Bazı basın yorumlarına göre ABD ve Almanya, Ukrayna ile Rusya arasında müzakereler yapılması için bastırıyor. ABD’li uzmanlar Rusya’ya karşı savaştan “kuşatma stratejisine” geçilmesi çağrısında bulunuyor. Almanya’dan seçtiğimiz makalede “Moskova ile görüşmeleri başlatma planı sadece Kiev’in karşı saldırısının değil, Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımların da başarısızlığını dikkate alıyor” deniliyor.
Fransa önümüzdeki yıl gerçekleşecek 2014 Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapacak. Bu sermaye sahipleri için yeni kazanç kapısı açarken, yoksullar ve hayatlarını zar zor devam ettirenler için bir felakete dönüşmeye başladı bile.
Öte yandan Filistin meselesi de Avrupa ülkelerinin gündemi olmaya devam ediyor. En kitlesel Filistin yanlısı gösterilerin yapıldığı İngiltere’de Filistin halkıyla dayanışma hükümet tarafından kriminalize edilmeye çalışıyor. Counterfire’a yazan Lindsey German, “Filistin protestoları solun kitlesel bir hareketin parçası olarak yeniden canlanmasına tanıklık etti. Ortadoğu’ya hakim olan emperyalist gündeme karşı muhalefeti temsil ediyor. Aynı zamanda ırkçılığa ve İslamofobiye karşı muhalefeti de temsil ediyor. Bu da Boris Johnson gibilerin korktuğu bir şey” dedi.
Kuşatma stratejisi
German Foreign Policy
Almanya ve ABD, Moskova ile ateşkes müzakerelerini artık reddetmemesi için Kiev üzerindeki baskıyı arttırıyor. Geçen hafta bildirildiği üzere, her iki ülkenin hükümetleri de bu tür müzakerelere doğru ilerlemeye çalışıyorlar, ancak Kiev’in bu müzakereleri kamuoyu önünde, onlar çağrı yapmadan kendisinin başlatmasını istiyorlar. Böyle bir çağrı, Batı’nın Ukrayna’nın kendi hareket tarzına kendisinin karar vereceği yönündeki sürekli iddiasını alay konusu haline getirecektir. Moskova ile görüşmeleri başlatma planı sadece Kiev’in karşı saldırısının değil, Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımların da başarısızlığını dikkate alıyor: Ukrayna silahlı kuvvetlerini savaş alanında zafere ulaştırmak ya da Rusya’yı ekonomik olarak çökertmek mümkün olmadığından, uzmanlar bir süredir kuşatma politikasına geçilmesini öneriyor. Bu politika, Ukrayna topraklarını resmen Rusya’ya bırakmadan mevcut askeri durumu dondurmayı esas alıyor. Buna NATO’nun büyük ölçüde yeniden silahlanması eşlik etmek zorunda. Almanya için uzmanlar bir “zihniyet değişikliği” çağrısında bulunuyor; Berlin “Savaşa hazır olma” konusunda ısrar ediyor.
16 Kasım’da Wall Street Journal için kaleme aldıkları bir makalede, ABD istihbarat servislerinin eski Rusya uzmanlarından Eugene Rumer ve George H.W. Bush ve William Clinton yönetimlerinin Rusya uzmanlarından Andrew S. Weiss, Rusya’ya yönelik bir “kuşatma stratejisine” geçilmesi çağrısında bulundular. Rumer ve Weiss, Batı’da hükümetlerin sık sık “büyülü düşüncelere” kapıldığını yazdı: “yaptırımlara”, “Rusya’yı diplomatik olarak izole etmeye”, “Başarılı bir Ukrayna karşı saldırısına”, “yeni silah türlerine” bel bağlamışlardı; sonuncusunun bir örneği, Almanya’nın Leopard savaş tanklarının teslimatına duyduğu coşkuydu (“Leoparları serbest bırakın!”). İki uzmana göre bunların hiçbiri başarıya ulaşmadı; karşı saldırı başarısız oldu, Rus ekonomisi beklenenden daha iyi bir konumda ve Başkan Vladimir Putin halk tarafından desteklenmeye devam ediyor. Dolayısıyla rotayı değiştirmek ve uzun vadeli bir güç mücadelesine hazırlanmak gerekiyor. Bu amaçla Ukrayna desteklenmeye ve yeniden silahlandırılmaya devam edilmeli; Rusya’ya yönelik yaptırımlar yürürlükte kalmalı; Moskova sürekli olarak izole edilmeli. NATO devletleri Ukrayna’da hızlı askeri başarılar elde etmeyi ummak yerine, Rusya’ya karşı kitlesel olarak silahlanmalı.
