Yaklaşık üç yıl önce anlı şanlı yeni süper teşvik programı kapsamında 135 milyar TL’ye varan yatırımların destekleneceği duyurulmuştu. Teşviklerde en büyük kalemlerden biri Metcap Enerji’nin polietilen ve polipropilen üretimine ayrılmıştı. Daha önce bir yazıda değinmiştim, şimdi hikayeyi anlatma zamanı.
Ambalajdan otomobile, her sektörde kullanılan polipropilen üretimi için dev adımlar atma kararı yeni teşvik politikasıyla birlikte biçimlendi. O dönem, doğrudan 1150 istihdam, dolaylı olarak 4 bin 600 kişinin çalışması, cari açığın azalması diye uzayıp giden faydalar listesi ile birlikte dolaşıma sokulan bir haber bombardımanına maruz kalmıştık. Türk-Katar şirketlerinin ortaklığında 5,2 milyar dolarlık yatırımın ekonomiye yılda 1,4 milyar dolarlık katkı sunacağı böylelikle cari açığı tek başına dikkate değer bir şekilde azaltacağı, ekonomiyi şahlandıracağı ilan edilmişti.
Bu tarz hipotetik hesaplar yeni yatırımların olmazsa olmazıdır. O gün kur ve ithal ürün fiyatı üzerinden, yapılacak muhtemel üretim (ton hesabı) ile girişimin Türkiye’ye ne kadar katkı sağlayacağı ilan edilir. Miktarın kendi başına büyüleyici bir etkisi olur. 1,4 milyar dolar. Hem de bir yılda. Az mı?
Türkiye’de artık herkes, birileri çıkıp cari açığı tek başına kapatacağını ilan ettiğinde sonrasında ne gibi risklerin ve sıkıntıların ortaya çıktığını biliyor. Ancak süper teşvik programı gibi desteklerin ve yatırımların teknoloji yoğun ve katma değeri yüksek üretime geçiş ve “çağ atlama” kademeleri olarak sunulması bir yandan da aynı söylemlerin tekrarına yol açıyor.
Cari açık düştü mü? Doğal gaz geldi mi?
Sizi bilmem, ama ben arada sırada Metcap ne yapmış, cari açığa ne olmuş kontrol ediyorum. Sonuçta eski Sabancı Holding CEO’su ve Metcap kurucusu Celal Metin büyük hayalleri olduğunu söylüyordu: “600 bin tonluk polipropilen ve 400 bin tonluk polietilen elde etmeyi planlıyoruz. Bu da Türkiye’nin ihtiyacının yüzde 35’ini karşılayacak”. Ankara’da 2018’de imzalanan protokolü tanıtırken devletin resmi haber ajansındakiler Metcap’in diğer ortaklıklarına da yer veriyor ve yeni doğalgaz çevrim santralleri ile Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 5’inin de karşılanacağını söylüyorlardı. Tesisler 2020’den itibaren aşama aşama devreye alınacaktı.
Sonrasında Türkiye’de cari açık düştü, ama Metcap sayesinde değil, ağır bir kriz nedeniyle ekonomik daralma ve durgunluk sırasında düştü. İnşaat Türkiyeli sermayedarlara zaten bir süredir eski tadı vermez olmuştu. Enerji şirketlerinin bir kısmının borçları krizde yapılandırıldı. Bu sırada, teşvik mantığından milim şaşma görülmedi.
Tahmin edebileceğiniz üzere Edirne’de 2021 başı itibarıyla tasvir edilen petrokimya tesisi yok, bunu da ilk polipropilen tesisinin temelini bu yıl atmak istediklerini söyleyen Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’tan öğreniyoruz. Ama hikaye burada bitmiyor. Arka planı hatırlayıp bugüne gelelim.
Türkiye’nin 2015-16’da iyice netleşen yeni teşvik politikası inşaattan yeni alanlara geçmek için çabalayan grupların ağzına layıktı. Bu gruplar örneğin polipropilen üretimi amacıyla ve devlet desteğiyle çevresel etkileri çok ağır olabilecek yatırım hazırlıklarını halihazırda sürdürüyorlar. Ağır aksak ilerliyor olsa da Mersin ve Adana’nın polipropilen üretim merkezleri haline gelmesi projesi yürürlükte.
Gözden kaçan bir husus var: 500 bin ton polipropilen üretebilmek için kabaca 650 bin ton sıvılaştırılmış propana ihtiyaç duyuluyor. Ayrıca sıvılaştırılmış gazı getirecek gemilere (Yüzen LNG Depolama ve Gazlaştırma Ünitesi-FSRU), özel bir terminale ve tesislere aktaracak boru hattına… Dolayısıyla karşımızda yurtdışından gaz ithal edip, tüketilen polipropilenin içeride üretilmesini hedefleyen bir yatırım mantığı var.
Türkiye’nin ara malı bağımlılığını ortadan kaldırmaya yönelik, ekonomik rasyonalite bakımından oldukça kârlı bir girişim ve fakat hammadde bağımlılığı sorunu ortada duruyor. Dünyada en büyük sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatçısı ve ABD ile Suudi Arabistan’ı yakalayamayacaksa da başta gelen sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG) ihracatçılarından birisinin Katar olduğunu ekleyeyim. Dünya piyasalarında LNG ve LPG bolluğu yaşanırken, üreticiler yeni pazarlar yaratmak için uğraşıyorlar. Türkiye bu yeni pazar ihtiyacının bir kısmına da cevap vermeye hazırlanıyor (Katar ve diğerlerinin ilgileri Türkiye ile sınırlı değil, ayrıca bu iş görme mantığı Katar’la sınırlı değil, başka birçok ülke ve Batı menşeli şirket ile de işlerin benzer yürüdüğüne dair yeterince emare mevcut).
