Rusya’dan basın özetinde bu hafta, Polonya’nın Batı Ukrayna'yla olan sınırların silinmesi yönünde açıklamaları, Batı yaptırımlarının Rusya toplumuna etkisi, Hindistan’a Rusya yaptırımlarına katılması için Batı baskısı, Putin’in 3 Mayıs tarihli kararnamesi ve Ermenistan’da son iki ayın gelişmeleri yer aldı.
Rusya basınından derlemeler şu şekilde:
'Polonya Batı Ukrayna'yla sınırları silmek istiyor'
"Polonya lideri Andrzej Duda, yakında Ukrayna ile Polonya arasında bir sınır kalmayacağını ve iki ülke halklarının 'bu toprakta birlikte yaşayacaklarını' söyledi. Lukaşenko buna hemen cevap verdi: 'Eğer bunlar böyle davranmaya devam ederlerse, Belarus, Rusya ve Ukrayna’nın birlikte size karşı savaşacaklardır, çünkü Polonya’da kimi siyasetçiler ve devlet adamlarını kılıçlarını bileyliyor ve Batı Ukrayna’yı Polonya bünyesinde görüyorlar.' Birleşik Rusya’dan Duma BDT İşleri Komitesi üyesi Konstantin Zatulin şöyle diyor: 'Olup bitenlere bakılırsa bu, ateş olmayan yerden duman tütmez durumu; zira Polonya tarafı, Polonya’nın Batı Ukrayna’yı paylaşma planlarını gürültüyle inkâr etmeye girişti. Duda’nın açıklaması da bu inkârın bir biçimi. Bu, şunu söyleme girişimi: Hayır, biz durumdan faydalanarak bir şeyleri ele geçirmek girişiminde değiliz, sadece sınırları siliyoruz. Sınırları silme planları esasen toprak ele geçirme planlarından pek az farklılık taşıyor. Bana öyle geliyor ki Ukrayna’nın gelecekteki yapılanması hususunda özel operasyon tamamlanıncaya kadar henüz tam bir açıklık yok. Batı Ukrayna’nın da denazifikasyondan ve demilitarizasyondan geçirilmesi gerektiği görüşleri var; ama bana kalırsa bu bölgede askeri planlarımız yok; bunun nedeni de bunun çok pahalıya patlayacak olması." (K. Zatulin / Nakanune, 6 Mayıs)
'Halk kültürel tehditlerden endişeli'
"Batı’nın Rusya’ya siyasi ve iktisadi baskısı ters etkide bulundu; toplum bölünmek yerine konsolide oldu. Kremlin’in 'düşünce fabrikası' sayılan Sosyal Araştırmalar Uzman Enstitüsü’nün yuvarlak masasının katılımcıları, bu birleşmenin temelinin milli ve kültürel değerler olduğunu söylediler. Siyaset bilimcilere göre 'Donbass konsensüsü' ülkedeki siyasi sistemin sağlamlığını gösterdi. Aleksandr Rubakov’a göre, 'Kolektif Batı siyasi baskıya girişir ve daha önce görülmemiş ekonomik yaptırımları getirirken milli özellikleri hesaba katmadı'. VTsİOM siyasi analizler merkezi yöneticisi Mihail Mamonov’a göre buna duygusal bir yükseliş eşlik etti: 'Baskın duygular gurur, ülkeye sevgi ve inanç.' Mamonov, toplumun kenetlenmesindeki diğer bir etkenin de 'Batı’nın Rusya’ya yönelik dostça olmayan siyaseti' olduğunu söyledi. Ancak Rusya halkı iktisadi tehditleri daha zayıf görüyor; en büyük endişeyi kültürel (yüzde 42) ve askeri (yüzde 40) tehditler oluşturuyor. VTsİOM’un araştırmasına göre Rusya halkının iktidar etrafında kenetlenme eğilimi çok yüksek (yüzde 81): 'İnsanlar, onun düşünceleri ve kararlarıyla tamamen mutabık olmasalar bile başkanın etrafında birleşmenin zaruri olduğunu düşünüyorlar. Bu kenetlenmenin neticesi, ülkenin gelişmesi gayesi, yeni başarılar olmalı. Rusya vatandaşları atılım bekliyorlar.' Yuvarlak masa katılımcılarının sözlerine göre Rusya vatandaşlarının yüzde 70’i, ülkeyi birleştiren ve daha güçlü kılan şeyin çok-ulusluluk olduğu kanısında. Halkın yaptırımlara ve özel operasyona