Kürenin yedi gününde bu hafta korona virüsünün yarattığı salgın konuşulmaya devam edildi. Salgının küresel ekonomi üzerinde etkisini gösteren Oxfam yoksulluk raporu, “Eşitsizlik Virüsü” ismiyle yayınlandı. Raporda salgın süresince zenginlikleri artan yüzde 1’lik grubun elde ettiği bu varlığın dünyada herkesin ücretsiz aşıya erişimini sağlayacak noktaya geldiğinin söylenmesi bunun verilerle desteklenmesi, gelir adaletsizliğini ve bazılarının daha eşit olduğunu bir kez daha gösterdi.
Dünyada yankı bulan bir diğer gelişme New York finansal piyasalarında GameStop ile Melvin Capital arasında yaşanan kapışmaydı. Açıktan satma yöntemiyle GameStop hisselerini satan Melvin Capital'ın, Reddit platformunda durumun duyulması ve gelen karşı atak sonunda iflas etmesi, beraberinde önemli tartışmaları tetikledi. Bu hafta bu gelişmeden hareketle finansallaşmayı, kazananları ve kaybedenleri ele alacağız.
Kısa süreli bir umut ve finansallaşma sarmalı
Finansallaşma, emeklilikten sağlığa, kredilerden mobil bankacılığa hayatımıza bir yerden temas eden bir kavram. Zaten etmesi için de çaba sarf ediliyor. Örneğin 2010’lardan bu yana gelişen teknolojiyle beraber, daha önce sisteme dahil olmayan kişilerin sisteme dahli konusunda paneller, BM çatısı altında inisiyatifler oluşturuluyor. Bu nedenledir ki aslında pek çok insan için finansallaşma, bunun en etkili aracılarından borsa, anlaşılmazlık ve karmaşa demek. Kıymetli Hocamız Korkut Boratav, konferanslarda, yazılarında 2010’dan sonra finansallaşma ile kumarhaneler arasındaki ilişkiye dikkat çeken bir noktaya değiniyor. Kullanılan araçlardan “hep kasa kazanır” kuralına, Korkut Hocamız, durumun röntgenini net biçimde ortaya koyuyor.
Belki bu nedenledir, borsalar, finans yatırımcıları, fon şirketleri hakkında yapılan filmler, dizilerde aslında ilkelliği ve karmaşayı görüyoruz. Bu sektörde paranın insan ve toplum üstündeki etkisi; eşitsizlik, sahtekarlık, asla kâfi demeyen bir güdü...
Hep güçlünün kazandığı, bilmeyenin av olduğu, büyük yatırımcı ve fonların ellerinde toplanan trilyon dolarlara karşı, günlük geliri 1 doların altında olan yüz milyonlarca insanda borsalar haklı bir öfkeye neden oluyor. Tam da bu nedenle, GameStop olayında küçük yatırımcılar ve elbette ona katılan bazı fon şirketleri, bir fonun batırılmasına seviniyoruz. İlk defa küçük balıklar bir olup, sistem içinde kalarak sistemin oyuncularından birini alt etme görüntüsü bize kısa vadeli de olsa hem umut hem mutluluk veriyor. Peki ama finansallaşmaya öfke neden? Herhalde basitçe bir fon battığı için mutlu olan insanlar değiliz.
Finansallaşma ve kapitalizmin bizi soktuğu hal
Günümüzde hayatımızın her alanına sızdığı için finansallaşma yeni bir kavram gibi gelse de aslında öyle değil. Bu anlamda kıymetli eserlerden biri Rudolf Hilferding’in yazdığı Finans Kapital. Hilferding kendi dönemindeki gözlemleri, deneyimi ve birikimi çerçevesinde finans sermayesini, banka sermayesi ile sanayi sermayesi arasındaki güçlü ve aynı zamanda hiyerarşik ilişkiyi ifade etmekte kullanıyor. Bankalar ile sanayi sermeyesi arasında kurulan bağın hiyerarşik oluşu, eserin ilerleyen bölümlerinde ibrenin bankalardan yana olacağına dönük analizle sürüyor.
Bankaların işin merkezinde yer aldığı finans kapital, Hilderding’ten sonra da yol kat etti. Günümüzde kavram şöyle tanımlanabilir: Ulusal ve küresel ölçekte, reel ekonomiden ziyade finans piyasalarının, kurumlarının ve aktörlerinin artan rolü. Bir başka anlatımla, finansallaşma aslında gelirin sermaye lehine yeniden bölüşümü ve zenginlerin çıkarlarına hizmet eden bir alan.
Finans kavramı da kapital kavramı da yeni değil, ancak 1960’larda modelin tıkanması, 1970’lerde “işe koyul zili”nin çalmasıyla yerini neoliberalizme bırakan ekonomi ajandası, beraberinde başka bir şey getirdi. Neoliberlizm, finansallaşmanın palazlandığı bir fanus yarattı, fanus 24 saate yayıldı ve David Harvey’in tabiriyle mekan ve zaman sıkışmasıyla tüm dünyayı içerir hale geldi.
