Erdoğan, Başbuğ ve 13 dakikalık McGuffin… - Bahadır Özgür

Yasaların nasıl çıkarıldığı, davaların iddianameleri, sonuçları, onları kimin savunduğu ortadayken; bunu yeni bir muammaya çevirip tekrar çözmeye çalışmak nedendir? Gözümüzün önünde cereyan eden hadiseler, niye yeni bir gizem pelerinin ardına itelenmeye çalışılıyor?

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 16 Şubat 2020
  • 08:45

Her şey dönüp dolaşıp 2009 yılının 25 Haziranını 26’sına bağlayan gece, 13 dakikada çıkarılan bir yasaya kilitlendi. O 13 dakika; ya yakın tarihin kritik olaylarını açıklayacak bir aydınlanma anına, ya da her şeyi içine çekip sonsuza dek gömecek bir kara deliğe dönüştürüldü.

Neydi tartışma, kısaca hatırlayalım…

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bir televizyon programında, “26 Haziran 2009’da askeri şahısların, askeri mahalde işlediği suçlar da dahil özel yetkili mahkemelerde yargılanmasının önünü açan yasa teklifi getiriliyor. Bunu kim hazırladı? Tamamen FETÖ ile ilgili, bu araştırılsın” dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tepkisi sert oldu, partili milletvekillerine Başbuğ hakkında dava açmaları talimatını verdi. Dün de Pakistan dönüşü, yasa sayesinde darbe girişimine katılanların yargılanmasının sağlandığını söyledi.

Tartışmanın burada bitmeyeceği aşikar. Kimine göre Başbuğ’un çıkışı, Türkiye’yi alt üst eden siyasi sürecin miladını belirleyerek, AKP’yi sıkıştırma hamlesi; kimine göreyse, iktidar blokunda önümüzdeki dönemde şekillenecek yeni pozisyonların bir işareti. Özetle 13 dakika, hemen herkes için içerideki ve dışarıdaki olaylar silsilesinin oluşturduğu ‘büyük pazılı’ birleştiren ‘kayıp parça’ muamelesi görüyor.

***

Gerilim ustası Hitchcock’un filmlerinin değişmez unsuru McGuffin’dir. Bu, karakterin genellikle kendisiyle ilişkilendirdiği ve daima göz önünde olan bir eşya, kişi vb. olabilir. Olayların gelişmesine katkısı olduğu kadar, bir tür göz aldatmacası rolü de üstlenebilir. Gizli Teşkilat filmindeki mikrofilmler, 39 Basamak’taki uçak planları ya da Yabancı Muhabir’deki 27. madde birer McGuffin’dir. Olan biteni açıklamaz, her şeye değer geçer; film ilerledikçe seyirci de ne olduğunu öğrenme arzusunu yitirir.

Bir röportajında Hitchcock şu örneği veriyordu:

“McGuffin, bir trende yolculuk eden iki adam hakkındaki hikayeden alınmış bir İskoç adı olabilir. Adamlardan biri diğerine rafta duran paketin ne olduğunu sorar. Diğeri ‘ah, o bir McGuffin’ yanıtını verir. İlk adam ‘McGuffin ne?’ der. ‘Bak şimdi’ der diğer adam. ‘McGuffin, kuzey İskoçya dağlarında yaşayan aslanları tuzağa düşürüp, yakalamaya yarar. İlk adam, ‘ama İskoçya’da hiç aslan yok ki’ diye tepki gösterir. Bunun üzerine diğer adam ‘peki… bu bir McGuffin değil o zaman’ der.” (*)

***

İşte 13 dakikalık yasa da, yakın siyasi tarihin McGuffini’ne dönüşmüş durumda. Aktörlerin tamamı hikayeyi kendi cephesinden anlatıyor. Ve ilginç olan şey, anlatılanların çoğunun doğru olması. TBMM tutanakları ve o güne ait basın arşivleri teyit ediyor bunu. Mesele tam da bu aslında. Her şeyi açıklama kudretine sahip olduğu söylenen bir şey, esasında hiçbir şeyi açıklamamak üzere kurgulanmıştır.

Yasaların nasıl çıkarıldığı, iddianameler, sonuçlar, onları kimin savunduğu vs. ortadayken; bunu yeni bir muammaya çevirip tekrar çözmeye çalışmak nedendir? Gözümüzün önünde cereyan eden hadiseler, niçin yeni bir gizem pelerinin ardına itelenmeye çalışılıyor?

Belki de doğru soru; ‘bu neyi açıklıyor’dan ziyade, ‘açıklanmasını istediğimiz şey nedir’ olmalı. Öyleyse gelin polisiye yazarı Agatha Christie’nin, “her cinayet çevresindekilerin izini taşır” mottosundan yola çıkıp, akla ilk gelen bazı soruları sıralayalım:

*5 Şubat 2005’te Trabzon’da Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro’nun öldürülmesi bir meczubun işi olarak niye kapatıldı?

*5-10 ve 1 Mayıs 2006 günleri Cumhuriyet gazetesine atılan el bombaları vakası ne oldu?

*17 Mayıs 2006’da Cumhuriyet’e saldırının faili Alparslan Arslan’ın Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbildin’i öldürmesinin üzerine gidildi mi?

*19 Ocak 2007’de düzenlenen Hrant Dink suikastıyla ilgili dava, 103 duruşmadır tam olarak nasıl aydınlatılamıyor?

*18 Nisan 2007’de Malatya’da Zirve Yayınevi basılarak üç Hıristiyan vatandaşın katledilmesi münferit bir vaka olarak sınırlandırılıp, dosya niçin rafa kaldırıldı?

*28 Kasım 2015’te herkesin gözü önünde yaşanan Tahir Elçi suikastının, bin dereden su getirilerek kapatılmaya çalışılmasının nedeni nedir?

Kim öldürttü bu kadar kişiyi? Emri veren Gülen ise, bir cinayet davası açıldı mı? Sorumlular ‘rutin dışına çıkan bazı güçler’, dış mihraklar veya yatıp kalkıp provokasyon peşinde koşan odaklarsa, buna dair herhangi bir girişim var mı? Ne yani, birkaç meczubun işi mi bütün bu olup bitenler?

İlker Başbuğ’un yazdığı 13 kitapta, Erdoğan’ın saatler süren konuşmalarında ya da dün Gülen ile kaynatıp, bugün orayı burayı eşeleyerek geçmişini kapatmaya çalışanların açıklamalarında yanıt bulabilen varsa, buyursun. Yoksa 2009’daki yasanın müsebbiplerini de, sonuçlarını da biliyoruz zaten.

Geçmişi yasal değişikliklerden, iddianamelerden, iktidardaki pozisyon oyunlarından okursak, gerçeğin aleni yüzüyle karşılaşırız. Ancak Maraş, Çorum, Madımak, Dink, Elçi üzerinden okursak, karanlık yüzüyle de tanışırız. 90’ların faili ‘meçhul’ cinayetlerinin, Susurluk davalarının kapatılması hafızalarda tazeyken, mesele gerçeğin hangi parçasının peşine düştüğümüzle ilgilidir.

Şu anda bize McGuffin’i gösterip duruyorlar; oysa katil kim, onu söyleyen yok.

Gazete Duvar / 16.02.20