İsrail’de Başbakan Benyamin Netanyahu hükümetinin yargıyı yeniden dizayn için parlamentodan geçirmeye başladığı düzenlemelere karşı tansiyon her geçen gün tırmanıyor. Özellikle de ordudaki gönüllü subayların bazılarının yargı düzenlemesini protesto etmek için görevlerinden çekilmeleri ve güvenlik birimlerinde ciddi rahatsızlık olduğu haberleri Arap dünyasında yakından takip ediliyor.
Son dönemlerde Suriye cephesinde yaşanan gelişmeler, ABD’nin 'bu cepheyi ısıtmaya çalıştığına' dair yorumları güçlendirdi. Zira bölgeden gelen haberlere göre ABD, Suriye’deki kuvvetlerine ciddi teçhizat ve mühimmat takviyesi yapıyor.
Rusya’nın St. Petersburg kentinde düzenlenen Rusya-Afrika zirvesi bu hafta Arap dünyasında medyanın önemli gündem başlığıydı. ABD’nin birçok Afrika ülkesine yönelik tehdit ve uyarılarına rağmen zirveye katılım oldukça dikkat çekiciydi. Bazı yazarlar bu durumu Afrika ülkelerinin uyanışı olarak yorumladı.
Arap gazetelerinden derlediğimiz bazı köşe yazıları şöyle:
’İsrail’de soğuk iç savaş’
“Revizyonist Siyonizm'in içinden gelen ve onun mirasını taşıyan Likud Partisi daha önce nispeten ılımlı olarak biliniyordu ve 1977’den itibaren iktidara gelmesine izin verildi. Ancak Netanyahu’nun liderliğinde yavaş yavaş faşist özüne geri döndü. Netanyahu hükümetin başkanı olarak ilk defa 2009 yılında göreve geldi ve 2021 yılına kadar bu görevi kesintisiz sürdürdü. Böylece Siyonist devletin en uzun süre görev yapan başbakanı oldu. Şimdi ise hakkındaki yolsuzluk davalarından dolayı koltuğuna sıkı sıkıya sarıldı ve bu davaları boşa çıkarmaya çalışıyor. Bu da onun radikal sağa kaymasında ve hatta Liberal Siyonistlerin Yeni Naziler olarak adlandırdığı kesimlerle ittifak yapmasında büyük bir etken oldu.
Gelinen noktada liberal Siyonist hareketlerin hepsi (Sadece İsrail solu uzun süredir haberlerde gündemde değil) mevcut duruma ve oluşan siyasi atmosfere karşı durmaya çalışıyor ancak İsrail soğuk iç savaşa sahne olmaya başladı. Birçok kesim bunun tam anlamıyla bir iç savaşa dönüşebileceği konusunda uyarılar yapıyor.
İsrail örneğinde gerçekten komik olan şey, büyük şehirlerin meydanlarını kasıp kavuran soğuk iç savaş, Siyonist devletin Batı Şeria'da Filistin halkına karşı yürüttüğü ırkçı sömürgeci savaşla paralel yürüyor. Sanki birbirleriyle hiç alakası yokmuş gibi. İsrailli göstericiler, Netanyahu hükümetinin Siyonist ve etnik temel dayanan demokrasinin temellerini yıkmasını protesto ederken, aynı hükümetin Filistinlilere karşı yürüttüğü kirli savaşa karşı ses çıkarmıyorlar. Aksine mavi beyaz İsrail bayraklarıyla gösteri yaparak iktidardaki radikal sağcı yönetime bu konuda sadakatlerini göstermiş oluyorlar." (Gilbert El Aşkar / Kuds El Arabi Gazetesi)
‘Araplar İsrail’in çöküşünü sevinçle izliyor’
“İsrail'in son 75 yılda işlediği suçların, yaptığı katliamların ve savaşlarının kurbanları olarak, Siyonist işgalin dışlayıcı ırkçı projesi olan devletinin hızla çöküşünü sevinçle izlemek hakkımız. Ancak Araplar, Müslümanlar ve onurlu insanlar olarak bu devletin çöküşünü hızlandırmak için baskıları devam ettirirken ona can simidini uzatmamalıyız.
Netanyahu hükümeti parlamento üzerindeki hakimiyetini kullanmak suretiyle yargı değişikliklerini dayatarak Siyonist oluşumun* yıkım sürecini başlatmış ve iç savaşın fitilini ateşlemiş oldu. Bunun ilk adımı da olarak da ordudaki bölünmeler oldu. Zira kurucu Ben Gorion bu ordunun batıdan doğuya kadar, dindarından laikine ve sağcısından solcusuna kadar bütün Yahudileri birleştirici güç olmasını istiyordu ve böylece dünyadaki bütün Yahudiler arasındaki farklılıklar da eriyip gidecekti. Ancak bunun tam tersi oldu.
Bugünlerde Siyonist oluşumun başına gelen felaketi durdurmak için hiçbir çaba etki etmeyecektir. Hatta zararlarını azaltmak için bile. Zira hiç yenilmeyen ordu artık Yahudi yerleşimlerini bile koruyamayacak durumda. Bu, söz konusu ordunun artık güçlü olmadığı ve modern silahlarla donatılmadığı gibi sebeplerden dolayı değil. Karşısındaki gücünü ondan daha güçlü bir irade ortaya koymasındandır.” (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm Gazetesi)
’Suriye cephesi ısınıyor mu?’