Alman Dış İlişkiler Konseyinden (DGAP) iki uzman kısa bir süre önce böyle büyük bir silahlanma çağrısında bulundu. Onlara göre, NATO ve Federal Almanya Cumhuriyeti’nin “Mümkün olan en erken caydırıcılığa odaklanan” ve sadece birkaç yıl içinde yüksek donanımlı silahlı kuvvetlere geri dönebilecek bir stratejiye ihtiyacı var. Bunun için bir “kuantum sıçraması” gerektiğini söylüyorlar: Alman hükümeti “Mümkün olan en kısa sürede Alman ordusu Bundeswehr’i personel açısından güçlendirmeli”, “Silah üretimini genişletmeli” ve hepsinden önemlisi “Dayanıklılığı arttırmalı”. DGAP raporunda “Bunun ön koşulu toplumda bir zihniyet değişikliğidir” deniyor. Ancak bu, “Genel savunmanın siyaset, iş dünyası ve sivil toplumda günlük yaşamın bir parçası haline gelmesiyle” başlatılabilir. Bu da “yarışmalar, ileri eğitim, eğitim kampları” ya da “diğer interaktif formatlar” yoluyla halkın sürece dahil edilmesini gerektirecektir. “Genel savunma” alanında “Almanya’da yaşayan 18 ila 65 yaş arasındaki herkes için zorunlu bir staj” düşünülebilir. Zihniyet değişikliği çağrısı, Federal Savunma Bakanı Boris Pistorius’un Alman toplumunu “savaşa hazır” görmek istemesi ve yeni savunma politikası yönergelerinin bunu açıkça desteklemesiyle örtüşmekte.
Ukrayna’daki durumla ilgili olarak ABD’nin diğer iki etkili uzmanı da 17 Kasım’da Foreign Affairs dergisinin internet sitesinde ABD’nin stratejisine ilişkin görüşlerini açıkladılar. Dış İlişkiler Konseyi Eski Başkanı Richard Haass ve Başkan William Clinton döneminde ABD Ulusal Güvenlik Konseyi eski üyesi olan Charles Kupchan, Kiev ve Batı’nın “artık sürdürülebilir bir yolda olmadıkları” değerlendirmesinde bulundular. Ukrayna’nın savaş hedefleri -Kırım ve Donbass’ın yeniden ele geçirilmesi- “Stratejik olarak, kesinlikle yakın gelecekte ve büyük olasılıkla ötesinde ulaşılamaz durumda.” Buna ek olarak, “Ukrayna’ya askeri ve ekonomik destek sağlamaya devam etme konusundaki siyasi isteklilik hem ABD hem de Avrupa’da aşınmaya başladı”. “Hedefler ve mevcut araçlar arasındaki göze çarpan tutarsızlık” çarpıcı. ABD şimdi Ukrayna ile birlikte çalışarak “Askeri ve siyasi gerçekleri yansıtan yeni bir stratejiye geçmelidir”. İki yazar, bunun gerçekleşmemesi halinde Kiev’in uzun vadede Batı’nın desteğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağı ve bunun çok geniş kapsamlı sonuçları olacağı uyarısında bulunuyor.
