“Baro sistemi değişti. Ayasofya ibadete açılıyor. Sosyal medyanın kapatılması veya yakından denetlenmesi için hazırlıklar başladı. Böylece Türkiye’de, siyasal İslamın yaklaşık 17 yıldır ilerleyen “pasif karşıdevrimle restorasyon” sürecinde önemli bir eşik daha aşıldı”, demiştim.
O gün aşılan eşiğin ait olduğu kapının üzerindeki tabelada, “Cumhuriyet yıkılmalıdır” yazıyordu. Bu eşik aklıma, Jason Stanley’in, Faşizm Nasıl İşler (How Fascism Works-2018) başlıklı çalışmasında, Hitler’in, Alman liberal demokrasisinin örgütleyici ilkelerini ve kurumlarını yavaş yavaş, adım adım yıkma sürecini tanımlamak için, kullandığı Gleichschaltung sözcüğünü getirdi.
Farklı bir zemin üzerinde
Geçen hafta, eşiği aşınca ayak bastığımız zemini anlamaya yardımcı olacak şeyler yaşandı. Ayasofya’da Cumhurbaşkanı’nın katılımıyla büyük kitlesel bir namaz kılındı. Diyanet İşleri Bakanı elinde kılıçla hutbe okudu, Cumhuriyetin kurucularını bir kez daha lanetledi. Dışarıda büyük bir kalabalık halifeliğin geri getirilmesini istiyordu. Wall Street Journal’ın “Türkiye moderniteden geri dönüyor… Atatürk’ün seküler deneyi bitmiştir” yorumu, artık dünyada genel kabul gören algıyı yansıtıyordu.
Eşiği aşınca ayak bastığımız zeminde, Siyasal İslamın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma çabaları güçlenirken, kimi gelişmeler, bu çabaların arkasındaki mantığı mükemmel biçimde yansıtıyordu.
Örneğin, siyasal İslamın yayın organı Yeni Şafak gazetesinde, Fatma Çelik imzalı bir çalışma, Osmanlı’da haremin erdemlerini överken, doğrudan köleciliği savunmuş, kadına bakışın arkasındaki varsayımı vurgulamış oluyordu: Kadın erkeğin malıdır (kölesidir). Tamamen erkeklerden oluşan bir heyet de Cumhurbaşkanı’nı, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmasını istemek için ziyaret ediyor, bir anlamda kadını mala çevirme çabaları yoğunlaşıyordu. Aynı günlerde polis, kadına şiddeti protesto eden kadınları şiddetle darp ediyor, erkek polisler kadınları avuçlayarak tutuklamaya çalışıyorlardı.
Kısacası, ABD ve Avrupa’da halklar ülkelerinin sömürgeci, köleci geçmişini sorgularken, bu yeni zeminde, siyasal İslam kılıçla mülk edinme, kölecilik geleneğini canlandırmaya çalışıyordu.
Yeni zeminde, insanın kanını donduran başka şeyler de vardı. 1978 yılında, Ankara’da yedi sosyalist gencin öldürüldüğü Bahçelievler katliamı, faillerinden Haluk Kırcı, bir TV programında cinayeti savundu, göğsünü gere gere “Beşini ben infaz ettim” dedi ve yer yerinden oynamadı…
Bu sırada CHP
Ayasofya’nın fiilen camiye dönüşmesiyle, Cumhuriyetin kurucularını hedef alan hakaretlerle, Anıtkabir’e girişin, Lozan’ın kutlanmasının yasaklanmasıyla çakışan günlerde CHP, kongresini yapıyordu. Kongrenin ana sloganı bir acemi komedyenin şakası gibiydi: “İktidarın yolu Kılıçdaroğlu”. Acemi komedyen derken, inanın, abartmıyorum. Bu başkanın portföyünde hangi başarı, kaç seçim, halkoylaması yenilgisi var? Cihaner’in, konferanstaki umutsuz konuşmasından ödünç alırsam: “Türkiye’nin rejim değişikliğinin müsebbibi milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına” kim oy verdi? Bu liderlik, “18 yıldır iktidarda olan AKP’nin hangi hamlesine engel olabildi. Kadın cinayetlerine mi… Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılmasına mı, neyine engel olabildi?” Bu hangi iktidarın yolu?
Bu sosyal demokrat olmak iddiasındaki partinin asla değişmeyen başkanı Kılıçdaroğlu’nun, konuşmasında, “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” adını verdiği çözüm önerilerini sunmadan önce, Türkiye’nin önündeki beş temel sorun olarak kısaca söz ettiklerinin içinde laikliğe yönelik tehditlere değinilmiyordu. Hem de Ayasofya’nın açıldığı, Cumhuriyetin kurucularına hakaret edildiği, ikili hukukun gündeme geldiği, halifelik taleplerinin yükselmeye başladığı bir dönemde.
Belli ki Kılıçdaroğlu da Türkiye’nin Gleichschaltung sürecini benimsemiş, partisini şekillenmekte olan bu zemin üzerinde konuşlandırmaya çalışıyor.
Ancak bu süreç, geçmişte, hem de iki güçlü ekonominin ülkesinde savaşlara, büyük felaketlere yol açmıştı. Bu sürece ortak olanlar, sonuçlarının sorumluluğundan kurtulamazlar.
Besbelli ki, bu sürece direnmek isteyenlerin, artık CHP’yi yeniden değerlendirmesi gerekiyor.
Cumhuriyet / 27.07.20