yaklaşımı ulusal cumhuriyetlerde de aynı. Rusya Siyaset Bilimcileri Derneği Başkanı İgor Kuznetsov’a göre: 'Bizim için devlet bir kimliklendirme vasıtası. Devletin yitimi, bireyin kaybı, tarihi devamlılıkta kopuş demek.' Sosyal Marketing Enstitüsü’nden Viktor Poturemskiy’e göre, yaklaşımlar yaş gruplarına göre büyük farklılık göstermiyor. Moskova Devlet Üniversitesi’nden Antonina Selezneva’ya göre, gençliğin gözünde bugün yaşananlar, 'ülkenin gelişmesinde rol almak ve ülkesiyle gurur duymak' için bir olanak." (Y. Lazareva / Avrora, 6 Mayıs)
'Hindistan'a baskılar sonuç vermiyor'
"NATO ülkeleri, dünya ekonomisindeki iki büyük oyuncunun, Çin ve İran’ın da Rusya’ya karşı yaptırımlarda kendilerine katılması için her şeyi yapıyorlar. NATO mart sonundan beri Hindistan’ı kendi tarafına çekmek için çaba sarf ediyor. Yeni Delhi’ye önce Liz Truss gönderildi ve başarısız oldu; Hintliler, Ukrayna olaylarında Batı’nın görüş açısını kabul etmeyi reddettiler. Sonra İngilizler ara verdi, ABD Savunma ve Dışişleri Bakanları Yeni Delhi’ye gitti. Her ikisi de 12 Nisan’da Hintli meslektaşlarıyla savunma ve uzay alanında işbirliğini güçlendirme yönünde anlaştılar. Amerikalıların ziyareti, Lavrov’un ziyaretini takip etmişti. Rusya Dışişleri Bakanı, Hintli meslektaşıyla alternatif bir SWIFT ödeme sistemi kurulması, ticaretin ruble ve rupi olarak yapılması, Rusya petrolünün yüzde 20 ucuza satılması üzerine görüşmeler yapmıştı. Yani ABD’li bakanların işi zordu. Onlar gelmeden önce Biden da, Modi’ye Rusya’dan petrol almamaları çağrısında bulunmuştu. Ancak ABD’nin yaptırım baskısı sonuç vermedi. Onlardan sonra İngiltere Başbakanı Johnson Yeni Delhi’ye uçtu. Johnson yanında, aslında bu yıl güzün imzalanması beklenen ticaret anlaşmasından başka savunma ve güvenlik alanında 'yeni ve geniş' ortaklık ve ortak avcı uçağı geliştirme teklifiyle gelmişti. Modi’nin gönlünü almak için Hindistan’ın 'dünyadaki en büyük demokrasi' olduğunu da söyledi. Ama Hindistan tarafı yaptırımlar konusunda gene boyun eğmedi. Hatta Johnson’a Hindistan’daki yolculuğunda kullanması için Sovyet Mi-17 helikopter tashih edildi; Johnson buna alındı ve Amerikan helikopteri istedi. Kıta Avrupa’sı siyasetçileri daha akıllı davranmaya karar verdiler ve kendileri Hindistan’a gitmeyip Modi’yi Berlin ve Paris’te ağırladılar. Scholz ve Macron nezakette pintilik yapmadılar. Scholz, Modi’yi tören kıtasıyla karşıladı ve Ukrayna yanlısı gazetecilerin can sıkıcı sorularından kurtardı. Macron, Modi’yi Élysées sarayında kucakladı. Almanya, yenilenebilir enerji ve iklim koruması konusunda ortak projelen için 10 milyar avro teklif etti. Ama bunlar da Hindistan’dan taviz kopartamadı. Hindistan’ın bu tutumu, onun da Çin gibi Rusya ile Batı arasındaki çatışmada kendisi için bir şans gördüğüyle açıklanabilir. Hindistan, çatışan taraflardan azami avantaj sağlayacak: AB ve ABD’den yenilenebilir enerji girişimleri ve silah, Rusya’dan muazzam bir indirimle petrol." (K. Gasanov / Vestnik Kavkaza, 5 Mayıs)
'Bir adım bile geri çekilmek yok'
