“Köleci antik çağdan günümüzün modern burjuva toplumuna, cumhuriyet sorunu her zaman devlet iktidarının biçimlenişine ilişkin bir siyasal sorun olagelmiştir. Dolayısıyla cumhuriyet sorunu üzerine tartışma, özü ve esası bakımından devlet sorununa ilişkin temel önemde bir tartışmadır. Solda bu alandaki her sapma ya da çarpıtma da kendini özünde marksist devlet teorisine ilişkin bir sapma ya da çarpıtma olarak gösterir. Geçen yüzyılın başında oportünistler, marksist devlet teorisine karşıtlıklarını sınıflar, toplumlar ve tarihsel dönemler üstü, genel ve soyut bir “demokrasi” savunusu ile maskelerlerdi. Günümüz Türkiye’sinde oportünistler aynı tutumu bu kez sınıflar, toplumlar ve tarihsel dönemler üstü, genel ve soyut bir “cumhuriyet” savunusu üzerinden göstermektedirler…” (H. Fırat/ Cumhuriyetçi biçimler monarşik aygıtlar.)
Osmanlı imparatorluğu tarihsel ömrünü doldurup çöktükten sonra, onun kalıntıları üzerinde 29 Ekim 1923 yılında kurulan Kemalist burjuva cumhuriyeti 100. yılını geride bırakmış bulunuyor. Kurulu düzenin solu, sağı ve onlardan daha yüksek sesle ‘sosyalist-komünist’ cumhuriyetçiler, "100. yılında yaşasın cumhuriyet!" diye bağırdılar. Solcular ise cumhuriyetin değerini ve kazanımlarını dinci-faşist AKP-MHP Koalisyonuna karşı korumayı tarihi bir görev edinerek coşkulu kutlamalara vesile ettiler. Bol bol, cumhuriyetin erdem ve faziletleri üzerine hararetli nutuklar attılar. 29 Ekim günü işçi ve emekçilere bayrak ve Atatürk posterleriyle Anıtkabir’i ziyaret ettiler ve düzenin belediye gibi kurumları öncülüğünde meydanlara çıkma çağırısı yaptılar.
Düzen soluna bağlı TV kanalları, internet siteleri, sosyal medya ağlarında, dinci-gerici soysuz bir rejim altında yoksulluk ve sefaletle boğuşan işçileri-emekçileri, kadınları, gençleri cumhuriyetin şoven sembollerini, şiarlarını, simgelerini bol bol kullanarak sersemletme yoluna gittiler. Cumhuriyetçi yazarlar çizerler hep bir ağızda cumhuriyetin kazanımlarının yok edilmesinin tek sorumlusunun AKP-MHP olduğunu öne sürdüler. Seçimler öncesinden başlayan kampanyada bu iktidardan kurtulmak için 14 Mayıs seçimlerinin iyi bir fırsat olduğunu papağanlar gibi tekrarlayıp durdular.
Demokrasi, özgürlük, laiklik, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi alanlarda soyut kavramlar üzerinde cumhuriyetin eşitlikçi, yoksulların, mağdurların, kimsesizlerin kimsesi olduğunu öne sürdüler. Kitleleri buna ikna edebilmek için canla başla didinip durdular. Böylece cumhuriyetin “herkesi kapsayan sınıflar üstü, ulvi bir çatı olduğu” yönünde demagoji yaptılar.
Oysa biz biliyoruz ki burjuva cumhuriyetinin en demokratik biçimi bile işçi ve emekçi sınıflar için demokrasi değil diktatörlük, asalak kapitalistler için ise bir demokrasidir. Günümüz koşullarında sınıflar ve iktidar üzerine asgari bilgisi olan her devrimci bu basit gerçeği biliyor olmalı. Bu katı sınıfsal gerçeği işçi ve emekçilerden gizleyenler ise devrimci olmak bir yana, niyetleri ne olursa olsun kurulu düzenin değirmenine su taşımış oluyorlar. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti devleti sömürücü asalak Türk burjuvazisine çok geniş olanak ve kaynaklar sunarken işçi sınıfını ve ezilenleri ise bir lokma ekmeğe muhtaç duruma düşürmüştür. Herhangi bir hak talebinde bulunanların ise tepesinden copu/sopayı eksik etmiyor. Bu basit örnek dahi sınıfların ortaya çıktığı günden bu yana toplumların hiçbir zaman “ortak cumhuriyeti, ortak devleti, ortak demokrasisi” olmadığını gösterir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihi de bu gerçeği hiçbir şüpheye yer bırakmayan icraatlarla doludur.
