Suriye’nin doğusunda petrol ve doğalgaz kaynakları nedeniyle paylaşım savaşının merkezinde yer alan Deyr el Zor’da IŞİD’e karşı oluşan Arap-Kürt ortaklığı sırat köprüsünden geçiyor. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile aşiret savaşçıları arasında bir haftadır yaşanan çatışmalardan aceleyle sonuçlar çıkartılıyor. Birçoğu yereldeki karmaşık dinamiklerden habersiz.
Tırmanışı ezberden “Arap-Kürt çatışması” olarak resmedenler var. Bunlara “Arap aşiretleri Kürt hegemonyasına karşı yetkiyi ele almak istiyor; PKK’nin dayatmalarına karşı isyan ediyor” minvalinde Türkiye ve Suriyeli muhalif çevrelerden pompalanan iddialar eşlik ediyor. Hem SDG hem de bünyesindeki Araplar bu tespitleri reddediyor.
SDG ise yürüttüğü Güvenliği Güçlendirme Operasyonu’nu “IŞİD hücreleri, uyuşturucu çeteleri ve suçlularla mücadele” olarak sunuyor. Fakat bu çerçevenin yerelde kızgınlığı daha da tırmandırdığı söylenebilir. Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı İlham Ahmed başta olmak üzere Kürt aktörler isyanı İran ve Suriye yönetiminin kışkırttığını öne sürüyor. Bu yaklaşım da öfkeyi besleyen faktörlerin önemini küçümsüyor.
Durum tarafların resmettiğinden çok daha karmaşık.
***
Kürtlerin IŞİD’in peşinden Arap bölgelerine doğru gitmesi başından riskli bir tercihti. Bu, köreltilmiş mayınlar üzerinde duran bir ortaklığı andırıyordu. Sadece tarihsel çekişmeler değil Suriye’deki savaşa taraf olan aktörlerin müdahale imkânları, aşiretlerin çıkar savaşları ve yerelde nüfuz kabiliyeti olan IŞİD hücreleri Kürt-Arap ortaklığının önündeki potansiyel tehditlerdi. Aşiret tutumunun bağlamlarını da kavramak gerekiyor. Aşiretlerin kıblesini tayin eden şey güç denklemi. Bu denklemin sunduğu güvenceler ve kaynaklar ittifakı kimlerle kuracaklarını belirliyor. Düne kadar devletin unsurlarıyla iç içeydiler. 2011’de her tür cihatçıyı içinde barındıran ÖSO’ya el verdiler. 2014’te palazlanan IŞİD’le çalıştılar; isteyerek ya da istemeyerek. SDG sayesinde IŞİD’den kurtuldular. Fakat minnettarlık bu ilişkinin kırılgan taraflarını yok etmiyor.
Tel Ebyad ve Menbic’in ardından 2016’da sıra Rakka’ya geldiğinde dönemin YPG Genel Komutanı Sipan Hemo kendisiyle yaptığım röportajda bölgeleri IŞİD’den kurtardıktan sonra kontrolü yerel güçlere bırakacaklarını söylüyordu. Bunun için askeri ve sivil meclisler oluşturuldu. Fakat Kürtler kaçınılmaz olarak organizatör güç olmaya devam etti. SDG, Amerikan garantörlüğünde Arapları Kürtlere ortak etmenin bir formülüydü. Ama Halk Koruma Birlikleri (YPG) ana omurgaydı. Disiplinli kadroları, mobilizasyon kapasitesi ve savaş tecrübeleri Amerikalıların bu omurgayı esas alma nedeniydi. Yani uluslararası koalisyon operasyonlarında asıl muhatap Kürtler olageldi. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tecrübesi Amerikalılara oyunda kalmak için bu ortaklığı korumayı fısıldıyordu. Bu yüzden Türkiye’nin Rakka’ya ÖSO ile gitme önerisine sıcak bakmadılar.
YPG’nin ABD’nin desteğiyle Arap bölgelerine inmesinde teşvik edici ya da zorlayıcı unsurlar vardı:
- ABD ile ortaklık özerklik projesi için uluslararası alanda meşruiyet kanalları açabilirdi. (Tabii ABD askeri ortaklığı siyasi tanımaya çevirmedi.)
- Arap bölgelerinin dahil edilmesi özerklik projesinin Suriye geneli için bir çözüm olduğu iddiasını güçlendirirdi.
