Üniversite gençliği, sorunlar ve sorumluluklar

Üniversite gençliği içerisinde gelişen mücadele potansiyellerini örgütlemek ve harekete geçirmek iddiasını taşıyan genç komünistler, bütün bir dönemi kapsayacak tarzda ve yukarıda altı çizilen olanak ve güçlükleri hesaba katarak hareket etmeli, olanaklara yaslanarak güçlüklerin üstesinden yaratıcı ve devrimci bir tarza gelmeyi başarabilmelidir.

  • Değerlendirmeler
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 24 Kasım 2022
  • 19:00

Türkiye kapitalizmini belirleyen çok yönlü krizler, toplumsal yaşamın bir dizi alanında yıkıcı sonuçlar üretmeye devam ediyor. Özellikle son birkaç yılda kontrolden çıkan ekonomik-mali kriz, geniş emekçi yığınların yaşamını derinden etkiliyor. Bunun kaçınılmaz sonucu yoksulluğun görülmemiş boyutlarda kitleselleşmesi oldu. Bugün geniş emekçi yığınlar gündelik yaşamını sürdürmekte ve en temel insani ihtiyaçlarını karşılamakta dahi alabildiğine zorlanmaktadır.

Toplumun büyük bir kesimini etkileyen ekonomik-mali kriz ve onun yıkıcı sonuçlarının bir toplumsal kategori olarak gençlik kitlelerini etkilememesi elbette düşünülemez. Tersine, gerek öğrenci gençlik gerekse erken yaşlarda emek sömürüsüne maruz bırakılan yada işsizliğin derin çukuruna itilen gençlik kitleleri krizin etkilerini derinden yaşıyorlar. Bu durum gençlik içerisinde ekonomik-sosyal sorunları derinleştirirken, yanı sıra ideolojik-kültürel yıkım da alabildiğine kapsamlı bir sorun haline gelmiş bulunuyor. 

Neo-liberal saldırıların yıkıcı etkisi

Bugün sayısı milyonlarla ifade edilen üniversite gençliğinin tablosunu anlamak ve yerli yerine oturtmak, burjuva gericiliğinin neo-liberal saldırı dönemini dikkatle incelemeyi gerektirmektedir. Zira, günümüz gençlik kitlelerinin ekonomik-sosyal durumu ve beraberinde şekillenen ideolojik-kültürel “kimliği” bu dönemin dolaysız bir sonucudur.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kapitalizmin son 40 yılını belirleyen en temel olgu neo-liberal saldırı süreci olmuştur. ‘70’li yıllarda küresel ölçekte bunalıma giren kapitalist dünya düzeni, sermaye birikimi ve transferini yeni bir düzeyde sürdürebilmek için neo-liberal saldırı programını devreye soktu. Bir yandan esnek ve kuralsız çalışma rejimleri ile işçi sınıfı üzerindeki sömürü katmerleştirildi, öte yandan kamusal hizmetler ve üretim birimleri piyasanın yağmasına açıldı. Eğitim, sağlık, ulaşım vb. bir dizi kamusal hizmet piyasalaştırılarak, bu yolla sermaye birikiminin devamı sağlandı. 

Türkiye’de bu sürecin önü 12 Eylül askeri faşist darbesi ile açıldı. 12 Eylül’le birlikte emekçiler bir yandan çok yönlü ekonomik-sosyal saldırılara maruz bırakılırken, öte yandan her türden gerici burjuva ideolojisi sistemli olarak topluma enjekte edildi. Dinci-gerici, ırkçı-faşist kurum ve ilişkilere toplumsal ve kamusal yaşam içerisinde alabildiğine geniş alan açıldı. YÖK gibi faşist kurumlar kalıcı hale getirildi. Bu sürece paralel olarak, başta sınıf hareketi olmak üzere toplumsal mücadele dinamiklerine dönük saldırılar sistematik olarak sürdürüldü. Devrimci hareketi hedef alan ve yıllara yayılan tasfiye saldırıları aralıksız devam etti. Özetle, neo-liberalizmle belirlenen dönem içerisinde bir yandan ekonomik-sosyal ve ideolojik-kültürel saldırılara maruz kalan işçi ve emekçiler, öte yandan faşist baskı ve zorbalıkla örgütsüz ve öncüsüz bırakılarak edilgenliğe ve çürümeye mahkum edilmek istendi.

