Uluslararası araştırmalar, Türkiye’nin iş cinayetleri, yolsuzluk, organize suçlar, kadın cinayetleri gibi her biri öbüründen berbat farklı alanlarda dünyada onlarca ülke arasında üst sıralarda yer aldığını ortaya koyuyor. Veriler; Türkiye kapitalizminin siyasi temsilcisi olan gerici-faşist rejimin tercihlerinin emekçilere ölüm, sağlıksız koşullar, yıkım, daha fazla sömürü ve yoksulluğu reva gördüğünü kanıtlıyor. Bu kokuşmuş/mafyatik rejimin tercihleri ülkeyi bir tür “kötülükler bataklığı” haline çevirmiş durumda.
Son araştırmalardan biri “atık plastik ithalatı” üzerine yapıldı. Avrupa İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) yayımladığı son rapora göre, Türkiye 2022'de Avrupa Birliği'nden (AB) en fazla plastik atık ithal eden ülke oldu.
***
Kapitalist sistemin ücretli emek sömürüsü ve “kar daha çok kar” kuralına dayalı işleyişi nedeniyle, doğada geri dönüştürülemeyen ve içerdiği kanserojen maddeler nedeniyle ölümcül zararları bulunan plastik kullanımı alabildiğine yayılmış durumda. Yaygın plastik kullanımının yarattığı atıklar da koca bir soruna dönüşmüştür. Zira plastik atıkların geri dönüşümü hem maliyetli bir süreç, hem de doğa ve insan sağlığına zarar veriyor. Bundan dolayı biriken plastik atıklar denetimin yapılmadığı, kontrolsüzlüğün kural olduğu, insan sağlığı ile doğanın hiçe sayıldığı Türkiye gibi ülkelere gönderilir. Plastik atığın geri dönüşüm maliyetinden kaçınan AB ülkeleri, biriktirdikleri çöpün tamamını gemilerle Türkiye, Endonezya, Hindistan gibi sömürünün daha yoğun, insan sağlığının hiçe sayıldığı ülkelere gönderiyor.
Eurostat’ın son raporuna göre AB 2022'de sınırları dışına toplam 6,4 milyon ton atık kâğıt, plastik ve cam ihraç etti. Bunun 1,1 milyon tonu plastiklerden oluşuyor. Türkiye, AB dışına gönderilen plastiğin yüzde 29'una tekabül eden 319 bin tonunu ithal etti. Türkiye’yi yüzde 17 ile Endonezya, yüzde 15 ile Malezya izledi. Yine Türkiye 588 bin tonluk hacimle, geçen yıl AB'den en fazla atık kâğıt ithal eden ülkelerden biri oldu. “Yerli/milli” AKP-MHP rejimi Türkiye’yi açık ara farkla AB’nin çöpünü toplayan, geri dönüşüm işlemlerinin tümüyle kontrolsüz biçimde yapıldığı bir ülke haline getirdi.
Adana ve İstanbul’da emekçi semtlerine kurulan geri dönüşüm tesislerinde çalışan işçiler kayıtsız, göçmen ve çocuklardan oluşuyor. Çevresinde yaşayanların ise bu tesislerden çıkan gazdan kaynaklı zehirli hava soluyarak uzun vadede yaşam hakları gasp ediliyor.
Sayıştay raporlarına göre Türkiye’nin 17 yılda plastik atık ithalatı 155 kat arttı. Greenpeace’nin yaptığı araştırmalarda plastik atıkların toprağa verdiği zararın, kirletilmemiş toprağa göre 400 bin kat fazla olduğu saptandı. Bu veriler, geri dönüşüm tesislerinin çalışanları ile çevresinde yaşayanların nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. Ancak sermaye iktidarı, plastik atık ithalatında her yıl bir önceki yılın rekorunu kırmakta ısrar ediyor.
CHP’lilerin plastik atık ithalatına yönelik çalışmaları kapsamında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na geçtiğimiz haftalarda verdiği soru önergesini yanıtlayan Bakan Mehmet Özhaseki, plastik atık ithalatında dışa bağımlı olunduğunu söyleyerek bunun süreceğini, yani saray rejiminin insan ve doğayı hiçe sayan politikalarının aynı pervasızlıkla devam edeceğini teyit etti.