- Aşiretlerle ortaklık Körfez’de kapıları açabilirdi. Ki bu sayede SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi ve diğer yetkililer Arap ülkelerinde temas imkanı buldu.
- Petrol ve doğalgaz sahalarına hakimiyet de coğrafi genişlemeyi teşvik eden en önemli yakıttı.
- Fırat hattı temizlenmeden IŞİD yenilmeyecek ve Rojava’yı tehdit etmeye devam edecekti.
Aşiretler, Suudilerin de araya girmesiyle bu ortaklığa razı geldi.
Fakat Deyr el Zor Askeri Meclisi 5 bin kadar yerel Arap askerinden oluşsa da kararların SDG Genel Komutanlığı’ndan geliyor olması Kürt üstünlüğüne dair yargıyı canlı tuttu. Ayrıca petrolden doğrudan pay isteyen aşiretler de sızlanmaya devam etti. Aşiret üyelerine göre Deyr el Zor petrolden mahrum bırakılıyor, iş imkanları sunulmuyor, operasyonlarda IŞİD’le bağlantısı olmayanlar mağdur ediliyordu. Gözaltı operasyonlarıyla ilgili öteden beri bir rahatsızlık vardı.
Suriye ve İran da ABD’yi bölgeden çıkarma planları çerçevesinde aşiretleri hep yakın planda tutmaya devam etti. İranlılar Bakara aşiretinden bir tugay kurmayı bile başardı.
***
Şimdi gelelim bugünkü krizin neden ve boyutlarına…
Kriz 27 Ağustos'ta Deyr el Zor Askeri Meclisi Komutanı Ahmed el Halil’in (Ebu Havle) gözaltına alınması ve ardından onunla birlikte 5 kişinin görevine son verilmesiyle başladı.
Yerel kaynaklara göre Ebu Havle, Mazlum Abdi ile görüşmeye davet edildikten sonra Haseke yolunda gözaltına alındı. Ardından Ebu Havle ile bağlantılı evler ve merkezler arandı; en az 20 kişi gözaltına alındı. Ebu Havle’yle bağlantılı milisler Busayra’da SDG ana karargâhına saldırdı. Çıkan çatışmalar Şuheyl, Ebu Hammam, El İzbe, El Busayra, El Hasan, İbriha, Meyzela, Daman, Garanic, Basira, Tayana, Cedid Bakara, Cedid Ukaydat, Ziban, Şafa, Sur ve Ebu Hardub’a sıçradı. Aşiret milisleri Şuheyl, Ciban, Cardi, Tayana ve Hacin gibi yerlerde kontrolü ele alırken SDG bölgeye ağır silahlarla yeni güç sevk etti. SDG’ye göre Ebu Havle hakkında halktan gelen çok sayıda şikâyet vardı. Sonunda SDG Askeri Meclisi’nin onayıyla görevden alındı. Hakkında şu suçlamalar yöneltildi:
- Devrime düşman taraflarla iş birliği yaptı.
- Uyuşturucu kaçakçılığına karıştı.
- Güvenlik durumunu kötü yöneterek IŞİD hücrelerinin harekete geçmesine imkân verdi.
- Görevini kişisel ve ailevi çıkarları doğrultusunda kötüye kullandı.
SDG, “Güvenliği Güçlendirme” adını verdiği operasyonun yedinci gününde şu açıklamayı yaptı: “Arap ve Kürt halkları arasında çelişki yok. SDG bileşenleri 8 yıldır omuz omuza mücadele veriyor. SDG Arap ve Kürt halklarının birliğinin ispatıdır. SDG ve aşiretler arasında çelişki yoktur, sürekli iletişim halindeyiz.”
***
Çatışmalarda Ebu Havle’nin aşireti El Bekir’in bağlı olduğu Ukeydat (Akidat) konfederasyonu öne çıkıyor. Ukeydat lideri Şeyh İbrahim Halil el Hafel, SDG’nin suç şebekesi ve terör hücrelerine karşı operasyon yürütüldüğü izahatını reddedip karşı seferberlik başlattı. Şeyh İbrahim uluslararası koalisyona Deyr el Zor’da yeni bir askeri konsey kurulması çağrısı yaptı. Bu konseyin SDG değil doğrudan uluslararası koalisyonla çalışması gerektiğini vurguladı. Kürt kaynaklar ise Şeyh İbrahim’in Suriye yönetimiyle birlikte hareket ettiğini öne sürüyor. Fakat çatışmaların yayılması ve sivillerin öldüğüne dair hızla yayılan haberler tarafsız durmaya çalışan bazı aşiretleri de Ukeydat’ın çizgisine itti.
