapmamak lazım.
Bugün itibariyle HDP’nin sol bileşenlerinden ESP’nin önceki genel başkanı, değerli arkadaşımız Figen Yüksekdağ, Kürt sorunu konusundaki onurlu, dik, devrimci duruşu nedeniyle bizlerle birlikte hapistedir. Devlet, Türkiye solundan son dönemde hapse atılan yüzlerce yoldaşımızın üstüne bu kadar sert bir şekilde gidiyorsa bunun nedeni, Kürt halkıyla yan yana durmalarıdır.
“Sol bileşenler HDP’ye hakim oldu, baskın hale geldi” tespiti doğru değildir. Kürt siyasetinden gelen çok sayıda HDP temsilcisi ya hapiste ya sürgünde ya da siyasi yasaklı. HDP’de kalan arkadaşlar da ahlaksızca saldırılara rağmen canla başla, ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar.
Parti yönetiminin büyük çoğunluğu zaten Kürt siyasetinden gelen arkadaşlardan oluşuyor. Sayının çok önemi yok ama bunu gözardı ederek eleştiri yapmak da doğru olmaz. Kaldı ki, parti bileşenlerinden sayısal çoğunluk kimde olursa olsun, HDP çoğulcu yapısı ve radikal demokrasi anlayışı gereğince sadece çoğunluğu gözeten veya çoğunluğun düşüncesi dışındaki düşünceleri dışlayan değil, bütün parti bileşenlerini kapsayan ve ortak noktada buluşturan bir konsensüsle, uzlaşmayla karar alan ve uygulayan bir partidir. O nedenle HDP’de ülkenin demokratik sorun zincirinin ana halkası konumundaki Kürt sorununu gözardı etmek mümkün olmayacağı gibi programında yer alan bütün alanlara ve sorunlara hakkıyla eğilmeye çalıştığını söyleyebilirim.
Bir kez daha vurgulamak gerekirse Kürt sorunu, tüm bileşenler için geri plana itilmesi mümkün olmayan temel bir sorundur ve çözülene kadar böyle kalmaya devam edecektir. Yine de parti yönetiminin bu eleştirileri dikkate alarak, oluşan bu algıya dair pratikte, gözle görünür tedbirler alması gerekir diye düşünüyorum. Yanlış anlaşılmaya neden olan bir iki açıklamadan yola çıkarak HDP’yi mahkum etmek doğru olmaz. Evet, HDP sadece Kürtlerin partisi değildir, bununla birlikte Kürt siyaseti her daim HDP’nin en aktif bileşeni olarak demokratik siyasetin merkezindedir.
Sol bileşenler dahil, HDP’nin her bileşeni de Kürt halkının yoldaşı ve dostudur. Eleştiri olsun ancak yıpratma ve emeği hiçleştirme boyutlarına varıp da başka amaca hizmet etmesin diye düşünüyorum.
Türkiye’de politik zemin giderek grileşiyor. HDP’ye yönelik dozajı her gün arttırılarak süren bir saldırı, tutuklama, belediye başkanlarını görevden alma, kayyum atamaları rutin hale geldi. Sonuçta partiyi işletmeme, siyaset dışına itme, bloke etme durumu yaşanıyor. Buna karşılık HDP 3 günlük Parlamentoyu boykot kararı aldı. Tabanda HDP’yi kriminalize eden bu baskılara karşı gerekirse sineyi millete dönülmesi yolunda tartışmalar yükseliyor. Siz nasıl okuyorsunuz bu gelişmeleri?
Sine-i millet meselesinde benim buradan bir şey demem doğru olmaz. Sonuçta mücadelenin bir taktiği olarak yapılıp yapılmayacağına parti yönetimi, tabanın da görüşünü alarak kendisi karar verir. Ancak bu, hiçbir şekilde demokratik siyaset alanının tümden terk edilmesi olarak anlaşılmamalı, böyle tartışılmamalıdır.
Demokratik siyaset üzerindeki vahşet boyutlarına varan baskılar maalesef ki yeni değildir. 1991’den bu yana ölümlerin, katliamların içinden geçerek büyük fedakarlıklarla bugünü kazanımlar elde edildi. Şu günlerdeki baskı dönemi de dirençle ve mücadeleyle mutlaka aşılacak ve yeni kazanımların vesilesine dönüştürülecektir. Ne bu zulümler yapanın yanına kar kalır ne de HDP geriletilebilir. Elimizde direnmek dışında bir seçenek yok. Bu da bedel ödemeden olmuyor maalesef. Umutsuzluğa gerek yok. Karamsar ve umutsuz olması gerekenler tükeniş yaşayan faşist bloktur.