Sermayenin bu kapsamlı saldırıları AKP’li 20 yıllık dönemde daha da hız kazandı. Elbette bu sürecin tüm sonuçlarının toplum yaşamında, özellikle de gençlik içerisinde yarattığı yıkım da öyle. Bugün gençlik mücadelesinin önüne açabilmek için, gençlik kitlelerinin verili durumunu, hem ekonomik-sosyal hem de ideolojik-kültürel açıdan bu kapsam üzerinden değerlendirmek gerekiyor. 

Eğitimde gerici dönüşüm

Eğitim sisteminin niteliğinin bir toplumun sosyal-kültürel dönüşümünde oynadığı rol yadsınamaz. Bu gerçek, 12 Eylül'le birlikte ortaöğrenimden üniversitelere değin, eğitim alanında hayata geçirilen uygulamaların ve neo-liberal “dönüşüm programları”nın sonuçları üzerinden açıkça görülebilir. 

40 yıla yayılan neo-liberal saldırılarla eğitim alanının adım adım piyasalaştırılması ve içeriğinin alabildiğine gericileştirilmesi, eğitimi başlı başına sosyal bir sorun haline getirdi. Eğitim hakkına erişimi güçleşti. Kendi hayatını idame ettirmekte zorlanan emekçiler için çocuklarını okutmak büyük bir külfete dönüştü. Özel okullar, kolejler ve dershaneler eğitimde fırsat eşitsizliğinin derinleşmesinde belirgin bir rol oynadı. 

Paralı eğitim uygulamalarına paralel olarak devreye sokulan gerici-faşist müfredatlar, baskıcı uygulamalar, piyasa mantığına uygun olarak üretilen “gelecek hayalleri” ise gençliğin sosyal-kültürel gelişimi üzerinde belirgin tahribatlar yarattı. YÖK tarafından akademinin özgürlük alanları sistematik olarak kuşatılırken, üniversitelerde her türden gerici-faşist örgütlenmenin önü açıldı. Üniversitelerde akademik-demokratik özerklik adına kırıntı düzeyinde kalan ne varsa ortadan kaldırıldı.

Öte yandan, genel olarak 12 Eylül'den bugüne, özelde ise AKP eliyle son on yıldır ortaöğrenimde verilen anti bilimsel, gerici, ırkçı, ayrımcı, cinsiyetçi ve liberalizme endeksli eğitim gençliği hedef alan ideolojik-kültürel saldırının özel bir boyutunu oluşturmaktadır. Özellikle AKP'li yıllarda “kültürel iktidar” olmak adına ortaöğrenime dönük sistematik-gerici saldırıların hayata geçirilmesi, “dindar nesiller” yetiştirmek hedefiyle tarikat ve cemaatlerin eğitim alanlarına taşınması, sorunu derinleştiren temel etkenler oldular. 

İlk ve ortaöğrenimde 4+4+4 sistemine geçilmesi, yerleşik okulların imam hatiplere çevrilmesi, yeni imam hatiplerin açılması, mesleki eğitim kurumlarının yaygınlaştırılması ve bu okullarda temel eğitimin dahi verilmemesi, binlerce çocuğun henüz ilk ve ortaöğrenim çağında tarikat-cemaat yurtlarına-kurslarına ya da dershanelerine doldurulması göz önüne alındığında, sorunun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Zira bugün üniversitelerde okuyan öğrencilerin büyük bir kesimi rejiminin kurduğu bu gerici tezgahtan geçmiş bulunuyor. Günümüz üniversite gençliğinin tablosu bu ortaöğrenim süreci atlanarak kavranamaz.

Ağırlaşan sorunlar ve saldırılar

Derinleşen ekonomik kriz eğitim masraflarını alabildiğine boyutlandırdı. Barınma, beslenme ve ulaşım gibi gençliğin en temel insani ihtiyaçları artan hayat pahalılığı ve arkası gelmeyen zamlarla adeta lüks haline geldi. Çoğu merdiven altı işletmeleri andıran özel-devlet üniversiteleri pıtrak gibi çoğalmaktadır. Ortaöğretimde temel eğitimden dahi yoksun bırakılan, hemen hepsi emekçi çocuğu olan yüzbinlerce genç, üniversite sınavlarında elde ettiği “başarı” ile işte bu “apartman” üniversitelere doldurulmuş durumdadır. Bu gençlerin çoğunun geleceğin diplomalı işsizi ya da asgari ücretlisi olacağı ise açıktır. Genel akademik yapı ve gençlik hareketi içerisinde ayrı bir yerde duran, mevcut üniversiteler içerisinde (öğrenci-öğretim görevlisi profili de dahil) belli açılardan ayrışan ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversiteler ise rejimin halihazırda hedefi durumundadır. 

