Aralarında çocukların da olduğu yüzlerce ölüm, bombalamalar, harap olan kentler… 24. gününe giren Ukrayna’da trajedi boyutlanıyor. Yürütülen diplomasi trafiği kadar, yeni silahlar da kuşanılıyor. Nitekim, Avrupa ve ABD’ye uçuşa yasak bölge ve hava savunma sistemleri taleplerini yenilediği yeni seslenişlerde bulunan Zelenski’nin bu talepleri “savaş sebebi sayılacağından” yine kabul görmedi ancak Ukrayna sahasına yeni yüksek teknolojili silahlar aktarıldı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “bu kriz dünya düzenini belirleyecek” dediği savaş gündeminde geçtiğimiz hafta baş döndürücü ifadesinin karşılığını bulduğu bir diplomasi trafiği de yürütüldü. Taraflar arasında “hiç olmazsa ateşkes sağlama” odaklı gerek Ankara, gerekse Ukrayna ve Rusya merkezli diplomatik ziyaretler, telefon görüşmeleri yoğunlaşsa da bir uzlaşma sağlanamadı. Bu kapsamda Ukrayna ve Rusya arasında savaşın ilk günlerinde başlayan müzakerelerde ilerleme kaydedildiği yönünde açıklamalar geldiğini de not edelim.
Rus işgaliyle başlayan Rusya-Ukrayna savaşında gelinen noktayı konuya hakim sayılı isimlerden, İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Güneş’le konuştuk.
ABD ve İngiltere neden Ukrayna’yı silahlandırma yarışı içinde? Putin, hedeflerinden taviz verir mi? Rusya, kuşattığı şehirlere neden girmiyor? Paralı savaşçılar sahayı nasıl etkiler? Batı blokunun Türkiye’ye ilgisi neden arttı? Dünya genelinde yükselen silahlanma nasıl sonuçlar üretir....? Hakan Güneş yanıtladı.
Ukrayna’nın silahlandırılması çabalarını sorarak başlayalım. Özellikle ABD, İngiltere ve NATO, hafta içinde Ukrayna’ya içinde tanksavar ve uçaksavarların olduğu yeni destek paketlerini açıkladılar. ABD ve İngiltere neden ateşe odun taşımaya devam ediyor?
İngiltere ve ABD’nin uzun süredir, Biden ve Johnson’la sınırlı olmayan, devlet siyaseti diyebileceğimiz bir düzeyde Rusya’yı köşeye sıkıştırma ve Rusya karşısında özellikle Baltıklar, Orta Avrupa, hatta Balkanlar’da bir düşman kuşak yaratma konusunda sistematik bir politika izlediklerini biliyoruz. Buradan bakıldığında, bugünlerde çok konuşulan ve tuzağa düşürme diye adlandırılan bir strateji izlediği söylenebilir. Putin tuzağa düştü mü, Putin bunu bir tuzak olarak mı gördü, ayrı bir soru fakat kabaca bakıldığında uzun süreli bir Balkanlardan Baltıklara geniş bir Rusya’yı çevreleme politikasını izlediklerini, burada şahin yaklaşımı ABD ve İngiltere’nin izlediğini, Fransa, Almanya gibi pek çok Avrupa ülkesinin bu yaklaşımı benimsemediğini, kendi ekonomik çıkarlarına uygun bulmadıklarını örneğin Almanya pozisyonundan da görebiliyoruz. Gelişmeler, Avrupa üzerindeki ABD hegemonyasının da Rusya’yla yürütülen mücadelede çok önemli bir amaç olduğunu ortaya koyuyor. Yani uzun erimli bir Avrupa, ABD çatışması yaşandığını söyleyebiliriz ekonomik sahada. Günün sonunda Putin tuzağa düşmediğini, bunları hesapladığını düşünüyor, böyle de ifade ediyor. Ve eğer şimdi hamle etmezse bir sonraki hamlenin tuzak değil doğrudan ciddi bir ordu ile kendisine yönelik şu an elinde tuttuğu Kırım ve Donbas’a dönük bir saldırı olacağını düşünüyordu, böyle de davrandığını varsayabiliriz. Bu bir tuzak biçiminde mi ilerleyecek, yoksa buranın artık kontrol edilemez bir ABD üssü haline gelmesi ihtimalini Putin bertaraf mı edecek bunu yakın bir zamanda göreceğiz. Bu, hafta mı, ay mı, yıl mı olacak bilmiyoruz, ama yılları alacağını sanmıyorum. Bunu ne Rusya kaldırır, ne Ukrayna, ne de Avrupa.