Haass ve Kupchan Ukrayna’nın “Rusya ile ateşkes görüşmeleri” yapmaya ve aynı zamanda askeri odağını “saldırıdan savunmaya” kaydırmaya istekli olmasının kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. Yazarlar bunun resmi olarak topraktan vazgeçme meselesi olmadığını açıklıyor. Kupchan daha haziran ayında toprak iddialarını sürdürürken savaşmayı bırakmanın mümkün olduğunu açıkça belirtmişti; Federal Almanya Cumhuriyeti’ni “tarihsel bir benzetme” olarak gösterdi: Federal Almanya Cumhuriyeti aslında Soğuk Savaş sırasında Doğu Almanya toprakları üzerindeki hak iddiasından asla vazgeçmemişti. Bir başka paralellik de Güney Kore’nin Kuzey üzerindeki hak iddiasından hiçbir zaman vazgeçmeden on yıllardır ateşkesin hüküm sürdüğü Kore’ydi. Ancak Haass ve Kupchan’ın da belirttiği gibi Ukrayna artık “Kısa vadeli önceliklerinin daha fazla toprak kurtarmaya çalışmaktan, halen kontrol ettiği toprakların yüzde 80’inden fazlasını savunmaya ve restore etmeye kayması gerektiğini kabul etmelidir”. Bir ateşkes yararlı, hatta gerekli olabilir. Son olarak, böyle bir yaklaşım Kiev’in “Ulaşılabilir hedefleri olan uygulanabilir bir stratejisi” olduğunu “gösterecektir”; bu da uzun vadede Batı’nın desteğini sağlamaya yardımcı olacaktır
Bu düşünce sadece Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin Eski Danışmanı Oleksiy Arestoviç’in yakın zamanda Stern dergisine verdiği bir röportajda dile getirdiği düşüncelerle bağlantılı değil. Arestoviç “savaş alanındaki çıkmazdan” bahsetmiş, “Müzakere masasına oturma” zamanının geldiğine hükmetmiş ve Soğuk Savaş sırasında Federal Almanya Cumhuriyeti örneğinin takip edilmesinden yana olmuştur: “İşgal altındaki toprakların iadesi” “Siyasi yollarla takip edilebilir.” Geçen hafta sonunda Springer gazetesi Bild tarafından haberleştirilen ABD ve Alman hükümetlerinin planları da bu modele uymaktadır. Amaç şimdi Rusya ile müzakereleri başlatmak. Ancak Berlin’den bir kaynağın aktardığına göre, Ukrayna Devlet Başkanı “İşlerin bu şekilde devam edemeyeceğini” “kendisi anlamalı”: Zelenskiy “kendi özgür iradesiyle ulusuna seslenmeli ve müzakerelerin gerekli olduğunu ilan etmeli.” Batı her zaman Ukrayna’nın iradesini takip ettiğini ve Kiev’e herhangi bir koşul dayatmadığını söylediği için bu kaçınılmaz olarak görülüyor; bundan bir sapmanın halka anlatılması zor olacaktır.
Ancak Zelenskiy’nin Batı’nın istediği şekilde rota değiştirmesine neden olabilecek önlemler alınacaktır. Örneğin, sadece savunma için gerekli silahların tam sayısının teslim edilmesi gerektiği söyleniyor ve alternatif olarak “Çatışan taraflar arasında anlaşma olmadan dondurulmuş bir çatışma” öngörülüyor. Bu Ukrayna’yı yıpratacak ve muhtemelen Kiev’i er ya da geç pes etmeye, müzakere masasına oturmaya zorlayacaktır. “Bild” raporunun içeriği resmi olarak henüz yalanlanıyor. Ancak uzmanlar giderek daha fazla ateşkes çağrısı yapıyor Almanya’da daha az, ABD’de ise daha sık...
