Televizyon ekranlarında günlerdir peşi sıra reklamlar yayınlanıyor. Sokaklarda, caddelerde afişler, sosyal medyada dönen videolar, yarışmaya girmişçesine büyük şirketler kendi propagandalarını yapıyorlar. “Cumhuriyetin 100. Yılı”nı kutlamak adına kendilerine güzellemeler düzüyorlar.
Yüksek ideallerden, bağımsızlıktan, demokrasiden, insan haklarından bahsediyorlar. Zor şartlarda kazanılan bir kurtuluş savaşında kendilerinin nasıl bir rol oynadığını anlatanlar da var. Cumhuriyetin kutsal değerleri ile kendi var oluşlarının nasıl örtüştüğünü de... Reklamların neredeyse hemen hepsi ortak imgeler üzerine kurulmuş gibi. Zorlukla kazanılmış bir kurtuluş savaşı, ayaklarında çarık olan yoksul köylüler... Kah cepheye silah taşıyan, kah oğlunun ölümüne üzülmeyi kendine çok gören analar...
Reklamlara ve anlatılmak istenilene bakarsanız, bu ülkenin kodaman burjuvalarının ataları giymişler çarıkları, silah elde savaşmışlar. Bankalar cephede mevzilerdeymiş. Savaş vurgunları ile emperyalist efendilerine hizmet etsin diye kurulan şirketler aslında yurtseverlik ateşiyle yanıp tutuşuyorlarmış. Her biri neredeyse tek başına kurtarmış bu ülkeyi. Sonrası... Sonrasında el ele vermişler, batılı muasır medeniyetler seviyesine getirmişler bu ülkeyi. Çok çalışıp tüm topluma refah ve bolluk, aydınlık ve mutlu bir gelecek sunmuşlar.
Zor kazanmışlar, kolay terk etmeyeceklermiş. İdealleri sonsuza kadar yaşatacaklarmış. Nedir ki bu idealler? Terk etmek istemedikleri, vazgeçemedikleri? Para dökerek verdikleri reklamlarla topluma neyi anlatmak istiyorlar?
Ülke tarihinin en büyük kriz sürecini yaşıyoruz. Açlık, yoksulluk, sefalet ve kölece çalışma koşulları milyonlarca işçi ve emekçinin hayatını her geçen gün daha da çekilmez hale getiriyor. Gençler geleceksiz, yaşlılar umutsuz, kadınlar güvende değil, çocuklar beslenemiyor. Öğrenciler okullarda ölüyor.
Bu tablonun bizzat sorumlusu olan sermayedarlar ve iktidar, yüksek ideallerden, kazanımları terk etmemekten bahsederken, milyonlarca işçi ve emekçi yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veriyor. Ekonomik bunalımın yükünü bir kez daha işçi ve emekçiler çekerken, nimetlerini ise asalak burjuvalar yiyor. Bir emeği geçinen milyonların yaşamına, bir de bir avuç bezirganın emek sömürüsü üzerine kurdukları saltanata bakınız. Vazgeçmeyecekleri ideallerinin ne olduğunu görürsünüz.
Kurtuluş Savaşı’nın da, ondan sonra kurulan yeni devletin de yükünü çeken emekçilerdi. Ayaklarındaki çarıklarla cepheye de, emeği sömürülsün diye fabrikalara da onlar sürüldü. Sermaye sınıfı 100 yıl boyunca her fırsatı para ve kar için değerlendirdi. 100 yıldır işçi sınıfı ve emekçiler kıt kanaat yaşamlarını sürdürürken, onlar sefahat ve lüks içinde yaşadılar. Cumhuriyet adı altında pazarlanan bu sömürü düzeninin kahrını hep emekçiler çekti. Nimetlerinden ise burjuvalar faydalandı.
Onların cumhuriyetten anladığı tek şey bu azgın sömürü düzeninin kendisidir. Bu yüzden “Asla vazgeçmeyiz, sonsuza kadar yaşatacağız” diyorlar. Hepimizi bu ortak ideal etrafında toplanmaya çağırıyorlar.
Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Zengin ile yoksulun, işçi ile burjuvanın da çıkarına olan bir ortak ideal, buna dayalı bir yönetim biçimi yoktur, olamaz. Bir avuç sermayedarın çıkarını koruyan bu düzen, ismi ne olursa olsun işçi sınıfı ve emekçilere ait değildir. İşçilere ve emekçilere gereken, sömürünün olmadığı, üretim araçlarının toplumun mülkü haline geldiği, açlık, yoksulluk ve her türlü baskının ortadan kaldırıldığı bir cumhuriyettir. İşçi sınıfı bu cumhuriyeti tam da bu bir avuç kan emici bezirgana karşı mücadele içinde kuracaktır. İşte o zaman halkın özgürce kendini kendini yönetmesi hülyası gerçek olacaktır.
(Emeğin Kurtuluşu’nun 1-15 Kasım 2023 tarihli 20. sayısından alınmıştır…)