Nerede kalmıştık?
Biz, kombine yatırımlar ile Edirne’de polipropilen, Kırklareli’nde elektrik, nerede neye ihtiyaç varsa onu üretme vaadinde bulunmuş gibi duran büyük yatırımcılarımıza geri dönelim. Söz konusu operasyonun ilk yatırım masraflarının dikkate değer bir kısmının karşılanması işleri sermaye adına kolaylaştırıyordu. Süper teşvik programı bunun taahhüdünü verdi. Sonrasında kesintisiz girdi temini için altyapı yatırımı gerekiyordu. Bu ihtiyacı da FSRU gemisi almakla kalmayıp Edirne-Keşan’a FSRU terminali yapımını üstlenen BOTAŞ karşılama hazırlığında.
Arada, Keşan’da bu özel liman için acele kamulaştırma kararı alındı (6 Ağustos 2018), terminal ve boru hattının alanının koruma statüsü değiştirildi (1 Haziran 2019) ve zemin yatırıma müsait hale getirildi.
Altyapı yatırımını bir kamu kuruluşu üstleniyorken, teşvik sayesinde masrafların dikkate değer bir kısmı da devlete kalıyorsa özel şirket ne yapıyor diye sorası geliyor insanın. Zaten “dev” yatırımın müsebbibi Metcap ve Fusion Dynamics’ten son 2 yılda pek ses çıkmadı ve haklarında sağlıklı bilgiye ulaşılamıyor. Bu ortaklık ve olanlar güzide teşvik programının başka bir özelliğini de gözler önüne seriyor. Sermayeyi disipline edecek değil, önüne arkasına bakmadan kaynak aktaracak bir mantık hakim olunca sonuç böyle oluyor.
Ancak dahası var. Binlerce insan iki yılı aşkın bir süredir bölgeye büyük zarar verecek ve esas amacı girdi temini için gerekli altyapıyı inşa etmek olan BOTAŞ girişimlerine karşı mücadele ediyorlar. Çünkü söz konusu şirketlerin ve “dev” yatırımlarının akıbeti kamuoyunca bilinmiyor olsa da girdi için gerekli hamlelere bir kamu kuruluşu olan BOTAŞ devam ediyor. Saros Körfezi’nde doğalgaz ve petrol depolama limanının iptali için mücadele eden gönüllüler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın verdiği çevre etki değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararının iptali için dava açtılar. Geçtiğimiz hafta yayımlanan ikinci bilirkişi raporunda ÇED yönetmeliğine 60 kadar aykırılık tespit edildi.
BOTAŞ bilirkişi raporu sonrasında “çevrenin en alası bizde” demeye gelen bir açıklamayla projenin 100 bin ağaç ekimini kapsadığını söyledi. Hemen ertesi gün 3. Sürdürülebilir Enerji Zirvesi’nde konuşan BOTAŞ Genel Müdür Yardımcısı çok kısa süre içinde Saros’ta FSRU tesisini ülkeye “kazandıracaklarını” açıkladı. İlginç bir rastlantıyla Cumhurbaşkanlığı 2021 yılı yatırım programı aynı gün, yani 15 Ocak’ta Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre toplamda 2,2 milyar TL’lik FSRU projeleri devam ediyor. Bilirkişi raporlarına göre iptal edilmesi gereken, Saros Körfezi’nde çevresel ve toplumsal felaket yaratabilecek projeye 2021 yılında 227 milyon TL aktarılması öngörülüyor.
Katma değer fetişizmi
Art arda sıralayınca insanı sersemleten ilişkiler toplamına bakalım:
Türkiye’nin petrokimya ürünleri ihtiyacının yüzde 35’ini karşılama hedefinde ve süper teşvike hak kazanmış şirket var ama aslında pek de yok. Girdiyi sağlayacak yatırımı fay hattı üzerine yapacak ve ekosisteme zarar vereceği raporlanan bir kamu kuruluşu var. Bilirkişi heyeti yüksek tehlike arz eden deprem bölgesinde böyle yatırım olmayacağından, geri döndürülemez zararlardan bahsederken, dinleyen bulunmuyor. Aynı gün, süren mahkemeye karşı yüksek perdeden “devam” işareti geliyor. Anti-hukuk günlerinde sıradan işler. Rejim özeti.
Arka planda cari açık sorununu hafifletmek için uygulanan bir politika seti var. İnşaat sektöründe aynı hızda devam edemeyenlerin enerjiye geçişi için alınan kararlar ve Katar’la ilişkilere de uygun biçimlendirilmiş, bir taşla sayısız kuş vurma peşinde teşvik politikası mevcut. Ancak bu politika seti bölgedekilerin yaşam alanlarına dikkat ederek ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermek üzere tasarlanmış değil. Eğer itiraz güçlenerek devam ederse enerji güvenliğinden gemi trafiğine, dış mihraklardan cari açığa dolaşıma sokulacak söylemler hazır. Birikim sorunları özeti ve söylemler demeti.
Bu süper teşvik hikayesinde başka ne mi var?
Yeni bir devlet aktivizmi ile çıkış yolları aranırken kime ne kazandırmak istediğini, kimin hayatını zorlaştıracağını bilen bir yönetim var. Türk sağının katma değer fetişizmi çevresel ve toplumsal felaketlerin yolunu döşeyen bir yapıya yol açıyor. Bir vesayetten bahsedilecekse, sermaye vesayeti dışında bir şeyden konuşmak akla izana sığmıyor.
Gazete Duvar / 22.01.21