Fakat gelin görün ki tüm kanatlarıyla Türkiye’nin burjuva cumhuriyetçileri Kemalist cumhuriyetin 80 yıllık kanlı tarihinden habersizmiş gibi görünüp, onun sınıf özünü emekçilerden saklamaya çalışıyorlar. Daha da vahimi bunu yaşanmış tarihi gerçekleri tersyüz ederek binbir yalan dolanla yapıyorlar. Tüm sorunları son 20 yıla sıkıştırarak dinci-faşist AKP-MHP rejimine mal ederek gönül rahatlığıyla ortada dolaşıp siyaset yapabiliyorlar. 14 Mayıs seçim bildirgelerine, izledikleri ittifaklar ve siyaset tarzına bakıldığında en azından cumhuriyetin ilk 80 yılı temiz görünüyor bu sosyalist kılıklı cambazların aynasında. Ancak ezilen sınıflar ve mazlum halklar, ilerici aydın ve sanatçılar cumhuriyetin bütün tarihi dönemlerinde işkence, sürgün, zulüm ve katliamlara uğramış olmaları, iddiaların temelsiz ve büyük bir yalan olduğunu gösteriyor. Zulüm mirasını devralan AKP-MHP rejimi aynı icraatlara dolu dizgin devam ediyor. Kokuşmuş cumhuriyet bir toplumsal devrimle paramparça edilip tarihin çöplüğüne atılana kadar ne şiddeti ne de zulmü sona erecektir.
Yeri gelmişken 29 Ekim'de coşkulu kutlamalara konu edilen Kemalist cumhuriyetin geçmiş tarihine kısaca bakmak ve hatırlatmakta fayda var.
Her şeyden ve herkesten önce Kemalist cumhuriyetin Kuruluş harcına ilkin komünistlerin kanı bulaşmıştır. 28 Ocak 1921’de Karadeniz’in derinliklerine atılan Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı hunharca katledilmiştir.
İşte sırayla bazı örnekler: 29 Haziran 1925 şeyh Sait ile birlikte 47 kişinin idam edilmesi, Temmuz 1930 Zilan deresi katliamı en az 1500 kişinin katledilmesi, 21 haziran-4 temuz 1934 Trakya olayları en az 15 bin Yahudi’nin bölgeden göç ettirilmesi, 1937-1938 Dersim katliamı/soykırımı, 70 bin insanın katledilmesi, Temmuz 1943 Özalp Van Mustafa Muğlalı olayı 33 Kürt köylüsü hayvan kaçakçılığı gerekçesiyle yargısız olarak kurşuna dizilmesi, 6-7 Eylül 1955 İstanbul, Rumlara ait kiliseler bombalanarak zorla göç ettirilip mallarına el konulması.
1 Mayıs 1977 İstanbul Taksimde 34 kişinin panzerlerle ezilerek katledilmesi, 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi’nin devrimci öğrencilerine yönelik bombalama 41 yaralı 5 ölü, bir gün sonra 17 Mart Ümrainiye, 17 Nisan Malatya, 10 Ağustosta Balgat Ankara, 9 Ekim Bahçelievler Ankara ve tüm bunların finali 19-26 Aralık 1978 Maraş, katliamı 120 ölü yüzlerce yaralı, yıkılan, yakılan göçe zorlanan nice insanlar, 1980 Çorum katliamı ve daha niceleri. Keza yüzbinlerce insanın hayatına mal olan 12 Mart 1970 ve 12 Eylül 1980 faşist darbelileriyle bu topraklarda yetişen toplumun en seçkin kesimi olan binlerce devrimcinin, acımasızca işkence ve kırımdan geçirilmesi var... Bütün bunlar Tayip Erdoğan rejiminde önceki cumhuriyetin icraatlarıdır. Dinci-faşist rejime gelen süreç o katliam taşlarıyla döşendi. Yani bu rejim burjuva cumhuriyetin son temsilcisidir. 100 yıllık cumhuriyetin vardığı son istasyon burasıdır. Artık her tür gericiliğin, ayrımcılığın, baskı ve zorbalığın kaynağı olan bu cumhuriyetin demokratikleştirilebileceği iddiası bir safsatadan ibarettir. Tüm bu sorunların çözülmesinin önünün açılabilmesi için çürümüş cumhuriyetin yıkılıp yerine sosyalist işçi-emekçi cumhuriyetinin kurulması gerekiyor. Bu, burjuva cumhuriyetin güdük kalan kimi kazanımlarının korunup geliştirilmesinin de yegana yoludur.
A. Gül