Emile Zola, “Rougonlar’ın Serveti” romanında; para için her yolu mübah sayan ve bu uğurda toplumsal felaketlere bile umut bağlayan bir aileyi anlatır. Cumhuriyet’i boğazlayacak bir ‘haydut’, nihayet arzuladıkları fırsatı verir onlara. Bonapart’ın hükümet darbesi, Rougonların da talihinin döndüğü andır. Kaderlerini Cumhuriyet’e bağlamış binlerce emekçi aile, derin hayal kırıklığı içinde sefalete sürüklenirken, Rougonlar hepsinin üzerine basa basa yükselir. Zola ahlaki değerlerden arınmış bu insanları, gelir getirecekse eğer, başkalarının acısına dahi çöküp yağmalayabilecek tıynette bir ‘haydut ailesi’ olarak resmeder.
Türkiye için de tanıdık bir sahne değil mi bu? Son 15-20 yılın ‘en zenginler listesine’ bakarsanız, en az beş on tane Rougon ailesine rastlarsınız mutlaka. Muhterislikleri kendilerini kolayca ele veriyor zaten. Kimi Boğaz manzaralı evinden ‘karantina’ fotoğrafı paylaşıyor, kimisi iş yerinin kapısını penceresini kilitleyip, çalışanını parasız pulsuz evine yolluyor. En iştahlı olanları ise ihalelerin tadına varanlar elbette. Binlerce işçiyi servislere tıkıştırıp, her gün salgının ön saflarına, inşaatlara sürüyorlar.
Her şey gibi virüs de sınıfsaldır derken kastedilen tam da budur. Hayatın bütün adaletsizlikleri, ölüme de rücu ediyor çünkü.
Gelin salgınının bu yönünü; biri devlet ihalesi alan, diğeri yıllardır devlete hizmet eden iki ailenin eşzamanlı yaşadıkları üzerinden okuyalım. Bakın zor zamanlarda biri giderek gürbüzleşirken, diğeri nasıl lime lime parçalanıyor…
Erbil Ailesi
Sekiz saat enkaz altında kalan ölü bedeni, ancak gece yarısı çıkartılabildi. Ne var ki bundan sonrası, daha büyük bir trajediydi. Çeyrek asır emek verdiği TCDD, onu ‘görev malulü’ saymadı. Rayların yarım yamalak ıslahı için bir inşaatçıya 4 milyon 771 bin 919 lira verirken zerre titremeyen el; ‘üç para maaş’ iki küçük kıza kalmasın diye, elinden geleni yaptı.
8 Temmuz 2018’de Çorlu’daki tren kazasında yaşamını yitiren Seyfi Erbil, 22 yıldır gar güvenlik görevlisiydi. Eşinin de çalışmasından dolayı iki çocuğunu sık sık Kırklareli Pehlivanköy’deki annesinin yanına bırakıyordu. O gün de akşam 20:00 nöbetini tutmak için trene bindi ve uyduruk yapılmış bir menfezin yol açtığı kazayla yaşamı son buldu.
***
Sancak Ailesi
15 Mayıs 2017’de Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve Kızılay arasında Yerli Plazma Kan Ürünleri Üretimi Projesi kapsamında açılan ihaleyi kazanan şirketle sözleşme imzalanıyordu. İhaleyi alan şirket, Murat Sancak’ın MT Holding’e bağlı Maxicells’di. Otoyol, köprü, havalimanında olduğu gibi, Sancak’a da 12 yıl boyunca garanti verildi.
Anlaşma uyarınca, Hazine tarafından tahsis edilen Silivri’deki araziye kan fabrikası kurulacak, Kızılay kanları sağlayacak, burada üretilecek ilaçların tamamını da devlet satın alacaktı.
***
Erbil Ailesi
Tren faciasında 7’si çocuk, 25 kişi yaşamını yitirdi, 328 kişi de yaralandı. Kazayla ilgili adalet arayışı hukuk skandalına dönüştü. Kimse sorumluluğu kabul etmiyor, hatta aileler suçlu durumuna düşürülüyordu. Nitekim mağdurlara, basın açıklamaları nedeniyle dava açıldı.
İşte kazanın mağdurlarından birisi de güvenlik görevlisi Seyfi Erbil’in eşi Saliha Erbil’di. Kocasının TCDD çalışanı olduğunu belirterek, ‘vazife malulü’ sayılmasını istiyordu. TCDD ise Seyfi Erbil’i ‘yolcu’ kabul edip, maaşını çocuklarına vermemekte diretiyordu.
***
Sancak Ailesi
Kan ihalesinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Sancak’ın fabrikasından ses seda yok. O esnada ailenin diğer üyesi Ethem Sancak’ın da yıldızı biraz daha parlıyor, 2018 yılında yapılan Altay tankı ihalesini BMC kazanıyordu. Şirkete yüzde 49 hisse ile Katar devleti de ortak oldu. Bir yıl sonra kamuoyu, ne zaman yapıldığını bilmediği bir ihale ile TSK’ya ait Tank Palet Fabrikası’nın da Ethem Sancak’a verildiğini öğrendi.
