Muhalif olmak, eleştirmek, AKP-MHP ittifakının falsolarını ortaya çıkarmak falan filan, bunları geçtik.
Türkiye’de gazeteciler, artık siyasi görüşlerinden ve yaptıkları yayınlardan bağımsız olarak, mevcut rejime tam biat ve yaltaklık etmediği sürece hedef gösteriliyor, saldırıya uğruyor, iş yapamaz hale getiriliyor, tutuklanıyor veya türlü yöntemle özgürlüğü kısıtlanıyor.
Suya sabuna dokunmayan bir yayın yaparsanız sıkıntı yok. Herhangi bir şekilde siyasete, hak ihlallerine, doğa, emek ve kadın sömürüsüne dokunmayanlar bin yaşasın!
Geçen haftalarda farklı görüşlerden pek çok gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı, hatta fiziksel saldırıya uğradı. Gazetecileri korkutma, yıldırma operasyonunun nasıl çığrından çıktığına dair birkaç örnek:
ETHA muhabiri Pınar Gayıp, ESP operasyonunda gözaltına alındı. Şimdi “ev hapsinde!” Neden? Canları öyle istemiş de ondan.
Gazeteci Melis Alphan’a, 6 yıl önce “Diyarbakır Nevroz’undan bir fotoğraf paylaştığı gerekçesiyle “terör propagandası” davası açıldı. Oysa 1 milyon kişinin katıldığı nevroz, Sabah’ından TRT’sine “tarihi Nevruz” başlıklarıyla verilmişti!
Gazeteci Ayşegül Doğan’a, IMC TV’deyken yaptığı gazetecilik faaliyetleri üzerinden tam 7 yıl sonra dava açıldı. Soruşturmayı, dinlemeyi yapanlar Gülencilik suçlamasıyla ihraç edilen, ceza alan yargı mensupları. Ama ne oldu? Ayşegül, “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla 6 yıl ceza aldı!
Kürt meselesinde geriye dönük cadı avı
Dikkatinizi çekerim, her iki gazeteci de uzun zamandır bir kurumda çalışmıyor. Melis, Hürriyet gazetesinin satışından sonra istifa etti, pek çoğumuz gibi serbest gazetecilik yapıyor. Türkiye’den kız çocuklarının portrelerini “Ben İstersem” kitabında yazdı.
Nasıl “örgüt propagandacısı” ama?!
Ayşegül de IMC TV keyfi bir şekilde kapatıldıktan sonra işsiz kaldı, “Yeniden TV” adında bağımsız bir mecra kurup hak eksenli röportajlar yapıyor.
Bunları özellikle hatırlatıyorum çünkü “çok demokratik ve aşırı adil” CB rejiminin, yeni düşmanlar yaratamayınca geriye dönük cezalandırma operasyonuna giriştiğini gösteriyor.
Bazılarıysa hep hedefte: Mezopotamya Ajansı’nın muhabirleri, sırf yaptıkları haberler ve Kürt olmaları nedeniyle birer birer hapse yollanıyor. Van’da köylülere işkenceyi belgeleyen ve 101 gündür hapiste tutulan ikisi MA, biri Jinnews muhabiri olan 4 gazeteci için iddianame bile yok. Bu süreçte iki MA muhabiri daha haberleri nedeniyle tutuklandı: Dindar Karataş ve Mehmet Aslan.
Barış sürecini bizzat yürüten, dönemin AKP’si ve Erdoğan’ı hariç HERKESİN amansızca kriminalleştirildiği yeni bir safhadayız. Kobane eylemleriyle ilgili hazırlanan “iddianame”, bunun kanıtı: HDP’li siyasetçilerin hapishaneden çıkamaması üzerine hazırlanmış, Erdoğan ve AKP’nin “tuzağa düştüğü”nü iddia eden deli saçması bir şey.
Deli saçması diyorum ama yüzbinlerin, hatta oy verenleriyle birlikte milyonların hayatını, seçme, seçilme, ifade, gösteri ve siyaset yapma özgürlüğünü yok sayan, Anayasa’ya aykırı uygulamalar bunlar!
Hrant’ın 14. Yıl dönümü ve gazetecilere saldırılar
Muhalif sağ basınla “uğraşma” yöntemleri farklı: Evlerinde veya evlerinin önünde “birkaç kişi” tarafından darp edilmek!
Ne tesadüf değil mi? Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu ve KRT TV haber programcısı, Ülkü Ocakları eski Başkanı Afşin Hatipoğlu, peş peşe silahlı, sopalı, maskeli kişilerin saldırılarına uğradı.
Ve ne şaşırtıcı değil mi? Hiçbirinde failler bulunamadı!
Aksine, MHP lideri Devlet Bahçeli birkaç ay önce hesap kapattığı Twitter’dan el yükseltti:
“Nerede gazeteci kılıklı bir marjinal örgüt sevdalısı varsa, nerede terör ve bölücü meraklısı bir soytarı görülüyorsa hepsi bir olmuş, bir araya gelmiş MHP’ye çamur atıyor.”
Bahçeli’nin kime nasıl sahip çıktığını, kime nasıl çamur attığını iyi biliyoruz. Çakıcı’yı baştacı eden ve nefret söyleminde şampiyonluğa oynayan MHP liderini eleştiren her gazeteci, hatta herkes “marjinal örgüt sevdalısı.”
Korkarım gazetecilere yönelik saldırılar; nerede çalıştığına, hangi görüşleri savunduğuna, hangi haberleri yaptığına bakılmaksızın, hem meslektaşları hem meslek örgütleri tarafından savunulmadığı sürece artacak.
Misal, artık bir gazeteci vefat bülteni ve anması kurumuna dönüşmüş olan TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti) kendi ödül verdiği gazetecilere dahi sahip çıkamıyor, ne acıklı...
Hrant Dink’in sokak ortasında, haince öldürülmesinin üzerinden 14 koca yıl geçti. 20-22 Ocak’ta 123’üncü duruşma görülecek. En başından beri sorumluları belli olan, kanıtlanan cinayetin sanıkları, son sözlerini söyleyecek.
Unutturulmaya çalışılan Dink davası, böyle bir cinayetin, gazetecilere saldırıların tekrar yaşanmaması için hayati önem taşıyor. İfade ve basın özgürlüğünün yarım savunması olmaz, ‘biraz eğelim bükelim’i olmaz. Bu yüzden hep, yüksek sesle tekrar edeceğiz: Buradayız ahparig!
Artı Gerçek / 19.01.21