Ebu Havle’yi sahiplenmeden SDG’ye karşı çıkan bir damar da var. El Bekir aşiretinin lideri Abdulaziz el Hamada çatışmanın kendilerini SDG’ye adamış bir grupla yaşanan anlaşmazlıktan dolayı değil SDG’nin son 5 yılda yaptığı hatalardan kaynaklandığını savundu. SDG’yi bölgedeki aşiret liderleri ve etkili kişilere danışmadan kararlar almakla suçladı. O da uluslararası koalisyondan yeni bir sivil yönetim kurulmasını istedi.
Her zaman olduğu gibi bu krizde de propaganda savaşıyla ortalık toz duman haline geldi. Tüm aşiretler isyanın içinde olmadığı gibi aynı aşiret içinden farklı tutumlar da gelebiliyor. Aşiretin bir kolu Suriye yönetimiyle, bir diğer kolu özerk yönetimle çalışabiliyor. Türkiye’yi mesken tutanlar da muhaliflerin gündemiyle hareket ediyor. Aynı aşiret adına üç farklı bildiriyle karşılaşmak mümkün. Sözgelimi Ukeydat lideri Şeyh İbrahim, SDG’ye savaş ilan ederken kardeşi Şeyh Musab el Hafel taraflara itidal çağrısı yaptı.
Bakara aşireti de yekpare durmuyor. Bir kısmı SDG’ye bağlı kalırken bazı üyelerin isyana katıldığı belirtiliyor. Aşiretin bölgedeki lideri Haşim el Beşir’in tutumu tarafsızlığı koruma çabasını yansıtıyordu. Haşim el Beşir, Ukeydat’la dayanışma mesajı eşliğinde ateşkes çağrısı yapıp müzakere için bir şura meclisi oluşturulmasını istedi. Bakara aşiretinin bölge dışındaki lideri Şeyh Nevaf el Beşir ise Suriye yönetimiyle birlikte hareket ediyor. Şeyh Nevaf 2011’de Katar, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle yönetime karşı isyana katılmıştı. Sonra nedamet getirip Şam’a geçti. 1 Ağustos 2019’da Suriye lideri Beşşar el Esad’ın kendisini arayarak “Siz teröristlerin yanında yer alarak devleti arkadan bıçakladınız” dediğini paylaştı. Esad’a verdiği yanıt şuydu: “Sayın Başkan dersimizi aldık. Sizin için bir askerim. Deyr el Zor kurtarılırken bölgemizden binlerce savaşçı toplayıp hatamı telafi edeceğim. İhanete izin vermeyeceğim.”
Şeyh Nevaf sözünü tutuyor mu? Arap kaynaklara göre evet. Fay hattı kırılınca Şeyh Nevaf adamlarını Deyr el Zor hattına gönderdi. İran Devrim Muhafızları ve Ulusal Savunma Güçleri ile birlikte hareket ettiği de söyleniyor. Yani boşluğu doldurmak için pusuya yatan çok. Cezire bölgesinin aşiretleri ise şimdilik SDG’ye desteği koruyor. Dün ortak bir açıklama da yaptılar. Rakka’daki aşiret havası da değişmiş gözükmüyor. Şam’ın onlardan beklentisi de sadakat göstermeleri ve ABD’nin bölgede kalamayacağı koşulların oluşmasına katkı vermeleri. 2019’da Suriye Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Ali Memluk, Kamışlı’da görüştüğü aşiret liderlerine “Artık devlete dönmenin vakti geldi” mesajı vermişti. Süryani Birlik Partisi’nden Senharib Bersum “Memluk, aşiretlere çocuklarını SDG’den almaları için baskı yaptı” demişti.
Bazı çözülmeler gözlemlense de Deyr el Zor Askeri Meclisi hepten SDG’ye karşı dönmedi. Deyr el Zor Askeri Meclisi’nde Ukeydat, Şaitat ve Bakara aşiretleri ağırlıkta. Meclis Eş Başkanı Lilva el Abdullah, SDG’nin yürüttüğü operasyonun halk arasında kabul gördüğünü ve uluslararası koalisyonla işbirliği içinde yürütüldüğünü savundu.