"ABD son zamanlarda Suriye'nin kuzeyindeki farklı noktalardaki işgalci kuvvetlerine takviye yapıyor. Özellikle de El Omar petrol ve Koniko gaz sahalarındaki kuvvetlerini güçlendiriyor. Konuyu takip edenler, ABD'nin bu adımlarını farklı bir açıdan okuyor. Buna göre, ABD hem Rusya hem de Şam'daki meşru rejimle ortamı germe ve tansiyonu yükseltme niyetinde. Çünkü ABD'nin bu takviye güç adımları çok fazla çeşitlilik arz ediyor. Füze sistemleri, elektronik harp araçları, termal kamera ve HIMARS füzeleri gibi. Bunun yanında eğitip donattığı silahlı grupları da saha sürüyor.
ABD, Suriye topraklarını işgal konusunda terör örgütleriyle mücadele etme şeklindeki reel olmayan gerekçesini ortaya koyuyor. Ancak başta IŞİD olmak üzere sahada terör örgütlerini kendisi koruyor. Zira bazen bu örgütün liderini tasfiye ettiğini bazen de önemli bir komutanını öldürdüğünü açıklıyor. Ancak en nihayetinde son öldürülenin Suriyeli bir çoban olduğu ortaya çıkmıştı.
ABD ve Rusya ile Suriye güçleri arasındaki bir çatışma ihtimali her zamankinden daha güçlü. Bu sadece son dönemlerde Suriye hava sahasında Amerikan ve Rus hava araçlarının karşılıklı restleşmesiyle alakalı değil. Aksine son günlerde Suriye'ye yakın üslere F16 savaş uçaklarını göndermesi yakın zamanda Suriye'ye hava saldırısı olabileceğini göstermektedir’’ (Muhammed Harrub / Ürdün El Rai Gazetesi)
‘Lübnan’da Cumhurbaşkanı sorunu Ağustos sonrasına ertelendi’
Fransa’nın Lübnan özel Temsilcisi Jean Yves Le Drian’ın Beyrut’a düzenlediği ikinci ziyaretle ilgili, farklı yorumlar yapılıyor. Ancak Doha’da Lübnan’la ilgili toplanan ve ABD, Fransa, Mısır, Suud, Arabistan ve Katar’ın katıldığı 5’li toplantının ardından yapılan açıklamanın akabinde Fransa’nın Lübnan dosyasında başarısız olduğu yorumları yapılmaya başlanmıştı. Bunun da gerekçesi, Fransa’nın ortaya koyduğu çözüm taslağını pazarlamayı başaramaması olarak gösterilmekteydi.
Esasen Fransa’nın bu girişiminde başarısız olacağı uzun süre önce belliydi. Zira geçmiş senelerde de Lübnan’daki çıkmazların temsil ettiği tuzağa düşmüştü. Bunun da nedeni, Lübnan’da oynayabileceği rolün sınırlarını iyice idrak edememesinden kaynaklanmakta. Tabi, yerel aktörler arasındaki dakik dengeler de bunda etkili oldu.
Ancak bazı farklı siyasi taraflar da Le Drian’ın yaptığı görüşmeler neticesinde Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı mevzusunun ağustos ayından sonraya bırakıldığının netleşmesinden sonra bunu Fransa’nın başarısızlığı olarak değerlendirmeyi oldukça garip olarak karşılamakta. Neticede bu durum, birinci derecede Lübnanlıların başarısızlığı olarak görülmelidir. Çünkü cumhurbaşkanının seçilmesi ilk önce ülkedeki siyasi tarafların sorumluluğunda. Bu kesimlere göre ülkedeki cumhurbaşkanlığı boşluğunun sonuçlarını Fransa’nın Lübnan temsilcisi değil Lübnanlılar ödeyecek. Hatta ülkedeki boşluğun cumhurbaşkanlığından merkez bankası başkanlığına kadar uzanmasının olumsuzlukları da Fransız vatandaşları değil, Lübnan vatandaşlarını vuracak. (Mahir El Hatip / Lübnan El Neşra Gazetesi)
‘Afrika ülkelerinden emperyalizme tokat!’
St. Petersburg'da gerçekleştirilen Rusya-Afrika Zirvesi, Afrika ülkelerinin liderlerini Rusya'ya gitmesini tüm gücüyle ve tehditleriyle engellemeye çalışan ABD ve batılı müttefiklerini vuran depremin ne derecede tehlikeli olduğunu gözler önüne serdi.
49 ülkenin temsilcisinin katıldığı zirvede 17 ülke devlet başkanları düzeyinde temsil edildi ve bu devlet başkanlarının arasında Mısır, Zimbabve, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Komor Adaları devlet başkanları ile Etiyopya başbakanı vardı. Kremlin sözcüsü de, bazı Afrika ülkelerinin Rusya’yla yakınlaşmasının engellenmesi için tehdide varan baskılara maruz kaldığını belirti. Ancak artık akıl Batı'da kalmanın, mazoşist bir bloğa tabi olmayı, hatta köleliği kabul etmek olduğunu idrak ediyor.
Biliyoruz ki Rusya geçtiğimiz sene Afrika’ya 11 milyon ton buğday yardımı yaptı. Bunun karşısında batı dünyası tehditlerden başka bir şey sunmadı. Bu da bize Afrikalıların neden dostlarını değiştirdiğini ve bunu neden aleni bir şekilde itiraf edercesine yaptıklarını açıklamaktadır.
St. Petersburg’daki toplantı bir yaşam haykırışıdır, kim bilir belki de, yaşamın ancak onların izniyle olmasını isteyenlerin sonudur.’’ (Abdulnaser Bin İsa / Cezayir El Şuruk Gazetesi)
Gazete Duvar / 31.07.23