Çeviren: Semra Çelik
2024 Paris olimpiyatları: Yoksullar için ne ekmek ne de oyun
Hebdo l’Anticapitaliste
Paris ve özellikle Seine-Saint-Denis şehri birkaç yıldır önümüzdeki yaz yapılacak Olimpiyat Oyunları için hazırlanıyor. Bu, kapitalizmi daha da iğrençleştiren, ulaşım, güvenlik, barınma ve iş hukuku gibi başat alanlarda felaketi de beraberinde getiriyor.
2023’ün yaz aylarında Paris’te bulunan herkes, inşaat çalışmaları devam eden toplu taşıma sistemini kullanmanın ne kadar zor olduğunu deneyimlemiş oldu. Île-de-France bölgesi yöneticilerinin dilinde tek bir slogan vardı: Olimpiyatlar! Her şey 2024 Olimpiyatları için hazır olmalı! Yine de, Ile-de-France halkı için hayatı çekilmez hale getiren tüm bu çalışmalara rağmen, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo ulaşım sisteminin temmuz 2024’e kadar hazır olmayacağını açıkladı... Bu da önümüzdeki yaz için, sıcak hava dalgası ve metro-tren eksikliği ile birlikte eğlenceli bir yaz olacağa benziyor! Ve hepsinden önemlisi, Navigo ulaşım kartının fiyatı ocak 2024’te artacak (her yıl olduğu gibi) ve metro biletinin fiyatı iki katına çıkacak... olimpiyat oyunları süresince!
Hükümet ve Paris Belediyesi Olimpiyat Oyunlarını Seine-Saint-Denis ile paylaşarak onu “onurlandırdı”. Ancak onlara göre yoksulların ve aktivistlerin etkinliği çok fazla kontrol altına almalarına izin verilmemeliydi. Yoksulları kontrol altında tutmak için devlet ve özel güvenlik şirketleri birkaç da yenilik geliştirdi: Anormal kabul edilen bir şekilde davranan kişileri (Mesela kalabalığın akışına karşı yürümek gibi) tespit eden yüz tanıma kameraları. Ayrıca, Rugby Dünya Kupası sırasındaki Saint-Denis belediye binasının önündeki “taraftar bölgesi” örneğinde olduğu gibi, geçmek için kimlik belgelerinizi göstermeniz gereken bölgeler oluşturulacak.
Ayrıca, Olimpiyat organizatörlerinin, oyunlara katılan sporcuları ve ziyaretçileri için kalacak yer bulmaları gerekiyordu. Bu nedenle, öğrencilere yarışmayı izleyecekleri yerler karşılığında yurtlarındaki odalara el koymak gibi iyi bir fikir buldular (Etkinlikleri izlemek için nerede uyuyacaklarını hâlâ bilmiyoruz)
Ancak bu yoksul avından etkilenenler sadece öğrenciler değil. Paris’te ve yakın banliyölerdeki birçok otel zor durumda olan kişilerin geçici olarak barınmasını sağlayan “115” ile olan sözleşmelerini feshederek yeniden turistik otellere dönüştü ve onlarca aileyi soğukta bıraktı. Olimpiyatlar sırasında Airbnb olarak kullanılacak boş evlerin sayısından bahsetmiyoruz bile! Yoksullar bir kez daha Paris’ten ve komşu kentlerden kovuluyor.
Buna, Olimpiyat şantiyelerinde çalışan (ve bazen ölen) kağıtsız işçilerin yanı sıra ticaret ve güvenlik sektöründeki işçiler ile Paris Belediyesi çalışanları için iş hukukunun eşi benzeri görülmemiş şekilde ihlal edilmesi de eklenmelidir (İzinlerin reddedilmesi, güvencesiz ve kısa süreli sözleşmeler ile işçilerin işe alınması, vb.)
Kısacası, bu Olimpiyatlar gerçekten bizim için tasarlanmadı!
