Ukrayna savaşı halka kemerleri sıktırıyor

Ukrayna savaşının halklara etkisi ne? Almanya'da yüksek enflasyon, Fransa'da seçimlerin ardından yapılacak 1 Mayıs bu hafta Avrupa gündeminin konusu.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 01 Mayıs 2022
  • 10:50

İngiltere’deki Savaş Karşıtı Koalisyon’un internet sayfasına yazan Feyzi İsmail, hayat pahalılığı krizi ile Ukrayna savaşı arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor. Makalede, bu savaşın, barış hareketinin güçlü anısını ortadan kaldırmakta nasıl kullanıldığı ve savaş karşıtlığının, saldırgan güç olarak Rusya’nın yanı sıra NATO’yu ve onun yayılmacı emellerini, üye devletlere savunma harcamalarını artırmaları için uyguladığı baskıyı ve Ukrayna’ya aktarılan devasa silah miktarını da eleştirmek gerektiği vurgulanıyor.

Savaş, silahlanma ve militarizm tartışmalarının gerisinde kalsa da Almanya’da yüksek enflasyon halkın yaşamını kötüleştiriyor. İşverenler enflasyonun ulusal bir sorun olduğunu söyleyerek sendikaları sağduyulu davranıp işçileri kemer sıkmaya çağırmaya davet ediyor. Gerçekten enflasyon zengini, yoksulu, işçiyi, işvereni aynı mı etkiliyor? Ortak tavır alınması gereken ulusal bir sorun mu?

Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’un yeniden seçilmesinden bir hafta sonra 1 Mayıs farklı bir boyut alacak. Sendikalar, daha liberal yarınlar vadeden Macron ve hükümetine karşı sosyal tepkinin ilk aşamasını sokakta başlatmak istiyorlar.

Milyonlarca insanın Le Pen (aşırı sağ) karşıtı oy kullanmasının kendi sosyal yıkım programını desteklemeye değer olduğuna inandırmaya çalışan başkana taleplerini hatırlatmaya hazırlar. Başta emeklilik yaşının uzatılması, CGT’den CFDT’ye kadar, tüm sendikalar tarafından kınanıyor. Ayrıca yaklaşan meclis seçimleri “üçüncü bir sosyal tur”u temsil ediyor.

Hayat pahalılığına karşı mücadele neden savaşa karşı çıkmayı gerektirir?

Feyzi İSMAİL
Stop the War

Savaş ve kemer sıkma, neoliberal dönemin kalıcı özellikleri haline geldi ve şu anda bunlar her zamankinden daha fazla iç içe geçmiş durumda. Ukrayna’daki savaş ile İngiltere’deki hayat pahalılığı krizi arasındaki ilişkiyi anlamak, tüm hareket için çok önemli.

Bu kısmen, düzenin ideolojik olarak savaşı kullanılma şeklinden kaynaklanıyor. İngiltere Maliye Bakanı Rishi Sunak, Rus tehdidinin ne anlama geldiği konusunda bizi uyardı: İngiltere’nin yüz milyonlarca sterlin değerinde silah gönderebilmesi ve işgal nedeniyle Rusya’ya gerekli yaptırımları uygulayabilmesi için hepimizin ekonomik fedakarlıklar yapması gerekiyor.

Savaşın tırmanması da Başbakan Boris Johnson’ın çok işine yarıyor. Savaşın siyasette ve medyaya bu kadar yer tutması, onu iç siyasetin feci durumundan kurtarmaya yaradı. Kendi koyduğu karantina kurallarını çiğnemesi ve sonra yalan söylemesi ona krizde biraz zaman kazandırdı. Savaş, Johnson’ın Rusya’yı en büyük tehdit olarak ve kesinlikle herhangi bir iç krizden daha büyük göstermesini sağladı. Ama savaşın ve hayat pahalılığı krizinin bedelini ne Johnson ne de parlamentodaki en zengin milletvekili Rishi Sunak ödeyecek.

Gerçek şu ki, hayat pahalılığı krizinin, temel nedenleri savaş öncesine dayanıyor. Geçen yıl enflasyonda zaten çarpıcı bir artış olmuştu. Bu öncelikle pandeminin şokuyla şiddetlenen işgücü kıtlığı ve tedarik zinciri sorunlarının ürünüydü. Bu da siyasi tercihlerin bir sonucuydu. Muhafazakarlar, milyonlarca aileyi daha kötü durumda bırakacak şekilde sosyal yardımda kesintiyi ve sosyal güvenlik sigorta primini artırmayı seçti. Petrol devleri BP ve Shell’in muazzam kârlar elde etmesine izin verirken, artan enerji fiyatlarının yükünü hafifletecek şekilde bu şirketleri vergilendirmeyi reddettiler.