Yani bunun bir tuzak olup olmayacağına saha karar verecek?
Evet. ABD bunu bir tuzağa dönüştürmeye çalışıyor, keza İngiltere de. Şunu da vurgulamak isterim, Amerika’nın biz sıradan insanların göremediği pek çok şeyi gördüğü, dev bir istihbarat ve uzmanlar ordusuna sahip olduğu varsayımının yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü sonuçta siyasi kararlar veriliyor ve birtakım çıkarlarla davranılıyor. Örneğin 2003’ün sonunda ABD mi Irak’ı kazandı, İran mı kazandı sorusunu soralım kendimize. Yahut İsrail mi kazandı? Bu soru hiç de öyle akıllı, çok planlı hareket eden bir ABD ve İngiltere varsayımına bizi getirmiyor. Tabii her zaman hata yaptıkları anlamına da gelmez fakat çok iyi planlar yaptıkları ve Rusya’yı tuzağa düşürdükleri varsayımı konusunda evet, amaçları bu ama sonucu bu olur mu, bunu göreceğiz. Rusya bu noktada bildiği en iyi dili konuşuyor ve o da askeri dil maalesef.
Şu an ABD ve İngiltere yeni bir oyun kurmuyor oyunu bozacak adımlar atıyor
Putin son açıklamasında, “operasyon başarılı bir şekilde önceden belirlendiği şekilde ilerliyor” dedi ve ekledi: “Rusya birliklerinin Kiev ve başka Ukrayna kentlerindeki varlığının sebebi, bu ülkeyi işgal etmek istememiz değil, Rusya’nın böyle bir amacı yok!” Açıklamanın propaganda yanı da var elbette ama sahadaki gelişmeler Putin’in planı hakkında nasıl işaretler veriyor ve baştaki hedeften el yükseltme yönünde bir revizyon söz konusu olur mu?
Bana kalırsa A, B, C, D biçiminde en az dört plan var. Bu ABD açısından da, Zelenski açısından da öyle. Rusya açısından en ideali nedir, yaptırımların kademeli olarak kalkması karşılığında Ukrayna’nın askeri kapasitesinin de bir hayli düşürülerek tarafsızlaştırılması ve Kırım’ın tanınması, Donetsk’in de federal bir ünite olarak o tarafsız Ukrayna içinde yer alması. Fakat Rusya eğer bu formülü başaramazsa ve zaten ambargoları yaşamaya devam edecekse el arttırmaya yatkın olabilir. Bu şu demek, Kiev’in dahil olup olmayacağını bilmediğim ama Odessa’dan Harkov’a kadar Dinyeper Nehri’nin doğusu ve Karadeniz hattını aldığı, geleneksel Rus yanlılarının yüzde 60 ila 90 arasında oy verdiği bir saha. Dolayısıyla böyle bir bölünme senaryosuna geçebilir. Bunu B senaryosu olarak adlandırıyorum ama Putin’in içinden geçen A senaryosu olabilir, bunu bilemeyiz tabii. Üçüncü senaryo olarak, bir muhatap bulamamak, anlaşma yapamamak durumunda, örneğin Zelenski’nin kaçması, Kiev’i almaları durumunda nasıl idare edecek? Gerçekte kontrol sağlaması çok zor, Ukrayna’nın tamamı üzerinde bir kukla hükümet senaryosunun gerçekliği olmaz ama bunu bir sonraki pazarlık yani B planının pazarlığı için bir geçici plan olarak devreye koyabilir. Bunların her birine karşı ABD, İngiltere’nin de karşı planı var ama burada esas aktör Rusya. ABD ve İngiltere de şu anda yeni bir oyun kurmuyor, oyunu bozacak ve zorlaştıracak adımlar atıyor büyük ölçüde. Çin ve Avrupa ise burada daha yatıştırıcı, arabulucu, çözüm üretmeye gayret eden taraflar gibi görünüyor. Evet, Rusya’nın bir miktar hırpalanması bu blokun işine geliyor ama bir yere kadar. Yeni bir küresel bloklaşma ve Çin’i de kapsayacak bir şekilde yeni bir finansal hegemonya restorasyonuyla karşılaşmak Çin’in kaldırabileceği bir şey değil. Bütün stratejilerin değişmesi, başka bir küresel ekonomik düzen demek. Dolayısıyla yine 2003 örneğini vermek istiyorum, öngörülemeyen zincirlerle bir dizi olay açıldı dünya siyasetinde.
