Kuzey yarımkürede havaların soğumasıyla birlikte Covid-19 pandemisinin korkulan 2.dalgası kapıyı çaldı bile. Ülkemizde ve Avrupa’nın neredeyse tüm coğrafyalarında vaka sayıları her geçen gün artıyor. Çin, Güney Kore, Küba gibi salgınla başarılı mücadele pratiklerini, Tayvan, Avustralya, Yeni Zelanda gibi virüsün yayılımını engellemek için ada konumunun avantajından da yararlanan örnekleri bir yana bırakırsak, virüsle mücadele açısından önümüzde zor bir kış bulunduğu görülüyor.
Salgının ekonomiye yansımalarının da öngörülenden uzun erimli olacağı anlaşılıyor. 2020’nin ilk çeyreğindeki kapanmaların ardından yaz aylarında belli bir ivme kazanan ekonomik aktivitenin yılın son çeyreğinde hız kestikten sonra, durgunluğun 2021’in ilk yarısına da sarkacağı düşünülüyor. IMF’nin, hafta sonu gerçekleşen G-20 liderler zirvesine hazırladığı bilgi notunda küresel ekonominin 2021 sonunda dahi 2019’un üretim düzeyine ulaşılamayacağı tahmin ediliyor. En son Avrupa Komisyonu Avro bölgesinin 2021 büyüme beklentisini yüzde 6.1’den yüzde 4.2’ye indirdi. Ayrıca, Türkiye’nin de dahil olduğu G-20’nin gelişmekte olan ülkelerinde kişi başına gelirlerin, gelişmiş ülkelere göre daha keskince gerilemesi öngörülüyor.
Fransa ve İspanya’da başlayan, zamanla diğer Avrupa ülkelerinde de uygulamaya giren kapanmaların lokanta, kafe ve alışveriş merkezleri başta gelmek üzere hizmetler sektörünü tamamen felç edeceği ortada. Bilindiği gibi oldukça gecikmeli de olsa Türkiye de kapanma ve kısıtlamaları devreye soktu.
Dilerseniz, 1.dalganın deneyimini de göz önüne alarak salgının yaratacağı ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunların çözümünü tartışmadan önce, pandeminin ilk 10 aylık bilançosunu çıkaran Financial Times gazetesinin baş ekonomi yorumcusu, günümüz kapitalizminin akil insanlarından Martin Wolf’a kulak verelim.
Pandeminin 10 ekonomik sonucu
Wolf’un uzun vadeli olasılıkları da dikkate alarak sıraladığı Covid-19’un ortaya çıkardığı manzara mealen şöyle:
Birincisi; hem etkin bir aşının kısa sürede geliştirilmesi hem de ivedilikle tüm dünyada yaygınlaştırılması olasılığı çok düşük. Öyleyse bu hastalık uzun dönemli bir tehdit olarak insanlığın önünde duracak.
İkincisi; ekonomide kalıcı zararlar ortaya çıkacak. Özellikle işsizlik, ödenemeyen borçlar, artan yoksulluk, kesintiye uğrayan eğitim derin izler bırakacak.
Üçüncüsü; belki bir süre sonra seyahatler artacak, iş yerinde çalışma pratiğine dönülecek. Fakat sanal olanaklar da göz önünde bulundurulursa Covid öncesi eski usul çalışma modeli tam anlamıyla geri gelmeyecek.
Dördüncüsü; teknolojinin rolü daha da belirginleşecek. Teknoloji devlerinin merkezi egemenliği korkunç bir güç ortaya çıkardı. Bu tekellere düzenlemeler getirme ve rekabeti artırma baskısı hız kazanacak.
Beşincisi; hükümetlerin ekonomideki rolü genişleyecek. Önümüzdeki yıllarda daha müdahaleci devletlerle karşılaşacağız.
Altıncısı; reel ve nominal faizler düşük kaldığı sürece hükümetler hem kendi borçlarını yönetebilecekler, hem de başkalarının borçlarını yeniden yapılandırmasına katkıda bulunabilecekler. Ancak bir noktada bütçe açıklarının azaltılması gerekecek. Bu da özellikle söz konusu süreçten avantaj sağlayan “zenginlerden” alınmak üzere daha yüksek vergiler demektir.
Yedincisi; bazı ülkeler krizi başarıyla yönetirken, bazıları da çuvalladılar. Burada sonucu bir ülkenin demokratik olup olmaması değil, hükümetlerin etkinliği belirledi. Popülist demagoglar Jair Bolsonaro, Boris Johnson ve Donald Trump kötü bir performans sergiledi.