Bununla birlikte, Ukrayna’daki savaş, hem Rusya’da hem de NATO ülkelerinde ve yoksul güney ülkelerinde, en yoksullar için hayat pahalılığı krizini yoğunlaştıracağı doğru. Rusya, Avrupa’nın gazının yüzde 40’ını ve dünyanın buğday arzının yüzde 20’sini sağlıyor.

Özellikle Rus gazı ve buğday ithalatını yasaklayan yaptırımlar, İngiltere, Avrupa ve ABD’de enflasyonda keskin artışlar anlamına gelirken, zayıflayan ruble Rusya genelinde temel ihtiyaç maddelerinin maliyetini yükseltti.

Bu konuda kaçınılmaz bir durum söz konusu değil. Savaşlar aynı zamanda siyasi tercihlerdir. Bu savaşı İngiltere başlatmamış olsa da, İngiliz dış politikası son yirmi yılda küresel istikrarsızlığa ve savaşa büyük katkıda bulundu ve bu süreçte büyük harcamalar yaptı. İngiltere, halihazırda askeri teçhizat, eğitim ve insani yardım için sağlanan 750 milyon sterline ek olarak 100 milyon sterlin daha taahhüt ederek Ukrayna’ya en fazla askeri yardım yapan üçüncü ülke oldu. Bu arada bazı üst düzey muhafazakarlar da İngiltere’nin savunma harcamalarını mevcut GSYH’nin yüzde 2’si düzeyinin çok üzerine çıkarması çağrısında bulundu.

Bunların hiçbiri Ukrayna halkı için endişe duyma nedenine dayanmıyor. 1990’lardan ve öncesinden beri birbirini izleyen hükümetler tarafından izlenen dış politikanın bir devamıdır. Bu yıllarda İngiltere, NATO’nun güçlendirilmesinde ve ABD emperyalizminin desteklenmesinde çok önemli bir rol oynadı, en azından son yirmi yıldan beri her büyük savaşta suç ortağı oldu. Amaç, ABD hegemonyası altında uluslararası sahnede rol oynamaya devam edebilmek. Bu çabalar şimdi de Ukrayna topraklarında bir vekalet savaşıyla sonuçlandı.

Savaş propagandasına karşı koymak için bir başka neden de, Ukrayna’daki savaşın, savaş karşıtı sesleri dışlamanın ve 11 Eylül (2001)’den bu yana gelişen savaş karşıtlığının anısını gömmek için kullanılmasıdır.

Bu kadar riskli ve ağır sonuçlar içeren bir durumda ve Muhafazakarlar (ve silah fabrikaları) bundan yararlanmaya hevesliyken milliyetçi duyguları kamçılamak daha kolay. Ancak nükleer güçler arasındaki savaş potansiyeli bundan daha tehlikeli olamazdı.

Savaşın arkasındaki milliyetçi duygulara meydan okunmalıdır. Son zamanlarda İngiltere’deki sendikal hareketin bazı kesimleri, Ukrayna’ya mümkün olduğu kadar çok silah gönderilmesini destekleyen, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’ye koşulsuz destek sağlayan ve Putin’i durdurmak için müdahale etmesi gereken güçlü bir NATO çağrısı yapan gösterileri desteklediler.

Savaş karşıtı hareketin sürekli olarak işaret ettiği gibi, Rus işgali bağlam içinde anlaşılmalıdır. NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, son 20 yılda Rusya sınırındaki 14 ülkenin NATO’ya katılmasıyla birlikte, bölgesel bir emperyal güç olarak Rusya’nın güvenlik endişelerini artırdı. Bu, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin veya uygulanan vahşetin eleştirilmesini engellemez. Bunlar kesin kınanmalıdır: Birincil saldırgan Rusya’dır ve Mariupol, Buça ve başka yerlerdeki vahşet kabul edilemez. Ve eğer bir rejim değişikliği olacaksa, bunu Rus halkının kendisi gerçekleştirmelidir.

