Birinci Paylaşım Savaşı'nın sona ermesi ve Ekim Devrimi'nin de ülkedeki işçi sınıfı içerisinde yarattığı güçlü yankıyla birlikte İtalya 'İki Kızıl Yıl' (Biennio Rosso) dönemiyle çalkalanır. Ülkede sadece 1919 yılında 1663 grev gerçekleşir. Takip eden dönemde ise faşizm yarımadada Almanya'yla kıyaslanamayacak derecede yüksek bir hızla güçlenir. Özellikle işçi eylemlerini, örgütlü köyleri ve yerleşimleri hedef alan faşist saldırılarsa, Benito Mussolini'nin meşhur Roma Yürüyüşü'nden çok daha önce başlar.
Yine bu iki dönem arasında kendini gösteren ve çoğu zaman gözden kaçan bir diğer oluşumsa dünyadaki ilk antifaşist direniş örgütü olarak adlandırabileceğimiz Arditi del Popolo'dur (AdP). Anarşistlerden sosyalistlere, eski ordu mensuplarından kimi dindar Katoliklere kadar oldukça geniş bir yelpazede üyesi bulunan AdP, zaman içerisinde komünist ve sosyalist partiler içinde yaşanan 'pasifizasyon' tartışmaları sonucunda öksüz bırakılır. Öyle ki Lenin de İtalyan Komünist Partisi'nde baskın çıkan tutuma karşı tavır alacaktır.
'Ölüme ölüm, acıya ölüm'
Söze ismin anlamıyla başlayalım. İtalyanca'daki 'Arditi', Türkçe'ye 'cüretkarlar', 'gözüpekler' ya da 'yiğitler' gibi çevrilebilir. Dolayısıyla örgütün tam ismi 'Halkın Cüretkarları'/'Halkın Yiğitleri' gibi bir anlama geliyor. İsmin hikayesi Birinci Paylaşım Savaşı'na uzanıyor. Arditi bu dönemde İtalyan ordusunun özel kuvvetlerini oluşturan birime verilen isimdir. Piyadelerden daha ayrı hareket eden bu birlik, daha sonra Mussolini'nin de Karagömlekliler (Squadristi) ile öykündüğü siyah üniformalar giyerdi.
AdP'nin 1921'deki kuruluşu sırasında ordu geçmişi bulunan isimler öne çıkıyor. Örneğin Anarşist Argo Secondari bunlardan bir tanesi. (Secondari, takip eden yıllarda faşistler tarafından yapılan bir saldırıda başına aldığı darbeler sonucunda hayatının sonuna kadar akıl sağlığını yitirecektir.) Aslında AdP doğrudan bir partinin ya da örgütün kolu değildir. Bu anlamda faşist yükselişe karşı verilen hızlı bir yanıt olduğunu söyleyebiliriz.
Üyeleri arasında başı çeken siyasi kimlikler anarşist, komünist, sosyalist ve cumhuriyetçi olarak sıralanabilir. Bununla birlikte AdP'yi küçük bir grubun küçük burjuva anti faşist direniş örgütü olarak değerlendirmek mümkün değil. Nitekim kısa sürede ortaya çıkan ve bir o kadar da kısa ömürlü olan AdP, 1921 yazının verilerine göre yaklaşık 144 seksiyona ve 20 bin civarında üyeye sahiptir.(1) Oldukça düzenli sayılabilecek bir örgüt modeline sahip olan AdP bölüklerden taburlara doğru askeri bir şekilde organize olsa da bölgesel olarak özerk bir şekilde yönetilir.
Hem kurucuları arasında ordu geçmişi olanların bulunması hem de paramiliter yapısı nedeniyle AdP, -her ne kadar siyah kıyafetleri tercih etmese de- belli başlı askeri sembolleri kullanır. Mesela örgütün arması başında defne dalları bulunan bir kurukafanın dişlerinde tuttuğu hançerdir. Buna karşın yerel örgütlerin kullandığı sancaklardan kimileri zaman içerisinde daha fazla öne çıkar. Civitavecchia ekibince kullanılan ve faşistlerin sembolü olan, kökeni Etrüsklere kadar giden güç sembolü faces'i parçalayan balta bunlardan bir tanesidir.
