Merkez Bankası Başkanlığı’na yeni atanan Naci Ağbal öncülüğünde bir araya gelen Para Politikası Kurulu (PPK) beklenen faiz kararını açıkladı. PPK, yüzde 1,.25 seviyesinde olan haftalık repo faizini 475 baz puan artırarak yüzde 15 düzeyine çıkardı. Piyasaların beklentisiyle uyumlu olan bu artırım kararını nasıl yorumlamak gerekiyor?
Gazete Duvar PPK’nin faiz kararını Prof. Dr. Veysel Ulusoy, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, ekonomi uzmanı Nesrin Nas ve Doç. Dr. Oğuz Demir ve Dr. Murat Kubilay'a sordu.
Hayri Kozanoğlu: Faiz sebep enflasyon sonuç tezi çürütüldü
Merkez Bankası piyasaların beklediği ölçüde 475 puan faiz artışına gitti. Bir anlamda ağırlıklı ortalama piyasa faiziyle, politika faizini yüzde 15’te çakıştırdı. Pandeminin getirdiği kapanma döneminde bu faiz artışıyla ekonominin daralmasını göze almış oldu.
Faiz artışının, Naci Ağbal’ın 8 Kasım’da bankacılarla yapılan toplantıda teminatının verildiğini tahmin edebiliyoruz. Düşük küresel faiz oranları döneminde böylelikle sıcak paranın çekilmesi, sermaye girişleriyle dövizin gevşemesi bekleniyor. Zaten PPK metninde bu yolla rezervlerin güçlenmesinin, dolarizasyonun gevşemesinin beklendiği seziliyor. Metin adeta “faiz sebep enflasyon sonuç“ tezini çürütmek için kaleme alınmış gibi. Bu ortamda yatırımların tamamen durması, işsizliğin artması karşısında; bütçeden aile sosyal yardımlarının sürekli hale getirilmesi, nakdi ücret desteğinin asgari ücret düzeyine çekilmesi gibi önlemlerin acilen devreye sokulması gerekiyor.
Veysel Ulusoy: Dağ kadar sorun bizi bekliyor
Tamamen döviz kurunun ateşinin düşürülmesi amacı taşıyan bu faiz kararı aslında piyasasının faizi olan yüzde 15’lerdeki orana eşitlendi. Diğer bir ifadeyle faizlerde bir sadeleşmeye gidilerek piyasa koşullarının kapsamında dengeye gitme amacı taşınmıştır. Açıklamada Merkez Bankası rezervlerin artırılması, kurun aşağılara çekilmesi ve bir bakıma cari dengeyi rayında tutma hedefini ortaya koymuştur.
Öte yandan bu baskının temel olarak enflasyon kaynaklı olduğunu belirtmek gerekir. Bu baskının maliyet kanalıyla gerçekleşmesinin orta vadede yatırımları da yüksek faizle etkileyeceğini belirtmek yanlış olmaz. Yani temel olarak yeni yatırımcı bir taraftan ithalata bağımlık oranı ile iç piyasada sermaye maliyeti arasında orta bir denge kurma noktası geldi demek mümkündür. Önümüzde dağ kadar sorunlar bizi bekliyor.
Oğuz Demir: Kararın maliyetini esnaf, işletmeler ve vatandaş ödeyecek
Bu karar, bugüne kadar ertelenen sorunların ve zamanında atılmayan adımların bedeli olarak görünüyor. Daha önce doğru adımlar atılmış olsaydı bu duruma düşmeyecektik. Ancak yine net bir şekilde görünüyor ki Merkez Bankası, kurdaki sıçramaların ekonomiye verdiği zararı kabul etmiş durumda. Kısa vadede bu noktada kurda yaşanan sıçramaları bir süreliğine engelleyecek bir adım oldu. Ancak Türkiye ekonomisinde kurdaki sıçramalar bir sorun değil sonuç olarak karşımıza çıkıyordu. O sonucu etkileyen unsurlar hâlâ yerinde duruyor. Bu adım ise kısa vadede düşük faiz sorununun çözümüne yönelik bir adım oldu.
