Türkiye bu yazıyı yazdığım 16 Ekim 2020 gecesi itibariyle tam 114 sağlık çalışanını koronavirüse kurban verdi. Aralarında hekim, hemşire, hasta bakıcı, teknisyen, sağlık işçisi, temizlik işçisi, acil servis şoförü, eczacılar bulunan, genciyle yaşlısıyla 114 kişi. Geride kalan, analı babalı, çoluklu çocuklu en az 114 aile demek bu. Yetim kalanlar, öksüz kalanlar, evlatsız kalanlar… Bütün hayatı bir anda altüst olan bu insanlar sevdiklerini apansız gelen bir kaza nedeniyle kaybetmediler. Onları koronavirüs aldı. Ama virüs kadar, bu virüsün yayılmasını “ulusal çıkar” bahanesiyle gizleyen, dolayısıyla engellemeyen, hatta miting ya da Ayasofya Cami açılışında olduğu gibi siyasi şov yapmak adına bunu teşvik edenler de vahim tabloda sorumluluk sahibi. Belki bu sorumluluğu yadsımak için koronavirüsten ölümleri meslek hastalığından ölüm olarak kabul etmiyor, ailelere herhangi bir maaş bağlamıyor ya da tazminat ödemiyorlar.
Sağlık Bakanı rutin açıklamalarında ölen sağlık çalışanlarının sayısını söylüyor. Ama bu insanlar rakamlardan ibaret değiller, hepsinin isimleri ve yüzleri var. Onları, Ankara Tabip Odası’nın Koronavirüs Anasayfası’nda “Kaybettiğimiz Sağlık Çalışanlarına Saygı” başlığı altında bulabiliyorsunuz.
Mesleki hastalık değil, iş cinayeti
Türk Tabipleri Birliği TTB’nin Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “Bu ِölümler iş cinayeti olarak kabul edilebilir” diyor. “Bugün bir hekim daha koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti. Durum meslek hastalığının ِötesine geçti. Sağlık çalışanlarını koruyamıyorlar, üzerine bir de uzun saatler çalıştırıyorlar.” TTB, koronavirüsün meslek hastalığı olarak kabul edilmesi için bir yasa, geride kalanların tazminat alabilmeleri için de hukuki destek çalışmaları yapıyor. Korur Fincancı, koronavirüsün Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’ya göre de meslek hastalığı olduğunu, salgınla mücadele eden birçok ülkede sağlık çalışanlarının ölümü söz konusu olduğunda, tazmin yoluna gidildiğini söylüyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ne zamandan beri terِörle iç içe olanlar Tabipler Birliği gibi bir kuruluşun başına geçebiliyor” diyerek doğrudan hedef aldığı Fincancı, TTB’nin ve Türkiye’nin asıl gündemine bu netlikte işaret ediyor. Kamuoyuna iktidarın asıl görevinin ve sorumluluklarının ne olduğunu hatırlatıyor, “Gündemimiz insanlar, yaşamını bu zor koşullarda yürütenler, ciddi sağlık sorunu yaşayanlar, hizmet alamayanlar, salgında işsiz kalanlar (ya da zorunlu tatile gönderilenler), her gün kalabalık ortamlarda tıklım tıklım araçlarda işe gitmek zorunda kalanlar” diyor. Yani gündem “halk sağlığı” diyor. İşte TTB’nin bu halk sağlığı vurgusu iktidarı rahatsız ediyor.
Diş bilemek
“Neoliberal politikaların sonucu sağlık alanında tahribat inanılmaz boyutlara ulaştı. Sağlık alanın rant alanı olarak tanımlanmasıyla sağlık politikaları büyük bir değişim geçirdi. Koruyucu hekimliğin halk sağlığını ön planda tutan anlayışı yerine, tedavi edici hekimlik geldi, sağlık hizmeti satılan bir hizmet olmaya evrildi. Bu salgın da, piyasaya açılan sağlık hizmetinin insanı bir özne olarak tanımlamadığını gösterdi. Korumacı hekimlik yürütülebilseydi ve birinci basamakta sıfırıncı vakaya ulaşılabilseydi, salgının bu boyuta ulaşması engellenebilirdi.”
Korur Fincancı, Cumhurbaşkanı’nın öfkesini, “Salgın, piyasacı sağlık politikalarının ahlaksız yüzünü gösterdi. TTB’nin oluşturduğu ağlarla belirlediği rakamlar da salgın sürecinde bu ahlaksızlığı toplum nezdinde ortaya çıkardı. Kendi ahlaksız yüzleriyle aynada karşı karşıya kalmak hoş bir durum olmasa gerek. Teşhir oldular ve kendilerini teşhir eden tüm demokratik kitle ve emek örgütlerine karşı saldırgan bir tutum benimsediler, onları itibarsızlaştırmayı deniyorlar. Salgın ortamında ve sağlık çalışanlarının koşullarındaki eşitsizlik ve adaletsizliklere dikkat çeken tüm örgütler hedeflerinde olacak” diye açıklıyor.
Afrin deneyimi
Cumhurbaşkanı aslında epeydir takmış vaziyette TTB’ye. İki tarafta da sivillerin ölümüyle sonuçlanan Afrin harekatı sürecinde TTB’nin “Savaş bir sağlık sorunudur” demesini belli ki unutmamış. Korur Fincancı, “Muhalif olan, toplumsal yarar gِözeten, kamucu bir bakış açısı iktidar için tehlikeli. Afrin döneminde TTB’nin bütün Merkez Konseyi’ni gِözaltına almışlardı” diyor. İktidar, Korur Fincancı’nın Türkiye İnsan Hakları Vakfı TİHV’in Başkanı, adli tıp uzmanı hekim olarak Cizre bodrumlarında yaptığı incelemeleri de unutmuyor anlaşılan.
Çoklu oda tutar mı?
Hekimlik yerli ve milli ya da ulusal çıkar peşinde koşan değil, evrensel normları ve etik kuralları olan bir meslek. Korur Fincancı, “Dünya Türkiye’den büyük” diyor, “Hekimlik de uluslararası bir faaliyet. TTB Dünya Tabipler Birliği’nin saygın bir üyesi. Burada aynı ülkeden iki ِörgütün bulunmasına olanak yok. Üstelik yeni etik kurulacak odaların etik değerlere uygun olmayacağını da gِörüyoruz. Salgında veri açıklamanın ulusal çıkarla ilgili olduğu iddiası, Dünya Tabipler Birliği’nde yer bulamaz. Burada temsil edilme imkanları yok” diyor.
İktidar yine de olağanüstü bir çaba içinde. Hürriyet'te gördüm, Beştepe’nin talimatıyla, TTB gibi yarı kamu kuruluşu niteliğinde 30 meslek kuruluşunun delege, seçim ve temsil sistemlerini değiştirecek torba bir yasa üzerinde çalışılıyor. Böylece totaliterliğe bir adım daha yaklaşmış bulunuyoruz. Cumhurbaşkanı dışarıyı pek düşünmüyor, malum. Sonsuz iktidarı ancak içeride tüm ipleri ele geçirirse garantileyeceğini düşünüyor, ama kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, o ipler elinden fena kayıyor. Bu telaş ve öfke ondan işte.
DW Türkçe / 17.10.20