Çin’in Rusya’nın ne ölçüde yanında olduğu tartışılır ama ABD’den yana olmadığı çok açık
ABD, Çin üzerinde baskısını sürdürüyor ama bu baskının Çin’i Rusya’dan yana taraf almasını sağlama yönünde olduğu yönünde okumalar yapılıyor, ne dersiniz?
Benim gördüğüm, ABD Çin’in daha mesafeli olmasını istiyor Rusya’nın özellikle askeri olarak yıpranması için. Komik olan, Rusya askeri olarak Çin’den çok çok üstün bir ülke ve Çin’e silah satan bir ülke. Ama mühimmat konusunda anladığım kadarıyla Çin’in rezervleri Rusya’dan daha iyi durumda. Dolayısıyla oradan mühimmat aktarımı yapmayın diye bir tartışma yürüyor. Çin de bunu bir politik baskı olarak adlandırıyor. Çin’in Rusya’nın ne ölçüde yanında olduğu tartışılır ama ABD’den yana olmadığı çok açık ve eğer Çin’i karşıya almak isteyeceklerse bu ABD’nin kararı olacak. ABD’nin yepyeni bir dünya düzeni kararı olacak ama bu da dünyanın en zor kararı, çünkü mesela ayrı finansal sistemlerin, örneğin doların değil yerel para birimlerinin dolaştığı, başka visa ve mastercartların olduğu ve bunların bir diğerinde geçmediğini tahayyül edelim. Bu başka bir ekonomik dünya, küresel hakimiyete sahip batı açısından ne kadar arzu edilir? Bunu arzu ediliyor olması çılgınca ama buraya doğru gidiyor. Dün yüzde 5 ihtimal verdiğiniz bu olasılık bugün yüzde 60 olarak karşımızda. Bunlar da öngörülemeyen sonuçlar olarak yepyeni konuları önümüze serecek gibi görünüyor.
Güvenceyi Polonya ve Türkiye’nin değil, ABD ve İngiltere’nin vermesi lazım
İngiliz gazetesi Financial Times, Rusya ve Ukrayna'nın 15 maddelik bir barış planı üzerinde kayda değer bir ilerleme sağladığını yazdı. Çerçevesini çizdiğiniz ilk senaryo doğrultusundaki başlıklardan söz ediliyor ama yakın zamanda masadan anlaşma çıkar mı?
Gazetenin sızdırdığı ve detayları verilen anlaşma çerçevesi bir bakıma şaşırtıcı bir şey içermiyor çünkü şu ana kadar Putin ve Lavrov’un ve Zelenski ile görüşme temsilcilerinin ifadelerinin bir toplamı. Dolayısıyla özel haber değeri yok, bir nokta hariç. O nokta şu; Zelenski’nin “tarafsızlığı kabul edebiliriz ama buna karşılık İngiltere, Polonya, Türkiye gibi ülkelerin bize güvenlik garantisi vermesini isteriz” şeklinde bir yaklaşım vardı. Gazetenin haberine göre görüyoruz ki, bu madde Rusya’yı rahatsız etmiş. Bana kalırsa bu doğru bir yaklaşım değil. Çünkü Zelenski’nin tarafsızlık karşılığında içeride halka, hatta sağcı Ukraynalılara bir şey anlatması lazım. Ne anlatacak, “karşılığında bir güvence aldım” demesi lazım. Ama bu güvenceyi Polonya ve Türkiye gibi sınır komşularından, aynı zamanda Rusya’yla çok yakın mesafedeki ülkelerin alması dünyanın en saçma işi. Bunu ABD’nin yahut İngiltere’nin vermesi lazım. İngiliz ve Amerikan askerlerinin ne için öleceklerini, hangi demokratik ideallerle Nazilerle yan yana geleceklerini anlatmak onların sorunu olsun. Dolayısıyla Rusya’nın buradaki itirazlarını haksız buluyorum. Yani demilitarize olacaksınız, NATO’ya girmeme taahhüdü vereceksiniz, askeri kapasitenizi azaltacaksınız ama bir garantörlük anlaşması da yapmayacaksınız. Bu olmaz.