Çeviren: Eren Can
Protesto siyaseti, ırkçılık ve karşı mücadele
Lindsey GERMAN
Counterfire
Londra’da Filistin’e destek amacıyla düzenlenen son gösterinin büyüklüğü, bazı rehinelerin ve mahkumların serbest bırakılması için çatışmalara verilen “ara”nın çok az kişiyi etkilediğini gösteriyor. Gerçekten de bazı ev yapımı pankartlarda sorulduğu gibi, insanlara sınırlı miktarda yiyecek, su ve diğer insani yardımları sağlamak için dört gün boyunca bombardımanı durdurup daha sonra aynı insanların öldürülmesine devam etmenin neresi haklı?
Her hafta yüz binlerin sokaklara döküldüğü ve protestoları işyerlerine, okullara ve üniversitelere taşıma arzusunun giderek arttığı bu hareket dikkate değer bir boyutta. (İçişleri Bakanı) Suella Braverman’ın ayrılması memnuniyetle karşılanmasına rağmen hareketi durdurma girişimleri de arttı. Politikacıların, medyanın ve polisin söylemi çoğu zaman yürüyüşleri “nefret yürüyüşleri” olarak lekelemeye çalışmak ya da onları tehditkar veya şiddet yanlısı olmakla suçlamak yönünde.
Ayrıca bazı çevrelerde gösterilerin devam etmesinden duyulan bıkkınlık da söz konusu. Neredeyse “Meramınızı anlattınız, artık duramaz mısınız?” şeklinde bir tavır sergileniyor. Bu da insanların neden protesto yaptıklarını ve Filistin konusundaki duyguların derinliğini tamamen hafife alıyor. Filistinlilere karşı büyük bir savaş sürerken, olup bitenlere karşı haftalık hatta günlük protestolar olacaktır.
Buna verilecek tek acil cevap ise Gazze’de ateşkes olacaktır. Şu ana kadar hem (Başbakan) Rishi Sunak hem de (İşçi Partisi Lideri) Keir Starmer, İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu iddia ederek ateşkes çağrısında bulunmayı reddettiler. Bu, diğer pek çok ana akım siyasetçiyle bile uyuşmamaktadır. Geçtiğimiz hafta bölgeyi ziyaret eden İspanya ve Belçika başbakanları İsrail’in sivillere yönelik saldırılarını eleştirirken, İsrailli bir bakan tarafından terörizmi desteklemekle suçlandılar.
Ancak onlar, Gazze’deki durumdan dehşete düşen ve duraklama sona erdiğinde ve İsrail -söz verdiği gibi- Gazze şeridinin güneyindeki saldırılarını yoğunlaştırdığında daha da kötüsünün gerçekleşebileceğinden korkan dünya çapında artan görüşü temsil ediyorlar.
İsrail destekçilerinin protestoları marjinalleştirmeye çalışmasının bir yolu da onları kriminalize etmek. Fransa ve Almanya’da yürüyüşlerin yasaklandığını gördük, ancak bunlar tamamen etkili olmadı. Almanya “nehirden denize” sloganının atılmasını antisemit olduğu gerekçesiyle yasakladı. Burada da benzer girişimler oldu.
Cumartesi günü düzenlenen 300 bin kişilik gösteride bu sorunlardan bazıları yaşandı. Metropolitan Polisi gösteriyi bir sorun olarak ele almak için görülmemiş bir çaba sarf etti. Ülkenin dört bir yanından polis takviyesi yapıldı ve yeni ve istenmeyen bir gelişme olarak polis, yürüyüşçülere dağıtılmak üzere, herhangi bir suç işlenmesi halinde tutuklama yapılacağı uyarısında bulunan bir broşür yayımladı.
Buna, polisin “güçlü” olacağını söyleyen büyük bir basın operasyonu eşlik etti. Verilen tüm izlenim, yürüyüşün sorun yaratacağı ve yürüyüşe katılan çok sayıda insanın potansiyel kanun kaçağı olduğu yönündeydi.