***
Erbil Ailesi
Saliha Erbil mahkemede ısrarla eşinin yıllarca işe trenle gittiğini, o gün de nöbet dolayısıyla trene bindiğini anlattı. Yani ‘yolcu’ değil, ‘çalışan’dı. Avukatının Ankara 3. İdare Mahkemesi Başkanlığı’na sunduğu yazıda 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 47. Maddesinde geçen, “Sigortalıların vazifelerini yaptıkları sırada… idarelerince sağlanan bir taşıtla işe gelişi ve dönüşü sırasında veya işyerinde meydana gelen kazadan doğmuş olursa, buna vazife malullüğü denir” maddesi hatırlatıldı.
Ve TCDD’nin de bünyesindeki tüm personeline işe hem gidiş gelişlerinde, hem de özel işleri sırasında trenlerden ücretsiz olarak yaralanmalarını sağladığı vurgulandı. Seyfi Erbil’in de nöbete gittiğine dikkat çekildi. Ama TCDD kendisinin uygulamasını, yine kendisi yok sayarak, o maaşı çocuklara vermemekte ısrar ediyor.
İki yıldır süründürülen dava yüzünden Saliha Erbil, eşinin yasını dahi tutamadan, mahkeme mahkeme koşturup duruyor hala.
***
Sancak Ailesi
Murat Sancak’a verilen ihalede ise tuhaflıklar uzayıp gidiyordu. Taahhüt iki yıldır yerine getirilmediği halde, yasaların gereği yapılmıyor, üstüne ‘yerli milli üretim’ dedikleri şeyin de foyası ortaya çıkıyordu. Sancak’ın, 30 Ağustos 2019’da Kansuk Laboratuarı AŞ.’den beş adet ruhsat satın alıp, Maxicells adına tescil ettiği öğrenildi. Bundan bir ay önce de Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü hastanelere gönderdiği yazı ile plazma ürünlerinin “hastanelere teslimatı gerçekleştirecek ürünler ile sağlanması” talimatını vermişti. Hukuk değil, ‘minare-kılıf’ kuralı işletiliyordu yine.
***
Ve yolları kesişiyor…
Erbil ve Sancak ailelerinin ‘bir çöküş ve yükseliş eğrisini’ andıran hayatları, korona günlerinde kesişti.
Murat Sancak’ın, Cumhurbaşkanlığı forsu şeklindeki yüzüğünü izleyenlerin gözüne sokan bir videosu yayınlandı. Oliver Twist’teki yankesici Fagin’in paraları okşaması gibi, Sancak da neşeyle korona testleriyle oynuyordu. Sağlık Bakanlığı’nın izniyle dağıtılması gereken test kitlerinden 125 adedini, parasını bastırıp aldığını açıkladı; dekontu da gururla sergiledi.
Bunu sıradan birisi yapsa, başına ne gelirdi acaba?
18 yıldır sağlık hizmetlerinde çalışan Saliha Erbil ise, her sabah Sancak’ın oynadığı testlerden ve yeterli güvenlikten yoksun olarak mecburen iş yerine gidiyor. Ve her akşam iki küçük kızının, 80 yaşındaki annesinin bulunduğu evine ürpererek dönüyor. Tek düşüncesi, iki yıldır peşinden koştuğu davasının salgın nedeniyle belirsiz tarihe kalmaması ve lehine sonuçlanması. Yardım değil, mütevazı yaşamının ona sunabildiği yegane imkanın elinden alınmasını istemiyor sadece.
Şu anki koşullarını sorduğumda, “O önemli değil. Şu mesajı iletin yeter” diyebildi:
“Eşimi tanısanız çok severdiniz. İyi insandı. Bir gün dahi işini aksatmadı, rapor almadı. Hep teşekkür belgesi verildi. Kimsenin malında, parasında gözü yoktu. İki kızı için yaşamak yetiyordu ona. Ne sadaka, ne de alkış istemiyorum. Hakkımı versinler yeter. Ben de riskteyim. Ya bana da bir şey olursa?”
Notlar
*Emile Zola, Rougonlar’ın Serveti, çev: Yurdahan Tulun, Payel yay.
**Murat Sancak’ın kan ihalesi ile ilgili ayrıntılar için:
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/09/05/bir-akp-klasigi-daha-sancakin-kan-ihalesi/
***Çorlu tren kazasını bütün yönleriyle takip eden gazeteci Mustafa Hoş’un şu söyleşisi hukuk skandalını özetlemeye yetiyor:
http://acikradyo.com.tr/ekonomi-ekoloji/corludaki-tren-kazasi-gazeteci-mustafa-hosla-soylesi
Gazete Duvar / 31.03.20