İktidar HDP’yi bu şekilde yasal olarak kapatmadan kilitliyor. Buna karşı HDP nasıl bir çıkış bulabilir? Türkiye’de legal siyaset imkanının imkansızlığı mı yaşanıyor? Ne yapabilir muhalefet?
HDP’yi sokağa çıkarmamak hatta parti binasından bile çıkarmamak, görünür kılmamak için vahşice saldırıp hukuksuzca engelliyorlar. Milletvekillerimiz ve parti yöneticilerimiz ağır fiziki saldırılara maruz kalıyorlar. Gençler, kadınlar hatta anneler her gün tutuklanıyorlar, darp ediliyorlar. HDP’den ödleri kopmasa bunları yaparlar mı? Korkuyorlar, çünkü HDP’nin büyüme potansiyelinin farkındalar.
Ancak bence bu dönemde kitlesel demokratik planlamalar engelleniyor diye vazgeçmemek lazım. Kitlenin öncüye ulaşması, öncüyle buluşması engelleniyorsa öncünün kitleye gitmesi lazım. Gece gündüz ev ziyaretleri, köy ziyaretleri, esnaf ziyaretleriyle harıl harıl her yerde propaganda ve örgütlenme çalışmaları yürütülebilir. Belli ölçülerde yapılıyor elbette ancak bunu daha yoğunlaştırmak gerekir.
Bir yandan da seçim ve sandık birimlerini her daim eğitimli, hazır ve örgütlü tutmakta fayda var. O sandık er geç halkın önüne gelecek nasılsa. Son noktayı orada koymak için alttan alta hummalı bir çalışmayı aksatmadan sürdürmek gerekiyor. Direnmeye devam edersek tüm baskılara rağmen HDP büyümeye devam edecek. Engellemeleri imkansızdır.
Ayrıca anti faşist demokrasi cephesinin tüm sorunlara rağmen diri tutulması ve genişletilmesi hayati önemdedir. Bugünlerin haklı olarak gelişen duygusal atmosferi ve öfkesi kimseyi karamsarlığa itmesin. Herkes bilmeli ki çaresizlik içinde çırpınanlar faşist blokta olanların kendileridir. Ve günü geldiğinde demokrasi ittifakı, yan yana durarak halkımız için güçlü bir demokratik iktidar alternatifini çıkaracaktır.
Türkiye’nin Rojava’ya yönelik başlattığı işgali, selefileri Kürtlerin üzerine salması ve ortaya çıkan durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Koalisyon ortaklarının, AKP iktidarına destek vermeye devam etme şartlarının en önemlisi içeride ve dışarıda Kürtleri ezmeye devam etmesidir. AKP yönetimi ve liderliği savaş politikası olmadan bir ay bile iktidarda kalamayacağını iyi biliyor. Dolaysıyla savaş, AKP’nin varlık nedenidir. Ancak savaş, iki tarafı keskin bir bıçak gibidir. Eğer sonuç alamazsanız döner sizi keser. AKP şu anda içeride dışarıda derin bir yalnızlığı ve çöküşü yaşıyor. Bu haksız savaşı hiç kimseye anlatamıyor, anlatamaz. Savaşa yüzde 90 destek var diye propaganda yapsalar da toplumun gerçeği öyle değil. Türkiye’de savaşa tam destek sunanlar, yüzde 35-40 civarındadır. Bu da faşist bloğun oy oranına denk düşer. Bunun dışında kalanlar ya ağır baskı ve korku ortamında gerçek düşüncelerini açıklayamıyorlar ya da savaşa destek verir gibi yapıp kendilerini korumaya alıyorlar.
Tabii AKP de bunu manipüle ederek savaşa geniş bir toplumsal destek varmış gibi sunuyor. Göreceksiniz, birkaç haftaya kalmaz, içeride de AKP’ye karşı yoğun ve geniş eleştiriler başlayacaktır. Yani savaş AKP’yi kurtarmamıştır. Suriye ve Rojava’da yeni denklemlerin oluşmasına yol açmış, bunu tetiklemiş ama Türkiye’ye kazandırmamıştır. TSK’nın Suriye’den bizzat Ruslar ve Amerikalılarca çıkarılacağını söyleyebiliriz. Cenevre’de sona yaklaştıkça “Suriye’de Türk askerine artık gerek yok” diyerek, tüm Suriye toprakları yabancı askerlerden arındırılacaktır. Kürtlerin statüsünün ne olacağını ise sahadaki direniş ve diplomasideki çok yönlü girişimler, ittifaklar belirleyecektir.
