Korona salgınının dünya ekonomisi ve toplumlar üzerinde yarattığı etkiler pek çok perspektifle ele alınıyor. Uluslararası kuruluşlar bir yandan dünyadaki yoksullaşmaya, alınan önlemler uyarınca yaşanan işsizliğe ve bunun toplumsal etkilerine mercek tutarken bir yandan çok açık biçimde olmasa da bu süreçte servetlerine servet katanlar mercek altına alınıyor. Gelir prizmasının ele alınmasının gerektiği ülkelerden biri de Türkiye.
Sağlık Bakanlığı’nın nihayet hasta sayısı değil, vaka sayılarını açıklamasıyla beraber, Türkiye’de günlük vaka sayısının 30 binlerin üzerinde olduğu, sağlık çalışanlarının tüm uyarılarına karşın yeterli önlemlerin alınmaması sonucunda sistemin çökmekte olduğu artık sır değil. Sürecin kontrolden çıktığını düşünen iktidar, sokağa çıkma yasağı dahil olmak üzere çeşitli önlemler almaya başladı. Ancak bu önlemler de beraberinde krizde olan ekonomi ve dibe vuran istihdam konusunda ciddi endişelere neden oluyor. En azından toplumun genel kesimi için. Öte yandan ihaleler, maden arama faaliyetleri, Katar Yatırım Fonu’na sunulan cazip fırsatlar da sürüyor. Bu yazıda Türkiye’de pandemiyle aşikar olan ekonomik adaletsizliği ve görünümü ele alacağız.
Pandeminde büyüyenler: Milyonerler
Pandemi ekonomik olarak pek çok insanın hayatında işsizlik, tasarruf, belirsizlik demek, ancak hem dünyada hem de Türkiye’de bunun böyle olmadığı azınlık bir kesim var. Kim bu azınlık ve neden pandeminin ekonomik etkisinin onlar için olumsuz olmadığını söylüyoruz?
Bu iki sorunun cevabı için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) eylül sonunda yayınlanan raporuna uzanmak gerekiyor. Rapora göre göre Aralık 2019’da banka hesabında 1 milyondan fazla para olan kişi sayısı 225 bin 441’di. Eylül 2020’ye kadar olan sürede 76 bin 123 kişi artarak 301 bin 564’e yükseldi. Milyonerlerin toplam mevduatı 1 trilyon 958 milyar 817 milyon lira. Yani milyoner başına düşen ortalama mevduat 6 milyon 496 bin lira. Rapora detaylı bakıldığında artanın sadece milyoner sayısı olmadığı görülüyor. Geçen yılın başından eylül ayının sonuna kadar olan zaman zarfında milyonerlerin serveti 567 milyar 218 milyon lira artış kaydetti.
Milyonerlerin sahip oldukları servetler için kullandığı yatırım araçlarında döviz ön sırada yer alıyor. BBDK’ye göre milyonerler servetlerinin 969 milyar 261 milyon lirasını döviz, 807 milyar 548 milyonunu TL, 54 milyar 918 milyon lirasını kıymetli maden depo hesaplarında değerlendiriyor.
Özetle pandemi neredeyse 302 bin kişi için hiç de sorunlu bir durum değil, mevduatlar artmış, servete servet katılmış. Peki 80 milyondan bu sayı düşünce, hadi yuvarlayalım diyelim ki işleri tıkırında olan 1 milyon insan dışındaki 79 milyon kişinin durumu nasıl?
Yükün altında ezilenler: Yoksulluk ve istihdam
Türkiye nüfusunun tamamı olmasa da geneli hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayan veriler mevcut. Benzer biçimde araştırma şirketlerince yapılan saha çalışmaları sınıfsal yapı ve kişilerin ekonomik durumu konusunda önemli ipuçları sunuyor. Örneğin Türk-İş gibi sendikalar ve üniversitelerin yaptığı araştırmalara göre, TÜİK veri 14 milyon dese de, Türkiye’de yoksul kategorisine giren kişi sayısı 20 milyonun üzerinde. Yani her dört kişiden biri yoksul. “Yoksul sayısı nasıl belirleniyor?” derseniz, gelir ve harcamaların asgari düzeyine göre belirleniyor. Örneğin Türk-İş Kasım 2020 araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı 2 bin 516 lira. Bu açlık sınırı olarak tanımlanan durum. Yoksulluk içinse gıdanın yanına giyim, konut, faturalar, eğitim, sağlık gibi temel kalemler ekleniyor. Buna göre yoksulluk sınırı 8 bin 197 lira. Yani geliriniz, harcamalarınız uyarınca 8 bin 200 liranın altındaysa yoksul sayılıyorsunuz. Devam edelim, herkes dört kişilik bir aile ile yaşamıyor. Bir de tek başına yaşayanlar var. Bu durumda tek kişilik bir bireyin bir aylık yaşam gideri 3 bin 73 lira.