Görüşmelerden sızan konulardan bir tanesi de masada olsa da Nazilerden arındırma konusunun çok da güçlü olmadığı. Bana kalırsa bu konunun daha önde olması gerekiyor çünkü sürecin buraya gelmesinde çok büyük rolleri var Nazilerin ve uluslararası bağlantılarının.
Yeni kahramanlar kim olacak?
Gelen haberlere göre her iki taraf da Ukrayna’da savaşmak üzere paralı askerler, lejyonerler sayılarını arttırmaya dönük çaba içinde. Şu günlerde yoğunlaşan, “şehir savaşları başlar mı” tartışmasını da içine alarak soralım, bunun sahaya etkisi ne olur, şehir savaşları bu aktörler üzerinden mi başlayacak? Ve Suriyelileşmeden bahsediliyor, Ukrayna buna sahne olur mu?
Suriye senaryosu o sahada biraz zor ama şehir savaşları işin kritik kısmı. Rusya aslında Ukrayna doğusunda gayet ciddi ilerliyor. Ama şehirler konusunda önemli bir sorun var. Örneğin Harkov, geçmişte Rusya yanlısı partilere yüzde 80 oy çıkan bir şehir ama giremiyor. Bu, iki şeyden kaynaklanıyor olabilir. Bir, Putin’in iddia ettiği gibi sivillere zarar vermek istememek. İkinci olarak şöyle yorumlanabilir, Kiev de dahil bu şehirlerde ölümüne direnecek on binlerce Nazi var, on binlerce yurtsever var ve tabii ülkelerine bağlı Ukrayna ordusu var. Yabancı savaşçıların şehir savaşında rolü olacağı görünüyor. Çünkü insan unsuru, savaş tecrübesi önemli. Bu grupların önemli taktik yönlendirici insanlar olabileceği düşünülüyor. Aynı karşılığı Rusya’nın da vereceği görülüyor. Ancak, şehir savaşlarındaki yabancı milislerin rolünden daha büyük soru, iki taraf açısından da hangi dünyayı çağırdıkları. Yeni kahramanlar kim olacak, hangi halklardan olacak? Bir Filistinli, bir Afgan hangi tarafta ölecek? Bir Norveçli, bir beyaz ırkçı hangi tarafta ölecek? Yahut İspanyol bir solcu? ABD’ye karşı olanların Rusya’yı sevmese bile Rusya’nın yanında olduğu, Rusya’ya karşı olanların da ABD’ye bayılmasa bile ABD’nin yanında olduğu bir denkleme doğru gidiliyor.
Mcdonalds gitti diye Rusya ekonomisine bir şey olmaz
Gelinen noktada Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, beklendiği üzere işgali durdurma gibi bir etki yaratmadı. Şimdi şu soru revaçta, Putin yaptırımlara ne kadar dayanır?
Ekonomist değilim ama birazcık Rusya’yı ve Rus ekonomisinin ana yapısını biliyorum. Bence Rusya’nın ekonomik olarak zorlanacağı şey ekonominin kendisi değil, oligarklar. Çünkü oligarkların yüzlerce milyar dolarlık dışarıda el konulmuş parası söz konusu. Halkın malına konmuş, esasen doğal kaynakları yurt dışına satan, bundan da para kazanan kendine işadamı diyen şahıslar bunlar. Bu şahısların Putin’e tamamen sadık olmasını beklememek gerekir. Burada kademeli olarak bir geri çekilme, farklı birtakım arayışlar söz konusu olabilir, Putin’in en çok bundan etkileneceğini düşünüyorum. Çünkü belirttiğim gibi Putin’in en yakınındakiler de dahil küresel kapitalizme eklemlenmiş bir dev oligarklar zinciri var. Bunların yatırımları, hayatları batıda. Rusya’nın bütünüyle küresel ekonomik networkten atılmasının olağanüstü ağır sonuçları olur iki taraf açısından da.