AdP'nin marşında da askeri tarzı gördüğümüz bir gerçek. Bununla birlikte işçi sınıfına yönelik faşist saldırılara karşı cephenin buradan örüldüğü sözlerde işlenen konulardan. Dolayısıyla içerik olarak doğrudan 'askeri' deyip geçemeyiz. AdP'nin marşı şöyle diyor: “Biz halkız, fethedilmemiş saflardan / onların yakalarında kara alevler var / Bizler kutsal ve kudretli olan güç arkamızda hareket ediyoruz / Ölüme ölüm, acıya ölüm (...) İşçiyi ezilmeden ve enkazdan kurtarmak için koruyoruz / Arditi bugün savaşıyor, başkalarının mutluluğu için!”(2)
Faşist saldırılar, 1921 baharında emek hareketinin yoğun olduğu yerleşimlere doğru yoğunlaşır. Livorno'nun işçi mahallesi Borgo dei Cappucini'ye yönelik saldırı, mahallenin seferberliği geçmesiyle uzaklaştırılır. AdP de artan kanlı saldırılar sonucu ilk eylemini Temmuz 1921'de Piombino'da gerçekleştirir. Faşist toplanma yerini kuşatma altına alır ve haftalarca sokaklar AdP'nin kontrolünde kalır. Bunun haricinde en çok ses getiren eylemlerinden biri Saranza'da düzenlenir. İleride daha Mussolini hükümetinde Şirketler Bakanlığı görevinde bulunacak olan önemli bir faşist lider olan Renato Ticci AdP tarafından kaçırılır ve 500 kişilik bir faşist grubun liderlerini kurtarmaya çalışması sonucu çatışma çıkar, 20 faşist öldürülür.(3)
'Korkaklık bazen kahramanca' mıdır?
AdP'nin sonundan bahsetmeden önce İtalyan Sosyalist Partisi (PSI) ve İtalyan Komünist Partisi (PCI) içerisindeki farklı tutumlara kısaca değinmek gerekebilir. Burada sadece AdP tarihi için değil, aynı zamanda İtalya'da faşizmin yükselişi açısından kilit önemdeki Pasifizasyon Paktı karşımıza çıkıyor. PSI ve Genel Emek Sendikası (CGL) çatışmalı geçen yılların ardından Ağustos 1921'de Mussolini de dahil olmak üzere pek çok faşist lider ile masaya oturur ve resmen bir 'barış anlaşması' imzalar. Buna her iki taraftan da itiraz sesleri yükselir. Sol cephede AdP günah keçisi seçilir ve PSI ile CGL, tüm çatışma ortamına karşın üyelerinin AdP'den derhal çıkmasını talep eder.
Dönemin bir sendika lideri olan Giacomo Matteotti, bir yazısında “Evinizde kalın, provakasyonlara yanıt vermeyin. Sessizlik bile, korkaklık bile bazen kahramancadır” ifadelerini kullandığı esnada Mantua'da düzinelerce insan öldürülmekte, yüzlercesi işkence görmekte/yaralanmaktadır.(4) Matteotti de bu satırları kaleme aldıktan üç yıl sonra faşistlerin seçimlerde usulsüzlük yaptığını söyleyecek ve 11 gün sonra evinden kaçırılıp öldürülecektir. Muhtemelen 'evinizde kalın' satırlarını yazarken aklında canlanan 'ev' kaçırıldığı yerle aynıdır.
PCI'ye gelecek olursak, burada da ayrı bir iç çatışmanın hakim olduğunu görüyoruz. Üstelik bu çatışmalar sadece Pasifizasyon Paktı ile başlamıyor. Amadeo Bordiga'nın çizgisi, Komintern'in 'birleşik cephe' tezlerine en başından itibaren muhalefet eder. Bu, PCI'nin PSI içerisindeki sol kanatla arasını açar ve faşizme karşı birleşik cephenin köprünün altından çok sular aktıktan sonra, 1923'te gerçekleşmesine neden olur. Bununla birlikte geçmişte, henüz PCI kurulmamışken PSI'deki fikir ayrılıkları sırasında Bordiga bölünmeyi savunur, Gramsci ise aksini. Lenin de bu sırada Bordiga'nın görüşlerini savunsa da daha sonra birleşik cephe ve AdP konusunda Gramsci'den yana taraf olur.(5) Alman Komünist Partisi'nin öncü isimlerinden Ernst Thalmann'ın 1924 yılında 'faşizmin karşısında durması gerekenlerin 1921 yılında AdP hareketiyle birlikle mevzi kazanmayı reddettiğini oysa Lenin'in bunu kendilerinden açıkça istediğini' belirtir.(6) Buharin'in de konuyla ilgili benzeri açıklamaları vardır. Ancak Bordiga AdP'ye hiç de sıcak yaklaşmaz. Öyle ki PCI yönetimi, anlaşmaya doğrudan taraf olmasa da Pasifikasyon Paktı'ndan günler sonra üyelerinin AdP'yi terk ettiğini duyurur.