Ancak bu adımla ilgili asıl endişem önümüzdeki döneme ilişkin. Bu kararın en önemli sonucunun zaten pandemi döneminde gelir kaybına uğrayan, bütün nakit akışını kredilerle çeviren esnafa, işletmelere ve vatandaşlara ciddi bir maliyeti olacağını da görmek lazım. Bundan sonraki süreçte hızlıca 2021 bütçesinin pandemi ve kapanma koşulları da dikkate alınarak toplumun zorda kalan ve bu karar ile bir süre daha zorda kalacağı netleşen kesimlerinin ihtiyaçlarına göre revize edilmesi ve nakit desteği başta olmak üzere bu kurumların ve yurttaşların ayakta kalacağı mekanizmaların hayata geçirilmesi için gerekli zeminin yaratılması gerekiyor.
Nesrin Nas: Faiz artırımı kızgın tavada bir damla yağ gibi buharlaşıp uçacak
Merkez Bankası piyasaları düş kırıklığına uğratmadı tam da piyasaların beklediğini yaptı. Politika faizi yüzde 15 oldu. Zaten MB ortalama faizi yüzde 15’di. Yani bu sadeleştirme dışında pek bir şey ifade etmiyor. Ancak MB bu artırımla Cumhurbaşkanı’nın dünkü konuşmasına rağmen faiz artırdım diyerek, yeni başkanla bağımsızım mesajı veriyor. Tıpkı bir önceki MB Başkanı Murat Çetinkaya’nın atandığı dönemde olduğu gibi.
Türkiye’nin mevcut ekonomik sorunları teknik bir mesele olmaktan çoktan çıktı. Çözüm siyasi. Albayrak, sıradan bir bakan değildi. Bugünkü sorunların A’dan Z’ye kaynağı olan her şeyi kontrol eden ve tüm kararları veren güçlü tek adam rejiminin medyasıyla, sivil toplumuyla, Yalı grubuyla, iş dünyası ile olan ilişkileriyle ve bürokrasisiyle kuruluşunu sağlamak ve tahkim etmek için ekonomi ve maliye bakanı yapılmıştı. Ve o kendisinden isteneni harfiyen yaptı. Bu arada kendisi de güç devşirdi. Yani onun gidişiyle, yerine daha teknik özellikleriyle öne çıkan eski kadrolardan birilerinin gelişiyle sorunlar çözülmeyecek, sadece, tıpkı daha önce de olduğu gibi, bir süreliğine ertelenecektir.
O nedenle piyasaların beklentisi doğrultusunda faiz artırmak çözüm değil, sadece sermaye kontrolü ilan ederek içe kapanma ya da IMF’ye gitme gibi kaçınılmaz olanı bir süre daha ertelemekten başka bir adım değildir bu. Piyasaların peşine takılan bir merkez bankasından da çok şey beklenmez zaten.
Erdoğan’ın içeriği pek de belli olmayan ama söylenmesi gerektiğini düşündüğü için söylediği ‘hukuk reformu’ sözcüğüne dahi tahammül edemeyeceğini, Çakıcı’nın mektubu ve bu mektubu destekleyen ortağı Bahçeli’nin açıklamalarından sonra, bu faiz artırımı kızgın tavada bir damla yağ gibi buharlaşıp uçacaktır.
Elde, yatırımlara ayrılan sermayenin yüzde 60’ının emlak sektörüne gittiği negatif faktör verimliliği olan, genç nüfusun eğitimsizliğinin Suudi Arabistan ve Kolombiya’nın da gerisinde olduğu, çalışmayan nüfusun çalışanların sayısını aştığı, çalışan yoksulluğunun arttığı, her gün daha fazla yasa ve norm dışına çıkan, özgür olmayan baskıcı ve en önemlisi büyümesi krediye bağlı olan, şeffaf ve hesap verebilir olmayan ve krizi krizle yönetme anlayışında ipleri elinden kaçırmış bir yönetim anlayışının egemen olduğu bir ülkede, ekonomi faiz artırımıyla bir arpa boyu yol alamaz. Buna bir de çok güçlü bir biçimde gelen ikinci pandemi dalgasının sonuçlarını ekleyin.