Buna karşılık, Rusya’nın ekonomisini sadelikle anlatalım; biz Rusya’nın iğneden ipliğe her şeyini veriyoruz ve karşılığında petrol alıyoruz. Rusya zaten doğal kaynak zengini, ikinci olarak silah satıyor, yani Mcdonalds gitti diye Rusya ekonomisine hiçbir şey olmaz. Gıda yeterliliği var. Yani, insanların temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda bir şey olmaz. Zaten o rezervleri var, parayı Türkiye, Çin’e, İran’a kime arzu ederse ona verir, onlar da para kazanır. Yani İran’da olduğu gibi vatandaş darlık yaşamaz. Ama tabii ki onun da başka şokları var, sonuç olarak küresel kapitalizme eklemlenmiş bir dizi unsur var, işgücü kaybı olacak, çünkü beyaz yakalılar kimisi savaşı onaylamadığı için, kimisi gelecek kaygısından kaçıyor ülkeden. Buna benzer pek çok şey sıralanabilir ama ekmek, su, yağ kuyruğu gibi sahneler Rusya’da görülmez. Birkaç ay Appel’sız kalırlar ama Çin’den Apple gelir, on dolar, otuz dolar üstüne eklerler ama gelir.
Dış politika duvara çarpınca rota mecburen değişti
AKP yönetimi Ukrayna işgali konusunda diplomatik hamlelerini sürdürüyor, Avrupa cephesinden önemli isimlerin Ankara ziyaretleri de sürüyor. Türkiye neden bu kadar ilgi görmeye başladı? Ukrayna Rusya savaşında Türkiye’ye nasıl bir rol biçiliyor?
Birincisi, konunun hassasiyetiyle ilgili. İkincisi, Türkiye’nin hem Ukrayna, hem Rusya’yla iyi ilişkilerinin olmasıyla, her ikisini gözeten bir ülke olarak diplomatik olarak konuşulabilir bir aktör olmasıyla ilgili. Üçüncüsü diğer ülkelerin bir rol sahibi olmamasından kaynaklanan bir rol boşluğunu dolduran ülke olmasıyla ilgili ve dördüncüsü (bu da önemli), Türkiye’nin son bir yıldır zaten düzenli olarak batıyla ilişkileri düzeltmeye çalışan bir ülke olmasıyla ilgili. Hatırlayalım, AKP bütün sorun yaşadığı ülkelerle sorun çözme politikasına Mısır’la başladı, çözmedi ama çözme gayretinde, Suudi Arabistan’la devam etti, Birleşik Arap Emirlikleri’yle sürdü, Ermenistan, Yunanistan’la tansiyon düşürüldü falan. Bunlar Ukrayna, Rusya’dan bağımsız bir yıldır süren gelişmeler. Çünkü daha önce izlediği politika duvara çarptı, mecbur kaldılar rotayı sıfır sorun dedikleri politikaya çevirdiler. Tüm bu faktörler biraraya gelince Türkiye’nin bu kadar önemli diplomatik bir trafik merkezi haline gelmesi hiç şaşırtıcı değil. Normalde Almanya’nın olması gerekirdi, çünkü 2014’ten beri Almanya inisiyatifiyle sorun çözmeye çalışıyorlar ama bu masayı Amerika ve İngiltere devirtti Zelenski’ye. Hala Almanya bir masa kurma kapasitesine en yatkın ülke açıkçası, iki taraf bir üçüncü tarafın ev sahipliğinde görüşeceklerse bu pekala Almanya olabilir ama Türkiye de şimdi en az bu tür bir rol alabilecek ülke potansiyeline sahip.
Yani Erdoğan’ın, “Türkiye diplomasinin merkez üssü haline geldi” söyleminin karşılığı var?