Cubur aşiretinden de taban tabana zıt tepkiler geldi. Aşiretin liderlerinden Abdulaziz el Sulalat Rakka, Haseke ve Deyr el Zor’daki bütün Arapları SDG’ye karşı seferber olmaya çağırırken Fevaz el Zevbe olayların aşiret isyanı olarak sunulmasına karşı çıkarak “SDG’nin yanındayız” dedi.
***
Kimileri için Ebu Havle’nin tutuklanmasının bir önemi yok. Hatta Ebu Havle’nin SDG’nin gücünü aşiretleri bastırmak için kullandığını belirtenler de var. Belli ki aşiretler bu krizi kendilerine alan açmak için kullanıyor.
Deyrizor 24 sitesinin müdürü Ömer Ebu Leyla’nın tespiti şöyle: “Havle yozlaşmış biri, kaçakçılık operasyonlarına karıştı ve son yıllarda servet biriktirdi. Bugün yaşananlar, diğer yozlaşmış liderlerin, Ebu Havle’nin tutuklanmasıyla kendilerini tehdit altında hissetmeleri ve kendilerini korumak için aşiret ve Arap faktörünü harekete geçirmeye başlamalarıyla ortaya çıkan bir hesaplaşma sürecidir.”
El Bekir aşiretinin lideri Hamada da isyanı hem SDG hem de Ebu Havle kliğinden kurtulmak için fırsat olarak gördüklerini belirtirken şu iddiayı dillendiriyor: “Ebu Havle’nin Esad rejimiyle doğrudan ilişkileri var. Deyr el Zor’da istihbarat merkezinde onunla defalarca toplantı yaptılar.”
Hamada 3 yıl önce de Ebu Havle’yi Araplara karşı SDG’nin maşası olmakla suçlamıştı. Son krize kadar bazı aşiretler Ebu Havle ile SDG’yi ayrı görmüyordu.
Deyr el Zor’dan gazeteci Muaz el Nasır ise şunu söylüyor: “Taraflar arasındaki çatışmanın yegâne nedeni Ebu Havle’nin gözaltına alınması değil. Arap aşiretlerinin çoğu SDG’nin yürüttüğü operasyonun bölgede kontrolünü artırmaya, aşiretlerin etkisini sınırlamaya dönük olduğunu düşünüyor.” Nasır, SDG’nin diyalog teklifinden önce operasyonlara son vermezse bölgenin sonsuz çatışmalara gebe olduğunu düşünüyor.
Benim de PYD kaynaklarından edindiğim bilgilere göre SDG yetkilileri daha önce Ebu Havle ile defalarca oturup konuştu. Her seferinde “Siz ne isterseniz onu yapalım” dedi ama kendi çıkarları için konumunu kullanmaya devam etti. Bölgedeki aşiretler bir süreden beri Ebu Havle’yi SDG’ye şikâyet ediyordu. Ebu Havle’nin SDG adını kullanarak kendi çıkarları için aşiretlere baskı yaptığı söyleniyor. Ebu Havle ile son kriz geçen temmuzda yaşanmıştı.
Al Ahbar gazetesi de aşiret kaynaklarına dayanarak şu gözlemi geçti: "Halk arasındaki görüş, SDG'nin bölgeyi birkaç yıldır yöneten Arap liderleri dışarıda bırakarak bölge üzerinde Kürt kadroların kontrolünü dayatmak istediği yönünde. Ebu Havle ve kardeşleri halka karşı büyük suçlar işlediler ve popüler kuluçka merkezlerine sahip değiller. Ancak Arap kabilelerinin kendi bölgelerini yönetmede idari ve askeri rollerini üstleneceklerine dair bir umut ışığını temsil ediyorlardı. Bu durum Kürtçe müfredatın daha önce Haseke ve Rakka'da tüm Arap bölgelerinde uygulanmasına rağmen Deyr el Zor kırsalında uygulanamamasıyla sonuçlanmıştı. Aşiret kaynakları bu çıkışın Ebu Havle’ye olan sevgisinden değil Kürt hegemonyasını reddedip Araplara bölgeyi yönetebilmelerini sağlayacak yetkilerin verilmesini talep etmek için olduğunu belirtiyor.”