Sekizincisi; bu küresel boyutta ve ancak küresel işbirliğiyle üstesinden gelinebilecek bir krizdir. Şimdilik tek taraflılık ve uluslararası çatışma eğilimleri pandemiyle birlikte artış gösterdi. Başta ABD ve Çin arasındaki gerginlik gelmek üzere durumun kötüleşme olasılığı yüksek.
Dokuzuncusu; mal ticaretinin küreselleşmesi 2008 finansal krizinden sonra zaten yavaşlamıştı. Covid-19 sonrasında da bu süreç devam edecek, Dünya Ticaret Örgütü’nün etkinliği azalacak, Batı ve Çin arasındaki ticaret uyuşmazlıkları çözülemeyecek. Aynı zamanda sanal küreselleşme muhtemelen hızlanacak.
Onuncusu; bir yandan Covid-19 başta iklim değişikliği konusu sorunları küresel anlamda çözme isteğini artırdı. Öte yandan uluslararası anlaşmaların meşruiyetini azalttı. ABD Paris İklim Anlaşması’ndan ve Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çekildi (Financial Times 3 Kasım 2020).
Bilindiği gibi Wolf’un bu yazıyı kaleme almasından sonra Joe Biden’ın başkan seçilmesiyle ABD’nin Paris Anlaşması ve DSÖ karşısındaki tutumu değişti.
1. Dalganın sektörel ve toplumsal yansımaları
Pandeminin 1.dalgasından, daha evvel yaşanan ekonomik krizlerin göreceli homojen yayılımından farklı olarak Covid-19 salgınının etkilerinin asimetrik biçimde hissedildiğini biliyoruz. Diğer bir ifadeyle bazı sektörler bu süreçten avantajlı bile çıkarken, bazı iş kolları büyük darbe yedi. Aynı şekilde bazı toplum kesimleri mali anlamda az zarar görürken, bazıları büyük mağduriyetle karşılaştı. Devletler düzeyinde de mali gücü yeterli, sağlık altyapısı sağlam ülkeler etkin bir mücadele sergilerken, ABD dahil sağlık sistemi büyük ölçüde özelleşmiş bazı örnekler salgınla baş etmekte zorlandılar.
Sektörel bazda Facebook, Amazon, Microsoft, Google gibi evinde kalan kişilerin iletişimini, alışverişini, uzaktan çalışmasını kolaylaştıran teknoloji şirketleri salgınla güçlerine güç kattılar. Aynı şekilde Netflix benzeri sinemayı, dizileri odanıza getiren medya akış hizmeti (streaming services) firmaları abone sayılarını katladıkça katladı. İlaç ve aşı haberlerinin duyulması ile ilaç firmalarının hisseleri de zirve yaptı. Genelde iletişim, enformasyon, e-ticaret ile iştigal eden şirketler bu süreçten kârlı çıktılar.
En fazla zarar eden iş kolları ise lokantalar, kafeler, oteller ile ağırlama sektörü, havacılık başta gelmek üzere taşımacılık ile sinemaları, tiyatroları, konser salonlarını kapsayan eğlence sektörü oldu.
Daha çok düşük ve orta beceri isteyen, insani etkileşim gerektiren işlerde çalışan emekçiler salgından en fazla etkilendiler. Çoğunlukla perakendecilik, turizm ve ağırlama sektöründe istihdam edilen bu kesimde kadınların ve gençlerin ağırlığının fazla olduğunu biliyoruz. Kadınların bu ortamda ev işleri ve çocukların bakımına ağırlık vermek için işgücünün dışına çıkma olasılığı daha yüksek; bu nedenle becerilerinin körleşmesi ve yaşam standartlarının düşmesi riskiyle de daha fazla karşı karşıyalar.
Okul çocukları ise hem eğitimlerinin kesintiye uğraması hem de ABD gibi bazı ülkelerde okulda çıkan yemeğin yoksulluğa karşı önemli bir tampon mekanizması olması nedeniyle bu süreçten olumsuz etkileniyorlar. Haliyle yoksul kesimin çocuklarına çok daha ağır bir fatura çıkıyor. UNICEF’in son bir raporuna göre, çok boyutlu yoksulluk yaşayan, yani eğitim ve beslenme olanakları yetersiz çocukların sayısı pandemiyle birlikte 150 milyon arttı.
Buna karşın uzaktan çalışan, çoğunlukla yüksek eğitimli, ortanın üzerinde gelir elde eden profesyonel meslek sahipleri mali bir zarara uğramadılar. Ağırlıkla borsa yatırımcısı rantiye kesimler de özellikle düşük faiz ortamının da etkisiyle, bir insani trajedi yaşarken servetlerine servet eklediler.
BirGün / 24.11.20