Gramsci'nin L'Ordine Nuovo'da AdP üzerine yazdığı 15 Temmuz 1921 tarihli yazısında tam tersi yöndeki görüşlerini net bir şekilde açıkladığını görüyoruz. Tarih ayrıca önemli, çünkü L'Ordine Nuovo'da Gramsci'nin yazısından üç gün önce Argo Secondari ile yapılan röportaj manşet olarak verilir. Yazıya gelecek olursak şöyle diyor Gramsci: “ (...) Emekçiler yasallığın sınırlarını aştığında, ama eylemlerini bir sonuca taşıyacak gerekli fedakarlık ruhunu ve siyasi kapasiteyi bulmada başarısız olduklarında idam mangalarıyla ve günbegün onları yavaşça öldürecek olan açlıkla ve soğukla cezalandırılacaklar. Komünistler Arditi del Popolo'nun karşısında mı yer alıyor? Aksine, proletaryanın silahlanmasına, burjuvaziyi alt edebilecek silahlı proletarya gücünün kurulmasına can atıyorlar. Ve kapitalizmce yaratılan yeni üretici güçlerin örgütlenmesi ve gelişmesi için nöbet tutmayı arzuluyorlar. Komünistler ayrıca, bir kişi kavgaya dahil olduğunda noter onayıyla zaferin garanti altına alınmasını ummanın manası olmadığı düşüncesinde. Tarihte çoğu zaman insanlar kendilerini yol ayrımında buldular. Ya açlıktan ve tükenmişlikten ölürken çürümeyi tercih edebilirler: Her gün birkaç cesetle kendi sokaklarını doldururlar, ta ki haftalar, aylar ve yıllar geçtikçe insan bedenleri birikip bir dağ olana kadar. Ya da her şeyi riske atabilirler, yaşamları dahil! Ve kendilerini topyekün savaşın içerisine bırakabilirler (...)”(7)
Gelgelelim Gramsci'nin yaklaşımı PCI içerisinde çoğunluğun desteğini ardına alamaz. İtalyan solunda Pasifizasyon Paktı'na dair hakim olan bir diğer görüş ise bu hamle ile birlikte faşistlerin kendi içlerinde bölünmeye başlayacağıdır. Evdeki hesap çarşıya uymaz ve faşistler 'evlerinde kalmaktansa dışarıda olmayı' tercih eder. Nihayetinde Roma Yürüyüşü ile birlikte faşizm iktidar tacını da giyer.
Birinci Paylaşım Savaşı sonrasında dünyada esen rüzgarlar, zamanın belli bir dilimine hastır, dolayısıyla AdP deneyimi kopyalanıp farklı zamanlara ve farklı diyarlara yapıştırılamaz. Ancak Gramsci'nin de vurguladığı 'tarih boyu insanların kendilerini içerisinde bulduğu yol ayrımları' her devir ve yer için geçerli bir yorum. Böylesi kritik anlarda her yolun karanlığa sapma ihtimali varken kimse noter onaylı bir zaferi kimseye sunamaz. AdP deneyimi, faşizmin yükselişi sırasında İtalya'nın doğrularını-yanlışlarını gösteriyor. Ancak gösterdiği bir diğer şeyse, karşı tarafın olası hatalarına bel bağlayarak siyaset örenlerin kolayca çuvallayabileceği. Hele ki bu 'karşı taraf' faşist bir cepheden oluşuyorsa!
Dipnotlar:
1) http://www.struggle.ws/anarchism/history/italy/ArditidelPopolo.html
2) https://www.ildeposito.org/canti/inno-arditi-del-popolo
3) https://libcom.org/history/1918-1922-the-arditi-del-popolo
4) Max Gallo, Mussolini's Italy: Twenty Years of the Fascist Era
5) https://www.evrensel.net/haber/371696/italya-fasizme-giderken-gramsci-lenin-komintern
6) http://www.rifondazione.it/formazione/?p=936
7) https://marxists.architexturez.net/italiano/gramsci/21/arditi.htm
Gazete Duvar / 27.03.21