Şu anda ortalık toz duman gibi görünse de bir süre sonra yeni işbirlikleri yavaş yavaş şekillenince tablo daha net anlaşılır. Ancak Kürtler bir kez daha kaybetmeyi, yüz yıl öncesine dönmeyi hiçbir koşulda kabul etmezler, mutlaka kazanacaklardır.
Türkiye’nin de iç ve dış politikasını Kürt karşıtlığından Kürtlerle iş birliğine dönüştürmesi herkesin yararına olur. Ancak şu andaki zihniyetle bu imkansız gibi. Gerilim bir süre daha devam edecek maalesef.
Son işgal harekatıyla birlikte duygusal bir ‘kopuş’ yaşanıyor. HDP buna karşı nasıl tavır almalı?
İnsanlarımız haklı olarak çok öfkeliler ancak bu öfkeyi halklara, bireylere değil zihniyetlere yöneltmektir doğru olan. Hepimiz zaman zaman halkların kardeşliği kavramını kullanıyoruz. Ancak siyaset bilimi açısından “kardeşlik” yerine “eşitlik” kavramı daha uygun düşer. Eşit olduktan sonra kardeş olmak işin en kolayıdır.
Bu dönemlerde Kürtlerde yaşanan duygusal kopuş, aşırı milliyetçi savrulmalara yol açarsa bunun kimseye yararı olmaz. Evet Kürtler öfkeli ve haklı olarak kırılmış, yaralanmışlardır. Bu yaraları sarmanın yolu her zaman duyguyla hareket etmek değildir. Yeri geldiğinde aklımızı öne çıkararak kararlar almak zorundayız.
Ancak hiç kimse bugünleri de unutmayacaktır elbette. Günü geldiğinde kimse bağrına taş falan basmayacaktır, o bir kere olur. Barış isteyen halka özeleştiri sorumluluğu, savaşın arkasında hizalanan muhalefettedir. Onların yerinde olsam Kürt halkını hafife almazdım. Bugünden başlayarak kendimi affettirmek için pratikte ikna edici adımlar atardım. Yoksa yarın geç kalınmış olabilir. Kürtler kimsenin marabası, kuyruğu ya da payandası değildir. Bu savaşa koşulsuz destek sunanlar halka özeleştiri borçludurlar. Kürtlere sadece savaşı ve ölümü reva görenleri, Kürtler de günü geldiğinde tanımazlar.
Dünyanın bütün güçleriyle görüşmeyi ve müzakere etmeyi meşru sayıp sıra Kürtlerle diyaloğa gelince “Teröristlerle görüşme yapılmaz” diyen iktidarı da muhalefeti de Kürtler hatırlayacaktır. Kürt siyaseti de ittifak politikasını sürdürecekse halkın bu hassasiyetini dikkate almalıdır. Bu kırılma giderilmeden mesafe kat edilemez diye düşünüyorum.
HDP her koşulda demokrasi için mücadele etmeye devam eder. Kaybeden de HDP ve demokrasi güçleri olmaz. Barış yerine savaş politikalarını savunanların siyaseti, iktidarın yanında olan herkese kaybettirir.
Siz ve arkadaşlarınızın rehin tutulması, muhalefetin her türlü yöntemle susturulmaya çalışılması, ekonomik, sosyal iflas, Kürtlere yönelik savaş üzerinden toplumun ırkçı militarizasyonu… Türkiye nereye gidecek?
Su akacak ve yatağını bulacak. Direnenler er geç kazanacaklar. Faşist blok kaybedecek, çökecek. Türkiye’de demokrasinin gelişme ihtimali çok daha güçlenecek. Yarınlar daha karanlık değil, aydınlıktır. Bunu görmek için çok nedenimiz var. Direniş varsa umut vardır, umut varsa zafer bir gün olacaktır.
Diasporadaki ve ülkedeki tüm halkımıza buradan en sıcak selamlarımızı, sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz. Unutmayın, biz on milyonlarca insan, yenilmezlik ruhuyla direnen tek yüreğiz ve mutlaka kazanacağız.
Yavuz Özcan - Yeni Özgür Politika / 31.10.19