Hindistan'da gerçekleşen dev grevi geçtiğimiz hafta elimizden geldiğince aktarmaya çalıştık. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük grevi, ister istemez dikkatleri üzerine topluyor, kolay değil 250 milyon insandan bahsediyoruz. Elbette uzakta olanın 'efsaneleşmesi' de hızlı oluyor. Dolayısıyla işin aslını astarını öğrenmek için konunun uzmanlarıyla konuşmak gerekiyor.
Grevi, LeftWord Books baş editörü ve Tricontinental: Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nden tarihçi yazar Vijay Prashad ile konuştuk. Kendisini dilimize çevrilmiş çeşitli kitaplarından tanıyorduk. Bize hem Hindistan'daki emek hareketi tarihinden örnekleri hem de ülkesindeki emekçilerin mücadelelerini anlattı. Elbette neoliberal talanın dününü ve bugününü de...
Hindistan solu ve şovenizm karşıtlığı
Geride bıraktığımız yüzyılda Hindistan'da sömürge karşıtı hareketlere tanıklık ettik. Fakat aynı yüzyılda aynı zamanda etnik ve dini çatışmaların ülke için büyük bir sorun yarattığını görmek çok zor değil. Sorum Hindistan solunun bu çatışmalara dair tarihsel konumu üzerine. Geçmişte -fakat aynı zamanda bugün- Hindistan solunun şovenizme karşı bir tutum alabildiğini, bu tutumu işçi sınıfı mücadelesiyle birleştirebildiğini söyleyebilir misiniz?
Hindistan komünist hareketi, 1920'deki doğuşundan bu yana şovenizme ve her türlü hiyerarşiye karşı net bir konum almıştır. Erken dönem komünistleri, 1931'de 'acımasız kast sisteminin ortadan kaldırılması' olarak vurguladıkları şekilde dini mezhepçiliğe ve kast sistemine karşı ayakları yere basan bir bakış benimsediler. Bunun ardında yatan fikir, işçi sınıfını dini çoğunlukçuluğa karşı çıkmak ve kast farklılıklarına karşı savaşmak için müşterek bir sınıf platformu içerisinde örgütlemekti.
An itibariyle örnek vermek gerekirse, Hindistan solu tarım emekçileri ve çiftçileri toprak sahipleri ve sağcı partiler tarafından yaratılan yer türlü haylaz toplumsal bölünmeler var etme çabalarını önlemek için çok sıkı çalıştı. Ne de olsa, onlar emekçileri birbirlerinden uzak tutacak zehirli bir toplumsal atmosferi, günümüz Hindistan'ında yaşamı yöneten şiddet ve sömürü yapısına karşı çıkan emekçilerin birleştiği ortak platforma tercih ederler. Yani bu, işin anahtar parçasını oluşturuyor.
Bugünün Hindistan'ında aşırı milliyetçi dalganın yükselişi artık kimse için sır değil. Fakat Hindu milliyetçisi akım güçlenirken emekçiler ve sol hareketler için ülkedeki durumu nasıl okumamız gerekiyor? Son yıllarda dillere pelesenk olan 'küresel aşırı sağ yükseliş'e karşı Hindistan solunun tepkisi nasıl oldu? Geçmişe oranla Hindistan'da daha güçlü ve örgütlü bir devrimci sol hareketin varlığından söz edebilir miyiz?
“Demokratik" ülkelerdeki paranın gücünü ve şirket destekli medyayı kavramak büyük önem teşkil ediyor. Ayrıca, kapitalizmin reklam ajansları aracılığıyla insanlara bir şekilde daha iyi bir yaşam tarzı sağlamak için vadettiği emtiaların büyük kültürel gücü var. Bu kültürel eğilim genel itibariyle toplumu yozlaştırdı ki bu da en nihayetinde sağ kanadın işine geliyor. Buna bir de işçi sınıfı ve köylülerin yaşamının gündelik ya da kayıt dışı çalışmayla parçalanışını ekleyin, karşınıza ciddi bir siyasi sorun çıkıyor.
İşçi sınıfı kültürünün şekillendiği emekçilerin eski okulları -tarım emekçileri sendikaları da dahil olmak üzere işçi sendikaları- kolayca örgütlenebilme yeteneklerini yitirdi. Artık endüstriyel ve tarımsal faaliyeti tanımlayan güvencesiz çalışma koşulları ve kayıt dışı çalışma yapılarını göz önüne almak gerekiyor. Böylelikle solun hazneleri de hasar aldı diyebiliriz. Bu da solun değişiklik getirmesini zorunlu kılıyordu. Kayıt dışı çalışan emekçileri, kadınlardan önemli bölümünü oluşturduğu bakım ekonomisinin sektörlerini (sağlık, eğitim, yaşlı bakım...) örgütlemek durumunda kaldı. Bu öyle kolay bir iş değil, ancak son yirmi yılda yapılan çalışmalar, bugün gördüğümüz grev dalgasına yardımcı oldu.