Bu, İsrail’in eylemlerini destekleyen sağcı Siyonistlerin söylemini tekrarlamaktadır. Yürüyüşleri antisemitik, Hamas destekçisi, Londra’nın merkezini Yahudiler için “girilmez bölge” haline getiren kişiler olarak tanımlıyorlar. Bunların hiçbirini yapmasalar bile yürüyüşleri düzenleyen ve katılanların ırkçılığa ve terörizme destek vermekle suç ortağı olduklarını iddia ediyorlar.
Bu, Filistinlilerle dayanışma ve Gazze’de ateşkes için yapılan gösterilerin asıl mesajına karşı çıkanlar tarafından uydurulmuş büyük bir yalandır. Cumartesi günkü gösterinin sonuçları da bunu açıkça ortaya koymuştur: Kitlesel ve barışçıl bir protesto gerçekleştirilmiş ve küçük suçlar nedeniyle sadece birkaç kişi gözaltına alınmıştır.
Pazar günü Londra’da gerçekleşen antisemitizme karşı yürüyüş de benzer bir anlatı etrafında inşa edildi. Organizatörler bunu Filistin yanlısı yürüyüşlere karşıt bir çerçeveye oturttu. Daily Mail’in sevinçle aktardığına göre yürüyüşte öfkeli pankartlar ve konuşmalar yoktu, sadece bir dayanışma yürüyüşüydü. Antisemitizme karşı kampanya yürütmek için pek çok iyi neden olsa da, bu yürüyüşün asıl amacı bu değildi. Katılımcılar arasında sadece Tommy Robinson (organizatörleri çok fazla utandıramadan tutuklandı) şeklindeki aşırı sağcılar değil, aynı zamanda ünlü ırkçılık karşıtı Boris Johnson ve diğer çeşitli Muhafazakarlar ve Jeremy Corbyn’e karşı yüksek sesle kampanya yürüten birçok kişi vardı.
Gösteri, bu ayın başlarında Paris’te düzenlenen ve tüm siyaset kurumunun yürüyüşe katıldığı benzer bir gösteriyi tekrarlamayı amaçlıyordu. Sağcı politikacılar ve hatta faşistler ile İsrail’e destek verenler arasındaki bağlantılar giderek artıyor.
Bu desteğin arkasında İslamofobi ve özellikle de Filistin hareketini destekleyen Müslümanları aşırıcılık ve terörizmle bir tutma çabaları yatıyor. Daha şimdiden Siyonist hareketten bazıları Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan’ın neden antisemitizm gösterisine katılmadığını soruyor, oysa kendisi Filistin gösterilerine de katılmamıştı.
İHRA’nın antisemitizm tanımının yaygın olarak benimsenmesi, İsrail’e yönelik eleştirilerin antisemitizmle eşdeğer tutulması anlamına gelmektedir; dolayısıyla Netanyahu hükümetinin etnik temizlik ve suç teşkil eden davranışlarına karşı kampanya yürütmeye cesaret eden herkes bu şekilde damgalanmaktadır. Mevcut durumda hükümetler ve siyasetçiler tarafından protestoları susturmak ya da kriminalize etmek için kullanılıyor. Bu amacında başarılı olamayacaktır.
Eğer hem antisemitizm hem de İslamofobi şeklinde ırkçılıkta bir artış görüyorsak, bununla her cephede mücadele edilmelidir. Hollandalı aşırı sağcı siyasetçi Geert Wilders, göçmen karşıtı ve İslamofobik politikalara dayanan seçim başarısıyla ülkenin bir sonraki başbakanı olabilir. Aşırı sağcı çeteler, bir göçmen tarafından yapıldığı iddia edilen bir okul bıçaklama olayının ardından Dublin’de ayaklandı.
Filistin protestoları solun kitlesel bir hareketin parçası olarak yeniden canlanmasına tanıklık etti. Ortadoğu’ya hakim olan emperyalist gündeme karşı muhalefeti temsil ediyor. Aynı zamanda ırkçılığa ve İslamofobiye karşı muhalefeti de temsil ediyor. Bu da Boris Johnson gibilerin korktuğu bir şey.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
Evrensel / 3.12.23