Öte yandan, bugün rektörler gerici-faşist rejimin şefi tarafından atanmakta, AKP'li yandaşlar üniversite yönetimlerine getirilmekte, yani üniversiteler kayyım rejimi tarafından yönetilmektedir. Öğrencisi ve öğretim görevlisiyle birlikte akademinin tüm bileşenleri üzerinde baskı dizginlerinden boşalmış durumdadır. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte akademideki ilerici birikim önemli ölçüde tasfiye edilirken, mücadeleci öğrenci gençlik kesimleri başta siyaset yasakları, soruşturmalar, gözaltı ve tutuklamalarla kapsamlı bir kuşatma altına alınmıştır. Yeni eğitim öğretim yılının öngünlerinde çıkarılan faşist genelge ise bu türden saldırıların arkasının geleceğini ortaya koymaktadır. Bütünlüğü içerisinde bu saldırıları sadece baskıcı uygulamalar olarak ele almak ise sorunun mahiyetini yeterince kavrayamamak anlamına gelir. Zira akademik yapıyı altüst eden bu uygulamalar eğitimin niteliğini de alabildiğine düşürmektedir.

Bu kapsamlı saldırılar gelinen yerde tüm sonuçlarını üretmiştir. Eğitim sistemi tam bir çürüme ve çöküş içerisindedir. Ekonomik, sosyal, kültürel ve ideolojik olarak yaşamın her alanında ve üniversitelerde yaklaşık 40 yıldır hayata geçirilen neo-liberal saldırı furyasının tortuları katı gerçekler olarak önümüzde durmaktadır.

Biriken öfke ve tepki

Günümüzde geniş gençlik kesimleri kapitalizmin derinleşen krizinin ekonomik-sosyal sonuçlarını dolaysız bir şekilde yaşıyor. Bu gerçeğin sistemle bağını bilince çıkardığını söylemek ise geneli açısından henüz mümkün değil. Fakat gençlik, eğitim sistemindeki çürüme ve çöküşü, gündelik yaşamını sürdürmek için gereksinim duyduğu temel ihtiyaçlardan, sosyal-kültürel gelişimi için gerekli olan altyapı ve kurumlaşmalardan yoksunluğu bizzat yaşıyor ve sonuçlarını derinden hissediyor. Tüm bunlar gençlik kitleleri içerisinde alttan alta öfke ve tepkinin mayalanmasına yol açıyor. 

Özellikle son yıllarda gençlik içerisinde yaşanan kıpırdanmalar, yer yer kitlesel boyutlara ulaşan eylemli çıkışlar bu olgunun görünür yanları oldu. Sadece ODTÜ ve Boğaziçi gibi mücadele deneyimi, birikimi ve potansiyeli olan üniversitelerde yaşanan eylemler değil, geçtiğimiz yıl “taşra” olarak tanımlanan kentlerde, özellikle yurt ve yemekhane sorunları üzerinden ortaya konan tepkiler de bu gerçeği doğruluyor.

Yeni öğrenim döneminde de, üniversite gençliğinin önemli bir kesimi içerisinde barınma ve beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamamak ve hayat pahalılığı gibi yaşamını doğrudan etkileyen bir dizi sorun karşısında duyarlılığın arttığı, ciddi bir öfkenin biriktiği görülüyor.

Bu öfke gençliği hedef alan çok yönlü baskı, yasaklama ve faşist kuşatma karşısında da gelişmektedir. Gençliğin yaşam tarzını hedef alan saldırılar, konser yasakları, okullarda uygulanan faşist genelgeler vb. gençliğin özgürlük alanlarını ortadan kaldırmakta, buna karşı alttan alta biriken tepki farklı eylem ve etkinliklerle kendisini ortaya koymaktadır. Bunun en güçlü örneklerinden biri ODTÜ’de yasaklanan mezuniyet töreni olmuştur. Binlerce ODTÜ öğrencisi ve velileri yasağı tanımayarak Devrim Stadyumu’nda fiilen mezuniyet töreni örgütlemiştir.

Ancak, hem ekonomik-sosyal sorunlara hem de faşist baskı ve saldırılara karşı gençlik içerisinde biriken öfke ve tepki, olgunun sadece görünen yüzüdür. Bunu tamamlayan diğer etmenler, gençlik hareketini ileri taşıma noktasında yaşanan zorlanma alanlarını ve engelleri kavramak için döne döne irdelenmelidir.  