***
İran ve Iraklı milis güçlerin kullandığı Elbu Kemal sınırını kapatma planı çerçevesinde SDG’yi Fırat’ın altında operasyonlara ikna edemeyen ABD’nin Arap aşiretlerinden yeni bir ordu kurmak için nabız yoklaması da isyana psikolojik zemin sunmuş olabilir. Geçen yaz Amerikalılar aşiret temsilcileriyle görüşmeler yaptı; yeni kurulacak birliklere ÖSO’da yer almış Ferid el Kasım ya da Muhammed el Talaa’nın komuta etmesi yönünde nabız yokladı. Aşiret temsilcileri yeni orduya temkinli yaklaşsa da Kürtlerin bölgeden çıkarılması koşulunu dillendirmeden geri durmadı. SDG bünyesinde Şemmar aşiretine bağlı Senadid güçlerinin lideri Bender Hamidi el Dehham’a Fırat’ın altında ele geçirilecek yeni bölgelerde rol alması önerildi. Pentagon’dan yalanlama gelmesine rağmen İran, Irak ve Suriye’de hakim siyasi güçler, ABD’nin Tanaf üssüne kadar sınırı kapatma planından vazgeçmediği görüşünü canlı tutuyor. Geçenlerde eski Irak Başbakanı Nuri el Maliki de El Şarkıyye kanalına demecinde Suriye yönetimini tamamen tecrit edip yıkılmasını sağlamak için ABD’nin sınırı kapatacağını öne sürdü. Iraklı kaynaklar, Irak’ta ABD’nin kullandığı Ayn el Esad Üssü’ne yığınağın artmasını sınır harekâtına hazırlık olarak görüyor. Aynı çevreler Süveyde’de yönetime karşı gösterilerin yeniden ivme kazanmasını, İdlib’deki örgütlerin Lazkiye-Halep-Hama ekseninde saldırıları artırmasını ve IŞİD’in Fırat’ın batısında hareketlenmesini birbiriyle bağlantılı gelişmeler olarak okuyor. Bu arada iki Amerikan kongre heyetinin de Fırat’ın batısında temaslarda bulunduğunu not edelim. Şimdilik sahadaki ortakları arasındaki çatışmaya müdahale etmeyip gerilimi bitirme ve sorunları diyalogla çözme çağrısıyla yetinen ABD, bu yaklaşımla, SDG’ye sınırlarını göstermek ve kendi planlarını dayatmak için buradan bir baskı üretebilir. Fakat Deyr el Zor’daki çatışmaların sürmesi koşulların SDG’nin aleyhine dönmesine, Kürtlerin Arap bölgelerinden çıkmasına, Arap-Kürt birliğinin çözülmesine ve farklı çatışma dinamiklerinin devreye sokulmasına neden olabilir. Etkili ana omurga sahadan çekilirse ortaya çıkacak kaos Amerikalılar için de yönetilebilir olmaktan çıkar. O vakit Amerikalıların altındaki toprak da ısınır. Beri tarafta bir taraftan IŞİD hücrelerinin dirilmesi diğer taraftan İran-Suriye güçlerinin Fırat’ın doğusuna geçmesi gibi senaryolar üzerinde de durulabilir.
***
SDG’nin Deyr el Zor’dan çekilmesi halinde Haseke ve Rakka’daki Arap aşiretlerini harekete geçirecek başka hamleler de gelebilir. Özellikle aşiret isyanını selamlayan Türkiye Menbic, Tabka ve Rakka merkezli aşiret unsurlarını harekete geçirmek için vakit kaybetmeyecektir. Halihazırda Deyr el Zor, Suriye krizinin diğer parçalarını da harekete geçirdi. Fırat Kalkanı bölgesinde Suriye Milli Ordusu (SMO) unsurları ve aşiretler Deyr el Zor’la dayanışma sloganıyla Menbiç’te mevzi kazanmak için harekete geçti. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerinde Deyr el Zor menşeli Ahrar el Şarkiyye ve Ceyş el Şarkiyye gibi cihatçı örgütler barınıyor. Afrin’de yağmanın tadını çıkarsalar da geri dönme fırsatını da değerlendirebilirler. Tabii SDG’nin gerilemesi Suriye ordusuna alan açmayacaksa Rusya da eli kolu bağlı durmayacaktır. Ki cuma günü Menbic’de Suriye ordusunu da hedef alan SMO hamlesi Rus bombardımanı ile karşılaştı. Birkaç köyü hedef alan hamle geri püskürtüldü. Fırat hattında Kürtlerle ve Arapları bir araya getiren ana aktörlerin olası müdahaleleri krizin yönünü tayin edebilir. Yeniden diyalog aşamasına dönülmezse aşiret tablosu hızlıca Kürtler aleyhine dönebilir. Bunu hedefleyen aktörlerin boş durmadığı da aşikâr.
Gazete Duvar / 03.09.23