'Çalışma saati 12'ye çıktı'
O halde Hindistan'daki son grevden bahsedelim, dünyada ciddi bir yankı uyandırdı. Rakamlarla dünyanın belki de gelmiş geçmiş en büyük grevine tanıklık ettik. Ancak bu, son on yıl içerisinde Hindistan'da gerçekleşen kitlesel grevlerin ilki değil. Daha önce de pek çok kez milyonlarla sayılan emekçiler genel grevlere çıkmıştı. Bu sayıların ardında yatan nedeni biraz açabilir misiniz? Birikmişlik mi yoksa ani bir hareket mi?
Hindistan'da 26 Kasım 2020'de 250 milyon kişi genel greve çıktı. Bu, gerçekten de tarihte kaydedilmiş en büyük grevdir. Tüm büyük işçi sendikaları federasyonları bir araya geldi ve dört işçi karşıtı uygulama ve üç çiftçi karşıtı yasaya karşı genel grev çağrısı yaptı. Bu işçi karşıtı uygulamalar, emekçilerin bir günlük mesailerini 12 saate çıkarıyor ki bu acımasız, ölçüyü aşan bir durum. Ne de olsa bu emekçiler günlük hayatlarından diğer saatlerini işe gidiş yolunda zaten harcıyor. O halde bu, şu anlama geliyor: Yaşadıkları günün büyük bir kısmını hayatta kalmak için gerekli olan vasatın altında ücretler için harcıyorlar. Hindistan işçi sınıfındaki erkeklerin yarısından fazlası kronik yetersiz beslenme sonucunda oluşan demir eksikliği ve anemiden [kansızlık] muzdarip. O günden beri, on milyonlarca çiftçi hükümetin gelir desteğini yürürlükten kaldıran ve toptan pazarının özelleştirilmesini içeren yasaların geri çekilmesini talep ederek büyük bir kalkışmaya imza attı. Delhi'ye yürüyüş de buna dahil. Bu çok önemli bir kalkışmadır.
Peki bu grevin bölgesel -hatta küresel- yankılarına dair neler söyleyebilirsiniz? Hindistan küresel ekonominin önemli bir parçası. Dolayısıyla Hindistan işçi sınıfın yankısı nasıl duyulabilir?
Grev ve çiftçi ayaklanması, neredeyse hiçbir yerde kendi sesini taşıyacaklarla karşılaşamadı. Bu 'sessizlik komplosu' insanların basit bir şekilde haberi olmadığı ve ilham almasının bir yolu olmadığı anlamına gelir. Bu haber ablukasını kırmamız gerekiyor.
'Görevimiz işçi sınıfının gücünü ve güvenini geliştirmek'
Hem Hindistan hem de dünya özelinde pek çok yönden artan bir eşitsizliği çıplak gözle görebiliyoruz. Tabii ki dünyanın hızla neoliberalleşmesi yeni bir şey değil. Ancak içinden geçtiğimiz zaman dilimi içerisinde daha agresif neoliberal politikalarla mı karşı karşıyayız? Bu 'agresifleşmenin' Hindistan, Güney Afrika, Türkiye, Meksika, Brezilya gibi -ikinci dünya, ya da artık adına ne derseniz deyin- ülkelerde daha şiddetli mi hissediliyor?
Aslında bu konuda biraz daha tarihi davranmalıyız. Küreselleşmenin erken evresinde endüstriyel kuzeyden gelen imalat zinciri parçalara ayrıldı ve küresel emtia zinciri boyunca dağıtıldı. Birçok kuzey ülkesinde 'fabrika çölleri' yaratıldı. Bu, o bölgedeki endüstriyel işçi sınıfı için bir felaketti. Şimdi o önceki dönemin küreselleşmesinden fayda sağlayan alanlarda işçi sınıfının işlerinde yeni bir yıpranmaya şahit oluyoruz. Tam zamanlı fabrika işlerinim yerine güvencesiz ve kayıt dışı çalıştırılmanın artışını görüyoruz. Yani bu yoksunluk zincirinde aşağı doğru sürükleniş var. Emeğin toplumsallaşması devam ediyor, ancak homojen bir şekilde değil: emek birbirine daha entegre, ancak çalışma koşulları olumsuz bir şekilde derinden etkilendi.
Belki biraz zor bir son soru olacak ancak 'tarihin sonundan' beri şahit olduklarımızın ardından kendimizi devrimci bir alternatife ne uzaklıkta ve hangi istikamette görebiliriz?
1858'de Friedrich Engels, tarihin zikzaklar çizerek ilerlediğini, yenilgi dönemlerinin içerisinden işçi sınıfı mücadelesinin ilerleyeceği dönemlere geçileceğini yazdı. Çelişkiler her zaman olduğu yerde durmaktadır ve bizim görevimiz her zaman işçi sınıfının güvenini ve gücünü geliştirmek, işçi sınıfını zehirli toplumsal fenomene karşı birleştirmektir. İlerliyoruz çünkü buna mecburuz, başka bir seçeneğimiz yok.
Gazete Duvar / 25.12.20