Neoliberal yapısal ve uyum değişiklikleriyle finans sermayesinin mekan ve zamandan bağımsızlaşmasıyla hem işlem hacmi hem de milli gelir içindeki payı katlanarak arttı. Paul Sweezy bu duruma “mütevazı bir yardımcı aracın bağımsızlaşması” diyor. Yani finans artık bağımsız bir varlık.
İşte bu bağımsızlık emeklilikten sağlığa, borçlardan kahveye, pirinçten ev kredisine her şeyin meta olması ve değişim değerinin kullanım değerinin üstüne çıkması demek. Artık değişim değerine borsalar karar veriyor. Devlet piyasayı güdümledikçe, varlığımızın metalaştığını gördük. Başka bir anlatımla, finans sektörü yeni değer yaratma biçimleriyle sınırları sınırsızlıkla yeniden tanımlıyor.
Bu sınırsızlığı gündelik hayatın finansallaşmasına kadar uzanmış durumda. Gündelik hayatın finansallaşması şöyle anlatılabilir: Hayata borçla, kredi ile başlamanız; ihtiyaç kredileriniz, öğrenim kredileriniz, araç kredileriniz, bireysel emeklilik, sağlık sigortası... Bizim ülkemizden basit bir örnekle durumu açıklayalım, pandeminin etkisiyle iyice yoksulluğa itilmemiz karşında örneğin hayatta kalmak için, bebeğinize bez almak için krediye mahkum olmanız. Bir süre sonra maaşınızın yattığı banka hesabında borçlarınızın tüm maaşınızı emmesi ve yeni maaş gününe kadar kredi kartı, ek hesap, ek kredi sarmalında savrulmanız… Burada bir lütuf gibi sunulan borçlanmanın kolaylaştırılması, krediye erişimde esneklik, aslında geleceğinizin borsada belirlenmesi demek. Zira siz, ödemekle yükümlü olduğunuz kredi ve borç ödeme profiliniz uyarınca türev araçlarla bir başka finansal işleme dayanak oluyorsunuz. O kazanç sahibi batarsa da her hâlükârda yükü sizin sırtınızda.
2008’den pandemiye finansallaşme ve gelir uçurumu
2008’de ABD’de ev kredileri üzerinden başlayan kriz, aslında bazı bankaların yatırım şirketlerinin, derecelendirme kuruluşlarının içinde olduğu asla kâfi demeyenlerin hırsının vardığı boyutları gösterdi. Yüzbinlerce insanın evleri ellerinden alınırken devlet, “batmak için çok büyük” gibi bir kendinden menkul tanımla krize neden olan bankaları kurtardı. Sanılanın aksine devletler krizden ders çıkarmadı, tam tersine daha fazla neoliberalizmi üzerimize serpti. Yük, kesintilerle işçilerin, yoksulların, alt gelir gruplarının sırtına yüklendi, zenginlerden de bankalardan da öyle büyük vergiler alınmadı, alınmıyor. Hatta Türkiye’deyseniz, vergi ödemek için aşırı zengin kategorisine girip borçlarınızı sildirebiliyorsunuz.
Aynı kategori, Oxfam raporunda kendini gösteriyor. Örneğin pandemiyle beraber 500 milyon insan aşırı yoksulluğa sürüklenirken, dünyanın yüzde 1’i bu dönemde 3 trilyon dolar gelir elde etti. Tam da bu nedenle dünyadaki en zengin bin kişi istese tüm dünyaya ücretsiz aşı sağlayabilir. Ancak “istese”nin bir şart kipi ekli fiil olduğuna dikkat.
Kapitalizmin aşamalarından finansallaşmayla beraber öyle bir adaletsizlik ve gelir uçurumu yaratıldı ki, dünyadaki insanların kaderi, sadece insanların da değil, bitkilerin, hayvanların, suyun geleceği birilerinin paşa gönlünün kriterlerine bırakıldı. İşte bu nedenle finansal piyasada gücü sınırlı olan ve örgütlenerek bir fonu batıran insanların varlığı, sisteme bir itiraz oluyor. Bu nedenle Wall Street’e karşı sıradan insanlar deniyor. Elbette bu olayda da en çok kazanan bir fonun batmasından kazanç sağlayan büyük fonlar ve GameStop’ın daha az açgözlü olmayan yönetim kurulu ve bazı hissedarları. Ancak küçük balıkların bir araya gelip, bir defa da olsa, uzun vadede kaybedecek gibi görünse de, yaptığı bu meydan okuma sevinmeye değer.
Gazete Duvar / 31.01.21