Bu etkenlerden ilki, geniş gençlik kitlelerinin (gençlik örgütlerine daralan kesimler ya da öne çıkan kimi mücadele dinamikleri dışta tutulursa) kriz koşullarında artan sorunlar yumağı ile kapitalist sistemin bağını kuramamasıdır. Dolayısıyla öne çıkan etken ağır yaşam koşullarına, baskılara ve eğitim vb. temel hakların gaspına karşı büyüyen tepki ve öfkedir. 

Bilinç ve sosyal-kültürel gelişim bağlamında dikkatle irdelenmesi gereken diğer olgu ise şudur: Günümüz üniversite gençliği ortaöğrenim sisteminin hepten çöktüğü-çürüdüğü, niteliksizleştiği ve içeriğinin gericileştirildiği AKP’li yıllarda yetişmiştir. Bunun kendisi ilkin ırkçı-gerici ideolojiye muazzam ölçülerde maruz kalmak anlamına gelmektedir. İkincisi ise, mevcut üniversite gençliği ihtiyaç duyduğu sosyal-kültürel gelişimden yoksun bırakılmış bir kuşaktır. Bu olgu, çelişik gibi görünse de, bugün üniversite gençliği içerisinde giderek belirginleşen AKP karşıtlığının da arka planını oluşturmaktadır. Zira, gençliğin önemli bir kesimi halihazırda yaşadığı geleceksizlik, işsizlik, eğitim hakkından mahrum bırakılma vb. sorunların nedeni olarak AKP’yi görmektedir.

Bir üçüncü nokta ise internet çağında, emperyalist kültür ve ideolojinin dejenere edici etkisinin görülmemiş bir hızla gençlik içerisinde sonuçlar üretmesi gerçeğidir. Kimilerinin “Z Kuşağı” olarak tanımladığı “yeni nesil”, gerek sosyal medya araçları ile gerekse emperyalist merkezlerin denetimindeki internet platformları ile en içli-dışlı toplumsal kesimdir. Dolayısıyla, her türden gerici-çürütücü burjuva kültür ve ideolojiye en çok maruz kalan kesimler de bu gençler olmuştur. Her ne kadar verili koşullar karşısında “öfkesi ve tepkisi” büyüse de, geleceksiz bırakılan ve ağır yaşam koşulları karşısında çıkış yolu bulamayan gençlik yığınları içerisinde değerler sisteminin büyük bir yıkıma uğraması, “değersizleşmenin” belirgin bir hal alması, intiharların artması, madde kullanımı ve fuhuşun yaygınlaşması vb. bu gerçeğin en belirgin sonuçları olarak öne çıkmaktadır.

Tüm bunlar bir arada, kapitalist sistemin kuşatması altında koyu bir geleceksizlik dayatılan ve buna karşı tepkisi alttan alta büyüyen gençlik kitlelerinin tablosunu ortaya koymaktadır. Gençliğin büyüyen öfkesinin akacağı devrimci kanallar yaratılamadığı koşullarda sosyal bunalımın yaratacağı sonuçlar çok tehlikeli boyutlara varabilecektir. Zira, gerici-faşist ideolojinin ve çürütücü burjuva kültürün etkisine maruz kalan gençlik kitleleri biriken öfkesini bir yandan kendi içine yöneltecek ve sosyal tahribat görülmemiş boyutlara ulaşacak; öte yandan her türden dinci-faşist kurum ve sapkın tarikatlar toplumsal tabanını genişletmek için bu zemini düzenli olarak istismar etmeye-çürütmeye devam edecektir.

İmkanlar ve güçlükler

Genç komünistlerin önünde bu nesnel tablo üzerinden gençlik mücadelesini ileri taşımak, bu çaba içerisinde saflarını güçlendirmek ve çalışmasını yaygınlaştırmak sorumluluğu durmaktadır. Üniversite gençliğinin mevcut tablosu hem büyük imkanlar sunmakta ama aynı zamanda ciddi güçlükler barındırmaktadır.