Sahaya bakacak olursak; Konda’nın Ekim 2020’de yaptığı anket yoksulluk konusunda çarpıcı bazı sonuçlara sahip. Araştırmaya göre ekim ayında ayı zor, şöyle ya da böyle kapatan ya da kıt kanaat geçinen kişilerin oranı bir önceki döneme göre yüzde 60'tan yüzde 53'e düşmüş. Bu veriye bakınca “demek insanlar daha rahat geçiniyor” diye düşünecekseniz derin bir nefes alıp sabırlı olmanız gerekiyor. Zira araştırmanın devamında şu söyleniyor: Zor da olsa kıt kanaat geçinen sayısı artıyor çünkü, geçinemeyenlerin oranında artış var. Geçinemediğini veya ödemelerini yapamadığını belirtenlerin oranı Ekim 2020’de önceki ayda yüzde 6 artışla yüzde 22’den yüzde 28’e çıkmış. Yani “evime ekmek götüremiyorum” diyen insan sayısı verilere yansıyacak şekilde hızla artıyor.
Korona önlemleri ve açlık
Belediyenin tezgâhına el koyduğu çocuk işçi şöyle sesleniyordu: "Bırakın tezgahımı ben evime ekmek götürüyorum!” Kısa videoda keskin bir bıçağın adeta yüreklere saplanmasına neden olan bu durum bazen yüzlerce sayfalık gerçekliği özetliyor. Sıkıntı yalnızca işporta tezgâhındaki kazancıyla belki bir ekmek belki bir kap çorba alacaklarla sınırlı değil. Esnaf odaları ardı ardına yıkımın haberlerini veriyor. Neredeyse her şehirde yanından geçerken “aa burası da kapanmış dediğimiz” iş yeri, dükkan sayısı gittikçe artıyor. Küçük esnafı zorlayan korana değil. Uygulamalar. Kasım ayında açıklanan önlemler hafta başında daha kapsamlı olanların gelmesiyle yeni bir eşiğe geçti. Dünyanın genelinde benzer bir durum var, beklenen ikinci dalga daha yıkıcı ve can alıcı. Ancak pandeminin başlarında İngiltere ve Almanya’da iktidar halka şöyle seslendi: “Siz sağlığınızdan sorumlusunuz ekonomiyi yolunda tutmak bizim işimiz.” Bu cümlenin devamında önlemler nedeniyle kapanan iş yerlerine destek paketleri verildi. Bir kısmının gelirlerinin yüzde 80’ini devlet tarafından ödendi, ödeniyor. Benzer biçimde ABD’de de kurtarma paketleri çıkarıldı.
Türkiye’de beklenen devlet desteği, ilk olarak devletin IBAN numarası paylaşmasıyla şok yarattı. Ardından ödenek olarak 1.200 lira gibi bir ücretle insanların hayatta kalması beklendi, bekleniyor. Öte yandan büyük sermaye gruplarına dönük vergi afları, ihaleler hız kesmeden sürdü.
Türkiye destek paketini açıklarken orada işçiler, küçük esnaf, sağlık çalışanları değil, büyük işverenler vardı. Belli ki kulak verilecek olanlar onlardı. İkinci dalga ve yarattığı yıkım konusunda beklenen önlemler hep “ama ekonomi” denerek ötelendi. Ancak aynı dönemde işsizlik kaynaklı intiharlar, iş yeri kapanmaları, toplu işten çıkarmalar devam etti. Bu noktada yeni bir önlem paketi açıklanmadı. Örneğin kışın sert geçtiği Türkiye’de işsiz kalan çalışanların, dükkanını kapatan esnafın ne yiyip içeceği soğuktan nasıl korunacağı belli değil. Rakamlara dönersek, eğer adım atılmazsa 20 milyon olan yoksul sayısı 2021’de 30 milyona çıkacak. Üstelik açlıktan ölme, soğuktan donma haberleri başta yürek sızlatacak sonra sıradanlaşacak. Virüsten korunmak için evlere sığınma, dört duvar arasında temel ihtiyaçların giderilmemesi sonucu son bulacak.
“Korona virüsü bir laboratuvarda mı üretildi?” sorusu şüpheci zihinlerin hep aklında. Buna şimdiden yanıt vermek çok zor. Ancak insan eliyle yayılan bir virüs var. Yeni değil, çözüm için aşıya gerek yok: Yoksulluk ve gelir adaletsizliği.
Siz yine de biraz sessiz olun, camınızı açın, yılbaşını kutlamayın ve çok gürültü çıkarmayın, bankalarda biriken milyonlar büyüme uykusunda, hem de rengi, dili, dini yok. Sessiz olun ki büyüsünler, bu arada açlıktan, soğuktan, sağlık hizmetine erişememekten ölmek serbest.
Gazete Duvar / 02.12.20