Aynı zamanda, her fırsatta müzakereleri teşvik etmek gerekir. Tüm savaşlar eninde sonunda bu şekilde sona erer. Anlamlı müzakereler, Johnson ve (ana muhalefet İşçi Partisi lideri) Keir Starmer gibilerin savaş karşıtı hareketi susturma girişimlerine direnmemizi gerektiriyor. Bu da NATO’yu ve onun yayılmacı emellerini, üye devletlere savunma harcamalarını artırmaları için uyguladığı baskıyı ve Ukrayna’ya aktarılan devasa silah miktarını eleştirmemiz gerektiği anlamına geliyor. Bu eleştiri olmadan, savaşa muhalefet ve alternatif mümkün değildir.

Enflasyondan kim kazanır?

Stephan KAUFMANN
Neues Deutschland

Yüksek enflasyon oranı çoğu tüketiciyi yoksullaştırıyor. Fiyatların ücretlerden ve sosyal haklardan daha hızlı artmasıyla, insanlar tasarruflarını kısmak veya varsa tasarruflarını harcamak zorunda kalıyor. Bu nedenle, enflasyonun bu yıl dünya çapında özel hanelerden gelen talebi ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi azaltması bekleniyor. Ama artan fiyatlardan kim yararlanıyor?

Özellikle büyük şirketler ilk önce odak noktası haline geliyor. Sonuçta, malları daha pahalı hale getiren ve böylece daha fazla kazanan onlar. Ancak aynı zamanda firmalar özellikle hammadde ve ön ürünler için daha yüksek maliyetlerle karşı karşıya kalmaktalar. Üretici fiyatları son zamanlarda Almanya’da yüzde 30’dan fazla arttı. Bir şirketin bu maliyet artışlarını tamamen veya kısmen fiyatlarına yansıtıp yansıtmaması, piyasanın durumuna ve piyasa gücüne bağlı. Bazıları fiyat artışını müşterilere yansıtabilmekte, bazıları ise satışları tehlikeye atmamak için bundan kaçınarak karlarını kaybetmekte.

Alman Merkez Bankası’na göre 2022’nin ilk çeyreğinde “etkileyici satış büyümesi” gerçekleştiren Fransız grubu LVMH Moet Hennessy Louis Vuitton SE gibi şirketler, yüksek fiyatlar ile çok az sorun yaşıyor. Bu tür firmalar lüks mallar ürettiğinden ve zenginler daha yüksek fiyatlarla kolayca başa çıkabildiğinden buna şaşmamalı.

Aurubis geçtiğimiz çeyrekte rekor bir sonuç elde etti. Bakır gibi endüstriyel metallerin üreticisi firma, yüksek emtia fiyatlarından yararlanıyor. Yüksek petrol fiyatları göz önüne alındığında, şu anda enerji sektörü için iyi ticaret bekleniyor. ABD borsa endeksi S&P 500’den ilgili şirketler için hisse senedi analistleri, bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 240 kâr artışı bekliyor. Tahminlere göre Avrupa endeksi Stoxx 600’deki enerji şirketleri yüzde 180 civarında daha fazla kazanacak. Ancak, örneğin sanayi ve gayrimenkul gibi diğer sektörlerin de önemli ölçüde daha karlı hale gelmesi muhtemel. Öte yandan, diğerlerinin yanı sıra finans ve tüketim malları sektörlerindeki şirketler kar kaybetmeyi bekliyor.

Enerji sektörü hariç tutulduğunda, ABD’li hisse senedi şirketlerinin kârlarının ilk çeyrekte durağan olması beklenirken, Avrupa’da yüzde 7’lik bir büyüme beklenebilir. Bununla birlikte, önceki çeyreklerde kazanç artışının son derece yüksek olduğu, Stoxx 600 için şimdiki kazanç artışının yaklaşık yüzde 60 olduğu belirtilmelidir. Önümüzdeki çeyreklerde, Avrupalı anonim şirketler için yüzde 14 ila 20’lik bir kâr artışı bekleniyor, S&P endeksindeki 500 ABD şirketinin yüzde on daha fazla kazanması bekleniyor.

Servet yönetim şirketi DWS’ye göre, en azından kurumsal karlarla ilgili olarak, "Şubat sonu ve Mart başındaki en büyük korkular gerçekleşmedi".

