Alman Parlamentosu Reichstag, bundan 88 yıl önce bugün Adolf Hitler’e kararnamelerle ülkeyi yönetme yetkisi verdiğinde kimse bunun sadece Almanya’nın değil bütün bir Avrupa’nın mahvına yol açacak faşizme verilen bir onay olduğunu öngörmüyordu muhtemelen. 23 Mart 1933 tarihinde Reichstag’dan istediği kararname onayını kapan Hitler, adım adım tarihin görüp görebileceği en tehlikeli rejimin tohumlarını ekerken 23 Mart tarihi bu anlamıyla simgesel bir öneme sahip.
Bir kararname üzerinden koca bir ülkeyi ve de kıtayı uçuruma sürükleyen faşist liderin bu yetkiyi nasıl aldığı da çarpıcı. 30 Ocak 1933’te “İmparatorluk Şansölyesi” olarak onurlandırılan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi Lideri Adolf Hitler, 1 Şubat’ta Parlamento’yu fesheder. 28 Şubat 1933 gecesi Reichstag yakılır. Bir kundaklama sonucu ortaya çıktığı açıklanan yangın hiçbir zaman aydınlatılmaz. Ama yaptıran Nazi faşizminin kendisidir. Ve Reichtag yangını komünist cadı avına dönüştürülmek için kullanılır.
Faşizmin yolları
Senaryo adım adım devreye sokulur. Aynı gece solcular, sosyalistler, komünistler hedef alınır. Siyasi muhaliflere yönelik, büyük bir tutuklama faaliyeti başlatılır. Bulgar komünist lider Georgi Dimitroff, Hollandalı komünist Marinus van der Lubbe ve Alman Komünist Partisi’nin önde gelen yetkilileri yangının fâilleri olarak bir süre sonra tutuklanmaya başlar. Dimitrov, kendisini yargılayan Nazileri mahkum ettiği, tarihe geçen ünlü savunmasını Leipzig’deki Reichstag Yangını davasında yapar.
Her şey Nazi faşizminin istediği gibi yol alır. Yangının ertesi günü temel haklar geçici olarak askıya alınır. 21 Mart 1933’te yapılan Parlamento’nun açılış oturumu yaşanacak olanların habercisidir. Açılıştan iki gün sonra da Reichstag, Hitler’e kararnamelerle ülkeyi yönetme yetkisi verir.
Bu, sıradan bir yetki değildir. Adım adım örülen faşizme verilen bir onaydır. Sonrasında yaşananlar malum. Yaşananlar bütün dünyanın gözleri önünde olur.
Alman İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından imparator II. Wilhelm’in Almanya’dan kaçması üzerine 1918’in sonlarında kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin çalkantılı siyasi ikliminde kuluçkalanan faşist hareket 1933 itibarıyla resmen tarih sahnesine çıkar. Weimar Cumhuriyeti de tarihin tozlu raflarındaki yerini alır. Hitler’in şansölye olarak atanmasıyla Weimar Cumhuriyeti sona erer, Nazizm dönemi artık resmen başlayacaktır. Askeri ve siyasi güç Hitler’in ellerindedir artık, kısa bir süre sonra da ülkenin hikmetinden sual olunmaz mutlak bir hükümranına dönüşecektir.
Diktatörlerin rüyası
Yakın siyasi tarih de pekala göstermiştir ki diktatörlüklerin hemen hepsi benzer yolları izlemişlerdir. Bu Nazi faşizmi de olabilir, İslamcı bir diktatörlük de. Değişenler sadece nüanslar olur. Faşizm birden bire ortaya çıkmaz. Zamana yayılan, koşulları olgunlaştıran bir sürecin ardından adım adım örülen ağlar sonrasında ortaya çıkar. Tarihsel travmalar, ekonomik krizler, siyasi gerilimler hepsi bunun için araçsallaştırılır.
Diktatörlerin yapmayacakları şey, gerçekleştirmeyecekleri kötülük yoktur. Amaca giden yolda her türlü kötülüğü yapmaktan imtina etmezler. Hitler’den günümüzün popülist sağcı muhafazakâr liderlerine değişen bir şey yok. Bizden sonrası tufan diyerek, kendi kişisel ikballeri için bütün bir ülkeyi, insanlığı ateşte atmaktan kaçınmazlar.
Karl Marx, 1852 yılında yayımlanan Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i kitabının girişinde Hegel’e atıfla o tarihi saptamasında şöyle der:
“Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: Bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi ikincisinde komedi olarak.”
Bir kararname, bir karar bazen tarihin akışını değiştirebilecek bir dönüm noktasına dönüşebilir. Gece yarısı kararnameleriyle yapılanlar tarihin birer kötü tezahüründen ibaret olsa gerek.
Weimar Cumhuriyeti ve Hitler faşizminden günümüze... Kulaklara küpe olsun… Trajediyi yaşadık.
BirGün / 23.03.21