Bu tabii çok iddialı olur. Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası varolan savaşın bitirilmesinde oldukça önemli bir diplomatik bir rol oynuyor denebilir. Erdoğan, aslında bir dizi yanlıştan sonra mecbur kaldığı bir denklemi şimdi bir fikri başarı, bir stratejik başarı olarak anlatıyor.
Bu da sürdürülemez denilen denge siyasetini sürdürülebilir kılıyor…
Erdoğan’ın bugün bu denge siyasetini ifade edebilmesinin uluslararası politik açıdan bir zemini oluşmuş durumda. Geleneksel Türk dış politikasıyla da uyumlu. Dediğim gibi diğer seçenekleri tüketti zaten. Şu anda daha geleneksel olana yakın bir noktaya gelindi ama bu da stratejik bir öngörüyle değil çünkü finans kaynağı bulmak lazım, seçim kaybediyor. Dolayısıyla içerde eleştiri alacağı konulara rağmen finans sağlayabileceği ülkelerin kapısını tek tek çalmaya başladı. “Ümmetin lideri” diye kendisini alkışlatan birisinin bütün söylediklerinin aksine İsrail’le olağanüstü yakınlaşmayı kamuoyunun gözü önünde yapıyor olması Ukrayna Rusya savaşını okumasından kaynaklanmıyor, ekonomik sıkışıklık ve seçim kaybetme telaşından bulduğu bir strateji. Bu da işe yaradı, günün sonunda Türkiye’yi daha az riskli bir konumda tutuyor. Türkiye’nin şahin kanatta yer almaması Türkiye halkının yararınadır. Savaş politikalarının daha da güçlenmesini engeller en azından.
Tek seçeneğimiz milatirizme karşı küresel bir hareket yaratmak
Dünya genelinde zaten yükseliş eğilimindeki silahlanma Ukrayna işgaliyle çok daha artmaya başladı. Silah pazarının bu denli yükselmesi neye delalet? “Ukrayna-Rusya savaşı, emperyalist kapitalist dünya düzenin yönünü değiştirecek” saptamasının siyasi yönüne dair nasıl bir projeksiyon yaparsınız?
Bir kabus senaryosuyla karşı karşıyayız, çünkü 1963’ten itibaren bir yumuşama, gevşeme dönemi içine giren ama esas itibariyle 1990’lardan sonra silahlanma harcamalarında daha ciddi düşüş kaydeden dünyanın, 2005’ten itibaren tekrar bir eski nominal değerine geldiğini, son 10 yıldır da dünya ölçeğinde giderek artış trendi tespit ediliyordu. Bu kadar silahlanmanın da dünyada bir yerlerde, hatta belki yayılarak daha genişçe ölçeklerde savaşlara neden olacağını da hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla son dönemlerde bütün bu Doğu Avrupa’daki militarizasyonun da günün sonunda bir savaşa varacağını veya savaş noktasına getireceğini düşünmek için kahin olmaya gerek yoktu. Sadece bu Baltıklar’da mı çıkar, Gürcistan’da mı çıkar, Ukrayna’da mı çıkar bunu tam kestiremiyorduk ama bunlardan birisinde olacağını biliyorduk. Savaş politikalarına karşı çıkmak anlamında militarizme karşı küresel bir hareket yaratılmadığı takdirde, dünyanın bugüne kadar gördüğü bütün savaşlardan daha yıkıcı savaşlarla karşı karşıya olduğumuzu da hepimiz hissediyoruz. Bu tek seçeneğimiz.
Bu emperyalist yapı günün sonunda savaşı, çatışmayı kaçınılmaz kılıyor. Çünkü dünyanın teritoryal paylaşımı bitmiş, yeniden paylaşımı da nüfuz mücadeleleri üzerinden sürüyor. Ve şunu biliyoruz ki, bu nüfuz mücadelelerinin ekonomik hamlelerle, işbirliği anlaşmaları, hükümet yakınlıkları vb. üzerinden çözümü mümkün olmadığında devreye silahlar giriyor. Şu an yaşadığımız şey de bu.
Serpil İlgün - Evrensel / 19.03.22