AB’nin sözde çözümü ve ikiyüzlülüğü
Öte yandan, 2022 yılının Aralık ayında, Avrupa Birliği Çevre Komitesi (ENVI) aldığı kararla AB sınırları içinde üretilen plastik atıkların ihracatının yasaklanması, AB sınırları içinde işlenip geri dönüşümünün sağlanması konusunda parlamentoya görüş bildirmişti. Plastik atıkların gönderildiği ülkelerde verdiği tahribatın farkında olan Avrupa Parlamentosu da (AP) imha edilecek tüm atıkların sevkiyatının yasaklanmasını içeren, sevkiyata yönelik daha sıkı prosedürler ve kontrol önlemleri getiren bir yasa teklifini kabul etmişti. Yasaya göre OECD üyesi olmayan yoksul ülkelere ihracatın yasaklanmasına, OECD ülkelerine ihracatın ise kademeli olarak durdurulacağına dair karar alındı. Türkiye ise, OECD ülkeleri arasında yer almasına rağmen atık ithalatını durdurmak bir yana yıldan yıla artmaktadır.
AB’nin uygulanıp uygulanmayacağı ya da nasıl bir geri dönüşüm sağlayacağı belli olmayan yasası, Türkiye’yi çöplük olmaktan kurtarır mı? Bu soru orta yerde dururken, insan sağlığını ve doğayı gözeten bir üretim ilişkisi kurulmadığı sürece plastiklerin gezegene ve insanlığa verdiği zarar baki olmaya devam edecektir. Dünya çapında geniş tartışma ve araştırmalara neden olan plastik sorunu, kapitalizmin sürdürülemez olduğunu gözler önüne sermektedir. Kapitalizmin işleyişi, neden olduğu çevresel sorunların çözümünün de esas engelidir.
Bu durum TKİP VII. Kongresi sonuç bildirgesinde tüm açıklığıyla ifade edilmiştir:
“…Yüzyıllardır emekçi insanın yanı sıra doğayı da hiçbir kural ve ölçü tanımadan hoyratça sömürüp yağmalayan kapitalist sistem, toplumsal devrim tehdidinden ve böylece her türlü engelden kurtulmuş olmanın da verdiği pervasızlıkla, son kırk yılda bunu en yıkıcı ve tahrip edici boyutlara vardırdı. Emekçi insana ödetilen sonu gelmez bedellerden daha başından beri doğa da payını alıyordu. Ama son kırk yıldaki aşırı yüklenme, bunun artık gelip belli sınırlara dayandığını göstermektedir.
Bu sınırların ötesinde, doğanın milyonlarca yıl içinde oturmuş dengesinin geri dönülemez biçimde bozulması ve böylece bir bütün olarak canlı yaşamın yok olma akıbetiyle karşı karşıya kalması vardı. Bu tehdit ve tehlike, son kırk yıl içinde bir dizi gösterge üzerinden açığa çıktı ve halen de dolu dizgin ilerliyor. Çevre kirliliği, ozon tabakası, sera etkisi, küresel ısınma, iklim sorunları, yenilenemeyen doğal kaynakların hızlı tükenişi ve elbette tüm canlı yaşam dengesinin gitgide bozulması, biyo-çeşitlilikte fakirleşme, bitki ve hayvan türlerinin kaybolması, canlı yaşamın çok zengin bir alanı olan denizlerdeki büyük kirlenme vb… Kapitalizm bir sistem olarak artık, insanlık için olduğu kadar gezegenimizin doğal dengesi ve dolayısıyla tüm canlılar dünyası için de son derece ölümcül bir tehdit haline gelmiştir.
…
İnsanlığın karşı karşıya kaldığı küresel sorunlara küresel çözümler, halklar arası kardeşçe işbirliği, dayanışma ve giderek bütünleşme, çevrenin ve doğanın korunması, tüm bunlar ancak kapitalist dünya sisteminin aşılması ölçüsünde olanaklıdır. Çıkış ve çözüm, devrimci enternasyonalizmden ve dünya devriminden geçmektedir.”