"Putin’in 'kimi yabancı devletlerin ve uluslararası örgütlerin dostça olmayan eylemleriyle ilişkili olarak cevabi özel iktisadi tedbirlerin alınması hakkında' 3 Mayıs 2022 tarihli 252 sayılı kararnamesinin ilk satırlarından itibaren, bir yerlerde çok benzer bir şeyler okuduğum hissine kapıldım. Ama ancak metnin sonuna doğru nerede karşılaştığımı hatırladım. Elbette, 28 Temmuz 1942 tarihli ve 227 sayılı, 'Bir adım bile geri çekilmek yok!' adıyla tanınan, 'Kızıl Ordu’daki düzen ve disiplinin güçlendirilmesi ve askeri mevzilerden keyfi çekilmelerin yasaklanması üzerine tedbirler' adlı ünlü emirdi bu. O olmaksızın ne Stalingrad Muharebesi’nin, ne Büyük Anavatan Savaşı’nın kazanılabileceği, ne de 1945’teki Zafer’in olabileceği emir. Doğru, şu anda tamamen başka nitelikte bir savaşımız var; bu savaş sürerken Rusya, kolektif Batı’dan gelen 'hibrit saldırganlığı' geri püskürtüyor, bu yüzden de kararnamede söz konusu olan askeri değil öncelikle mali-iktisadi disiplin; ama esas anlamı aynı: Artık 'Bir adım bile geri çekilmek yok!'; düşmanlarımıza yerli kaynaklarımızın bir damlası, bir kırıntısı bile verilmeyecek. Ve bu sadece ekonominin seferber edilmesine yönelik bir adım değil; bu fiilen dış ticarette devlet tekelinin tesis edilmesi. Elbette itiraz edilebilir: Kararnameyle getirilen yasakları ihlal edenlere getirilecek cezalar nerede peki? İktisadi “SMERŞ” (“Casuslara Ölüm”; İkinci Dünya Savaşı sırasında özel istihbarat örgütü) nerede, iktisadi ceza taburları nerede, Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası gibi sorumlu atanan kurumlarla bu yeni 'Bir adım bile geri çekilmek yok!' nasıl gerçekleştirilebilir? Zira onların yöneticileri, E. Nabiullina ve A. Siluanov her zaman liberal sistem yanlısı batıcılar olarak bilinirdi, IMF, DTÖ ve diğer uluslararası kuruluşların taleplerini yerine getirirlerdi; Rusya’nın dış borçlarından, döviz ve altın rezervlerinin neredeyse yarısının yurtdışında dondurulmasından onlar da sorumlu değil mi? Bu sorular bütünüyle tutarlıdır ve bunlara tam bir cevabı ancak zaman verebilir. Ama en önemli nokta, Rusya ile ticari ve mali işlemlerine sınırlama getirilen ülkeler ve uluslararası kuruluşların tepkisi. Şimdi bir seçimle karşı karşıyalar: Yan cepheleşmeyi olası en yüksek aşamaya vardıracaklar ya da en nihayet frene basacaklar." (A. Maslov / Zavtra, 4 Mayıs)
'Ermenistan'da iki ay'
"Ermenistan’da mayıs sonundan beri Başbakan Paşinyan ve hükümetin istifasını isteyen gösteriler neredeyse hız kesmeden devam ediyor. Dağlık Karabağ Parlamentosu 18 Şubat’ta, 'Azerbaycan tarafından 1991-1994, 2016 ve 2020’de işgal edilen toprakların hukuki statüsünün belirlenmesi amacıyla' 'işgal altındaki topraklar hakkında' kanunu oybirliğiyle kabul etti. Paşinyan’ın iktidar partisi, Ermenistan’da Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan kontrolündeki topraklarıyla ilgili bu tür kanunlar veya beyanatların kabul edilmeyeceğini açıkladı. Azerbaycan mart başında Ermenistan’a, iki ülke arasındaki ilişkilerin tesis edilmesi için 5 temel ilkeyi içeren bir belgeyi sundu. Buradaki en kritik iki ilkeden ilki, Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’ın parçası olduğunu kabul etmek anlamına gelecek olan, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü ilkesi; diğeri de Ermenistan’ın gelecekte de toprak talebinde bulunmayacağı ilkesiydi. 21 Mart’ta Ermenistan dışişleri, bu belgenin kabul edilemez olduğunu açıkladı. 