Dr. Murat Kubilay: Faiz artırımından öte sadeleştirme adına önemli
Merkez Bankası muhtemelen Erdoğan ile mutabık kalarak, politika faizinde beklentiler düzeyinde ancak küçümsenemeyecek bir oranda artışa gitti. Karar sürpriz olmasa da para politikasının daha anlaşılabilir bir sadeliğe bürünmesinin ilk toplantıda tereddütsüz yapılması olumlu bir gelişme. Böylece ABD yaptırımları ve Covid-19 kaynaklı beklenmedik bir durum olmadıkça dış borçların ödenme zorluğuna yol açacak bir kriz, bunun neticesinde bir kur şoku ve olası sermaye kontrolü riski en azından kısa vadede bertaraf edilmiş oldu. Açıklama metninde hane halkının dolar ve altına rağbeti ve TCMB’nin yetersiz rezervlerini ima eden kısımlar da sorunların göz ardı edilmediğine ilişkin önemli bir not. Tabii bu faiz artışının, tasarrufların TL cinsi mevduatta değerlendirilmesinde kalıcı etki yapacağı şüpheli; çünkü yerli yatırımcının hissettiği enflasyon bu oranın hayli üzerinde.
Erdoğan’ın şahsına münhasır faiz politikasına rağmen bu kararı almasında; politika faizi ile örtülü faiz arasındaki farka ikna olması ve TCMB’nin brüt rezervlerinin değil swap hariç net rezervlerinin gösterge niteliğinde olduğunu görmesi etkili olmuş olabilir. Bu kararla yeni Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın itibarı arttı; yaptırım ve pandemi haricinde TL cinsi varlıklar korkulu senaryodan uzaklaşabildi.
Diğer taraftan fiili faiz artışının gelmediğini ve mevcut fonlama faizinin korunduğunu görüyoruz. Ötesi ek parasal sıkılaştırma ve kredi hacmini daraltmada ekonomi yönetiminin hâlâ isteksiz davranması mümkün. Kararı bir faiz artırımından öte para politikasında sadeleştirme olarak görmek ve yeni ekonomi yönetimine bir şans tanıma olarak yorumlamak gerek. Lüzumlu olması halinde ek bir faiz artırımının yapılabileceğine dair yazılı bir taahhüt ise yok; yalnızca enflasyondaki olumsuz gelişmelerin göz önünde tutulacağı gibi alışıldık bir vurgu yapılmış. Bu durum Erdoğan’ın daha fazla faiz artırımına izin vermeyeceği; 2021 yılının ilk çeyreğinde zirve yapacak enflasyonun faiz artırım oranının belirlenmesinde dikkate alındığına işaret ediyor. TCMB piyasaya verdiği TL’nin yarıdan fazlasını ticari bankalarla olan swap kanalıyla sağlıyor. Yüzde 13,25 dolayındaki swap faizlerinin de yüzde 15’e çekilmesi imkan dahilinde. Ancak karar metninde açık bir şekilde vurgulandığı üzere faizin üst bandı ve geç likidite penceresi artık kullanılmayacak. Bu vurgunun olumsuz yanı ise işler bir nedenle yeniden kötüye giderse dahi daha az etkili olsa bile faiz koridorunun kullanılmayacak olması. Diğer taraftan geç likidite penceresinin politika faizinden 300 değil de 450 baz puan yukarıda tutulmaya devam edilmesi önemli bir nokta.
TCMB’nin bu kararı yeni yönetime bir şans tanıyor ve Covid-19 ile ABD yaptırımları kaynaklı bir şok yaşanmazsa bu politikayla kısa vadede finansal istikrarı sağlama imkânı tanıyor. Önümüzdeki günlerde kredi hacmi ve TL likiditesine yönelik hem BDDK hem de TCMB uygulamalarını da takip etmek gerek. BDDK tarafından bankalara uygulanan aktif rasyosunun kaldırılması veya daha da gevşetilmesi; normalleştirme kapsamında olumlu bir adım olabilir.
Pandeminin ikinci dalgası nedeniyle kredileri daraltacak böyle bir karar almak ekonomi yönetimi için kolay olmayacaktır. Yurt dışı yerleşik bankalarla yapılan swap işlemlerindeki kısıtlamaların azaltılması ise önemli ve sürpriz bir adım olur. Son olarak bu karar neticesinde finansla istikrar sağlansa ve enflasyonun dizginlenmesi daha mümkün olsa da Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını çözme gibi bir işlevi olmuyor. İstihdam ve dış borç sorunları kötü vaziyetini yeni bir ekonomi modeli denenmediği müddetçe sürdürmeye devam edecektir. Erdoğan da ekonomide bozulmayı görmesi halinde bu yeni dönemi sonlandırma girişiminde bulunmak isteyebileceği unutulmamalı.
Mühdan Sağlam – Gazete Duvar / 19.11.20