Hammadde ihraç eden ülkeler mevcut durumdan bariz şekilde faydalanan ülkeler arasında yer alıyor. IMF’ye göre bu ülkeler petrol, gaz, metaller ve tarım ürünlerine yönelik fiyat artışlarından ek gelir bekleyebilirler. Ancak aynı zamanda, artan faiz oranlarından ve bazı durumlarda devlet destek önlemlerini sınırlayan yüksek borçlardan muzdaripler. Ayrıca, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın müşteri ülkelerindeki yüksek enflasyon ve ekonomik zayıflığa da sahipler. Çin’deki anti-pandemi önlemleri de, IMF’ye göre 2022’deki büyümenin sadece yüzde 4,4’e düşmesinin bir sonucu olarak, sönümleyici bir etkiye sahip.

Dengede kazananlar ve kaybedenler var: IMF tahminlerine göre, Orta Doğu’daki, örneğin Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman ve Suudi Arabistan’daki emtia ihracatçılarının büyümesi, bu yıl üretimini yüzde 7,5 artırması muhtemel. Uluslararası bankacılık enstitüsü IIF’ye göre, Meksika ve Brezilya zaten stagflasyonda. Orta Asya’nın emtia ihracatçıları, Rusya ile yakın bağları nedeniyle geride kalıyor. IMF’ye göre, Rusya’nın kendisi bu yıl gayri safi yurtiçi hasılasında yüzde 8,5’lik bir daralma ve yüzde 20’lik bir enflasyon oranıyla karşı karşıya.

(Çeviren: Semra Çelik)

Macron’un ilizyonları ve 1 Mayıs

L’Humanité
Başyazı

1 Mayıs kaçınılmaz bir adım olacak. Cumhurbaşkanlığı seçiminin bıraktığı közler hâlâ sıcakken, pazar günü Fransa genelinde düzenlenen yürüyüşler Emmanuel Macron’a verilen sosyal yanıtın ilk aşamasına işaret edecek. Sendikalar bunu iyi biliyor: Milyonlarca Le Pen (aşırı sağ) karşıtı oyunun sosyal yıkım programını desteklemeye değer olduğuna insanları inandırmaya çalışan bu kötü seçilmiş başkanı tekrar ayaklar üstüne getirmeye ihtiyaç var. Ona şu basit gerçeği hatırlatalım: Macron’un ikinci turdaki oylarının sadece yüzde 47’si savunduğu programa bir onay mantığındaydı (bu, kullanılan tüm oyların yüzde 24’ünü temsil ediyor). Diğerleri (yüzde 53) aşırı sağın geçmesini engellemek istedi. Aynı ret, Cumhurbaşkanı tarafından savunulan önlemler için de geçerlidir. Fransızların yaklaşık yüzde 70’i tarafından reddedilen emeklilik yaşının uzatılmasından başlayarak…

Macroncular, liderlerinin zaferini romantikleştirmek istiyorlar. Bu 1 Mayıs, onların tüm illüzyonlarını ortadan kaldırmaya hizmet etmelidir. Herhangi bir lütuf durumu olmayacak. Ve nüfusun büyük çoğunluğunun neoliberal yöntemlerin tekrar beş yıllık yeni bir dönemini tatma arzusu yok. Bu anlamda seçim sonuçları çok net. Solun ağırlık merkezinde diskalifiye edilmiş sosyal liberallerin zararına olan derin bir toplumsal dönüşümü savunan partizanlarına doğru tarihsel bir kayma görüyoruz. Bu oylama sonuçları, ister satın alma gücü, ister eşitsizlikle mücadele veya çevrecilik konuları, köklü bir değişim arzusuna tanıklık ediyor. Bu da bize Emmanuel Macron tarafından geçtiğimiz beş yıl boyunca ayaklar altına alınan toplumsal zeminin her zamankinden daha alevlenebileceğini hatırlatıyor.

Şirketlerdeki işçi ve emekçi mücadelelerinin çoğalmasıyla görülen bu öfkenin “üçüncü bir sosyal tur” ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağını bilmiyoruz. Fakat her durumda, yaklaşan meclis seçimleri için güçlü bir yakıt oluşturuyor. Ve Jean-Luc Mélenchon’dan (Fransa Boyun Eğmeyenler Hareketi) Fabien Roussel’e (Fransız Komünist Partisi) kadar solun tüm liderlerinin kitlesel katılım çağrısı yaptığı bu 1 Mayıs, her zamankinden daha fazla bir ısınma turu gibi görünüyor. Bu ilk aşama, bir buçuk ay içinde sokağın taleplerinin sandıklara yansımasını sağlamalı.

(Çeviren: Diyar Çomak)

Evrensel / 01.05.22