Ekonomi yönetiminin aldığı kararlar, işin ciddiyetini hâlâ tam olarak kavrayamadığını, durumu idare etmek için dur-kalk politikasına devam edeceğini gösteriyor.
Son günlerde alınan kararlar, mecburen piyasadaki faizlerin yükselmesine izin verilip kurun yeni geldiği seviyeyi korumaya çalışılacağı izlenimi veriyor. Dolayısıyla aşırı büyüme hırsı nedeniyle girilen yanlış politikalar sonucu yine büyüme oranları düşecek, işsizlik oranları artacak…
Alınan kararlar, ekonomi yönetiminin eski politikalarında önemli değişiklik yapmadan, yumuşama yapmakla yetineceği beklentisi yarattı. Yaşanan son dalga sonucu bono faizleri yüzde 13-14’e, mevduat faiz oranları yüzde 11’e ulaştı. Bu yükselişin önümüzdeki günlerde de devam edeceği birkaç puanlık artışlar daha olacağı tahmin ediliyor.
Peki, bu faiz oranlarındaki fiili artış ve gelinen kur seviyesi, yeni bir dalgayı önleyebilecek mi? Bazı piyasa oyuncuları kur eski seviyede, yani 6.85 TL’lik dolar kuru geçerli olsaydı, mevduat faizleri 12’ye çıksa bile yeterli olamayacağını, ama 7.35 TL’lik dolar kuru varken bu faiz artışlarıyla bir süre yetinilebileceğini kaydediyorlar.
Bu oyuncular gerekli olmasına rağmen Cumhurbaşkanı’nın Merkez Bankası’na, en azından bu ay, politika faizlerini artırma izni vermeyeceğini varsayıyorlar. Buna karşılık bazı piyasa oyuncuları ise hareketin durmadığını, tüm faizlerde artışların önümüzdeki günlerde devam edeceğini, Merkez Bankası’nın da politika faizinde artışa gitmek zorunda kalacağını tahmin ediyorlar.
Piyasadaki vatandaşın tavrına gelince: 7.35 TL’lik dolar kurundan TL’ye dönüşlerin başladığı belirtiliyor. Bilgi aldığım banka şubelerindeki uzmanlar, “Vatandaşın bir bölümünün dolar bozdurduğunu ama bozduranların da tüm döviz hesaplarını çözmediğini, dolayısıyla hâlâ bir beklentinin var olduğunu gördüklerini” kaydediyorlar.
Buna karşılık konuştuğum piyasa oyuncularının tümünde “Artık ekonomi yönetiminin doğru iş yapacağına ilişkin inançlarının hiç kalmadığını” gördüm. Ekonomi yönetiminin eski tarzında işleri sürdürmeyi tercih edip, “gerekirse yine piyasanın kolunu bükerek hizaya çekme eğilimini sürdüreceği” tahminlerini dile getiriyorlar. Bu yönetim şeklinin sonuç vermediğini, her seferinde yeni bir bozulma aşamasına gelindiğini ama ekonomiyi yönetenlerin bu tarzı bırakmaya niyetli olmadığının gözüktüğünü söylüyorlar.
‘Bu kafa değişmedikçe…’
Bu tür kötü deneyimleri daha önce yaşamış olan bankacıların, böyle durumlarda piyasaları kesin olarak sakinleştirmek için yapılacakların aslında belli olduğunu, ama ısrarla bunların yapılmadığını söylediklerine şahit oluyorum. Her şeyden önce şimdiye kadar düşük faiz-düşük kur politikasının yanlışlığının defalarca kanıtlanmasına rağmen tekrar tekrar denenmesine kızıyor, bu politikadan kesin dönüşü artık piyasalara göstermek gerektiğini ifade ediyorlar. Bunun için ise Merkez Bankası’nın politika faizinde, gerekirse şok artırıma gitmesi, bütçe açıklarının ve harcamaların kısıtlanması, büyük projelerin ötelenmesi veya iptal edilmesi gerektiği görüşündeler. Tüm bunlar yapıldığında, piyasalarda en fazla 6 aylık bir durgunluk yaşanıp, ardından güven verecek politikalarla büyümenin yeniden başlatılabileceğini belirtiyorlar.
Siyasi olarak bakıldığında da kısa bir duruştan sonra 2-3 yıl sonra yapılacak seçimler için zaman kazanılmış olacağını, yani iktidar için doğru olanın bu seçenek olduğunu ama yapmadığını kaydediyorlar. Şimdiki politikalarla da büyümenin yavaşlamasının kaçınılmaz olacağı, ancak 6 ay en geç 1 yıl sonra yeni büyük dalgalarla karşılaşmanın kaçınılmaz olacağı belirtiliyor. Yani 2-3 yıl sonra yapılacak seçimler için seçtikleri yol kendileri açısından da kötü.
Ekonomi yönetiminin birkaç ay dur-kalk politikalarıyla zaman kazanıp ardından yüklü yabancı sermaye çekişi olabilir mi derseniz; buna hemen hemen kimse bu koşullarda ihtimal vermiyor.
Bir bankacı, yurtdışından sermaye akışı beklemenin hayal olduğunu belirterek “Hiçbir zaman TL ile işlem yapmak bu kadar zorlaştırılmamıştı. Üstüne üstlük enflasyonun üzerinde 2 puan kazanmak için, hiçbir yabancı sermaye bu zahmete katlanıp, gelip TL yatırım yapmaz” şeklinde konuştu.
Peki, bu politikalarla birlikte yabancı sermaye akışını rahatlatacak kararlar da alınırsa sermayenin gelip gelmeyeceğini sorduğumda, zaten ekonomi yönetiminde böyle bir arayışın başladığını ama sonuç alınamadığını gördüklerini söylediler. Aynı bankacı, yabancıların “Şimdi tümüyle açsalar gelsem bile, 3 ay-6 ay sonra bu yönetimin yine kısıtlamaları artırıp çıkışımı engellemeyeceğinin garantisi yok” diye baktığını kaydetti.
Lafın kısası: gerek içerideki piyasalarda gerekse dış piyasalarda mevcut ekonomi yönetiminin bu işi rasyonel yönetebileceğine ilişkin güven sıfır. Goldman Sachs, TL’nin değer kaybının devam edeceğini belirterek, 3 ay sonra 7.75, 6 ay sonra 8, 1 yıl sonra 8.25 TL’lik dolar kuru tahmininde bulundu. Goldman analistleri “Artan döviz mevduatları, bozulan enflasyon görünümü, sınırlı rezervler, dış finansman açığı ve alışılmışın dışındaki politika karışımı dikkate alındığında dolar/TL’de riskler kısa vadede yukarı yönlü” diyor.
Dün açıklanan mayıs ayı resmi işsizlik oranları gerçek rakamı göstermese de genç işsizlik korkutucu boyutlarda, istihdama dahil olmayanların sayısı 3.8 milyonu aşmış, geniş tanımlı işsizlik oranları yüzde 30.6’ya çıkmış.
Dün konuştuğum bir iktisatçı, “Faiz yükselişinin önünü açarlarsa kur üzerindeki baskı hafifler. Ama kafa değişmedikçe bu dalgalar tekrarlanır” dedi. Hatalı politikalarda ısrar, hem büyümeyi, hem işsizliği çok daha kötü noktalara getirecek gibi gözüküyor.
Cumhuriyet / 11.08.20