Bu noktada altı çizilmesi gereken ilk sorun alanı şudur. Üniversite gençliğinin nesnel gerçekliği ile genç komünistlerin ideolojik, politik ve kültürel konumu arasındaki belirgin mesafedir. Bu mesafenin kapatılmasının yolu, gençlik içerisinde öne çıkan mücadele potansiyelleri ile somut bağlar kurmak, bilinçli ve iradi bir müdahale süreci işletmek ve bunu devrimci konum üzerinden başarabilmekten geçmektedir. Bugün için her ne kadar “öfkeli ve tepkili” de olsa gençlik kitlelerinin özellikle en edilgen ve geri kesimleri üzerinden bunun başarılamayacağı açıktır. Dolayısıyla mücadeleye en yatkın, duyarlı ve dinamik kesimlerine ulaşmak genç komünistler için bugün için yakalanması gereken en kritik halkayı oluşturmaktadır.

Bu vurgudan geniş gençlik kitlelerine seslenmekten, onların bilincine sistemli olarak müdahale etme sorumluluğundan geri durmak sonucu çıkarılmamalıdır elbette. Bu uzun soluklu sürdürülmesi gereken vazgeçilmez devrimci bir görevdir. Sorun, öne çıkan güçleri kazanma, onlara dayanarak gençlik hareketini ileri sıçratma ve tam da bu nesnel-devrimci imkanlar üzerinden gençliğin genelini kucaklama sorunudur.

Dil, araç ve yöntemlerin önemi

Son olarak, hem gençlik içerisindeki dinamiklerle buluşmak hem de gençliğin geneline seslenmek kapsamında, gündelik siyasal faaliyette kullanılacak dil, araç ve yöntemlerin önemine vurgu yaparak noktalayacağız.

 40 yıldır aralıksız uygulanan neo-liberal saldırıların, AKP iktidarı altında ise 20 yıllık sürecin şekillendirdiği üniversiteler ve üniversite gençliği gerçekliği ile karşı karşıyayız. Gündelik faaliyet içerisinde, devrimci konum ve iddia üzerinden bu nesnelliğe müdahale etme sorumluluğu önümüzde duruyor. Bu noktada gençlik kitlelerine seslenirken kullanılacak dil, söylem ve mücadele çağrıları büyük bir önem taşıyor. İlki devrimci içeriği, ikincisi hedef kitlenin nesnel durumu üzerinden... Bu açıdan, gençlik içerisinde sürdürülen siyasal faaliyet kapsamında, üniversite gençliğinin verili “profili”nin basıncı ile devrimci muhtevayı zayıflatmak, “onların anlayacağı bir dille” seslenmek; tersinden de hedef kitlenin bilinç düzeyini gözetmeyerek kalıplarla yaklaşmak da devrimci sonuçlar üretmeyecektir. İlki, nesnel güçlükler karşısında devrimci konum ve iddianın zayıflatılması anlamına gelirken, ikincisi ise gerçek bir devrimci kitle çalışmasının sorumluluklarının atlanması olacaktır. Siyasal faaliyette kullanılacak dil sorunu, ele alınan her türden konunun devrimci bir içerikle ve hedef kitlenin bilincine ulaşabilecek açıklıkta ifade edilebilmesi; anlaşılır, eğitici, değiştirici, örgütleyici ve harekete geçirici bir muhtevaya sahip olması sorunudur.

Gençliği mücadeleye çekme genel hedefinin yanı sıra, bu çaba içerisinde en dinamik ve devrimciliğe en yatkın kesimlerini kazanma sorumluluğu açısından gençlik çalışmasında kullanılacak dil kadar araç ve yöntemler de büyük bir önem taşımaktadır. Görse ve yazınsal boyutları ile gençlik yayınlarının günümüz koşullarına uygun niteliğe kavuşturulması, devrimci içeriğinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Zira mücadelenin-hareketin örgütlenmesinde, saptanan politika kadar bu politikaların hedef kitleye ulaştırılmasında kullanılan araçlar da büyük önem taşımaktadır. Devrimci bir konum ve ideoloji üzerinden belirlenen politikalar, çağrılar ve fikirler hedef kitleye başarılı bir şekilde ulaştırıldığında ancak gerçek sonuçlar yaratabilir.

Bu eğitim-öğretim yılında, üniversite gençliği içerisinde gelişen mücadele potansiyellerini örgütlemek ve harekete geçirmek iddiasını taşıyan genç komünistler, bütün bir dönemi kapsayacak tarzda ve yukarıda altı çizilen olanak ve güçlükleri hesaba katarak hareket etmeli, olanaklara yaslanarak güçlüklerin üstesinden yaratıcı ve devrimci bir tarza gelmeyi başarabilmelidir.

(www.tkip.org)