24-25 Mart gecesi Azerbaycan kuvvetleri Dağlık Karabağ’daki Ermenistan mevzilerine saldırdı, üç kişi öldü. Ertesi gün iktidar partisinden, parlamento uluslararası ilişkiler komisyonu başkanı E. Agacanyan, Rusya barış gücünün Azerbaycan provokasyonlarını durduramadığını açıkladı ve sert şekilde eleştirdi. Aynı gün Dağlık Karabağ Güvenlik Konseyi de Putin’e resmi bir mektup göndererek Rusya’dan Azerbaycan saldırganlığını durdurmasını ve Azerbaycan kuvvetlerinin mevzilerine dönmesini sağlamasını istedi. 26 Mart’ta Rusya Savunma Bakanlığı, ateşkes rejiminin Azerbaycan tarafından bozulduğunu, keza Azerbaycan’ın İHA’lar kullandığını teyit etti. Azerbaycan ertesi gün, olayın Ermenistan tarafının provokasyonu sonucu gerçekleştiğini ve İHA’ların da acil tedbir olarak kullanıldığını ileri sürdü. Azerbaycan dışişleri açıklamasında Rusya barış gücünü de eleştirdi ve 9 Kasım 2020 tarihli Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan üçlü mutabakatının ihlali iddiasında bulundu, ayrıca Dağlık Karabağ adının kullanılmasının Rusya ile Azerbaycan arasındaki 22 Şubat 2022 tarihli ittifak ilişkileri deklarasyonuyla çeliştiğini bildirdi. 27 Mart’ta Rusya Savunma Bakanlığı, görüşmelerin ardından Azerbaycan kuvvetlerinin mevzilerine çekildiğini açıkladı, ama Azerbaycan bunu derhal yalanladı. Paşinyan bunun üzerine 28 ve 31 Mart’ta Rusya barış gücünün görevini yapmasını istedi. 2 Nisan’da Azerbaycan dışişleri, Erivan’dan barış anlaşmasıyla ilgili olumlu bir mesaj aldıklarını söyledi. Paşinyan ve Aliyev 6 Nisan’da Brüksel’de görüştüler. Ermenistan muhalefeti Brüksel görüşmelerinde Dağlık Karabağ’dan ve AGİT’in Minsk misyonundan söz edilmediğini, görüşmelerin fiilen Rusya’ya Kafkasların dışına itmeyi amaçladığını açıkladı. Paşinyan 13 Nisan’da ateşe benzinle gitti; arabuluculuğun Rusya, ABD ve Fransa’nın da bulunduğu Minsk grubundan alınıp AB’ye verilmesinden memnuniyet duyacağını açıkladı. Paşinyan aynı açıklamada (Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’ın parçası olarak tanınmasına yol açabilecek şekilde) bölgenin statüsünü daraltmayı kabul ettiğini de söyledi ve 'Dağlık Karabağ sakinlerinin güvenliğinin bu cumhuriyetin statüsünden önce geldiğini' belirtti. Ertesi gün Dağlık Karabağ parlamentosu buna karşı çıkarak cumhuriyetin statüsünün üç referandum ve anayasa ile belirlendiğini bildirdi. Paşinyan’ın Moskova görüşmeleri arifesinde AGİT grubundan ABD ve Fransa temsilcileri Erivan’a koştular. Paşinyan 19 Nisan’da Putin’in davetlisi olarak Moskova’ya geldi ve Kremlin açıklamasına göre iktisadi ilişkilerin ve ulaşımın açılmasına yönelik üçlü çalışma grubunun aktive edilmesinde mutabık kalındı. 22 Nisan’da Ermenistan Güvenlik Konseyi sekreteri, Dağlık Karabağ’da Rusya barış gücünden başka ek mekanizmalar gerektiğini, bunun en iyi adayının da AB olduğunu açıkladı. 28 Nisan’da Zaharova, Azerbaycan’ın 5 ilkesinin barış anlaşması için iyi bir temel olabileceğini, ama Dağlık Karabağ’ın statüsünün taraflar arasında ilkesel bir ihtilaf olmaya devam ettiğini söyledi. Bu arada Paşinyan’ın Dağlık Karabağ’ın statüsünü düşürme önerisi Ermenistan’da geniş tepkiler doğurdu. 23 Nisan'da 'soykırım yürüyüşü' sırasında Ermenistan’ın ikinci ve üçüncü devlet başkanları Robert Koçaryan, Serj Sargsyan ve Karabağ eski savunma komutanı Levon Mnatsakanyan birlikte yürüdüler. 25 Nisan’da muhalefet dört şehirde 1 Mayıs’ta Erivan’da buluşacak şekilde yürüyüşler başlattı. 1 Mayıs’ta Erivan’da büyük bir miting yapıldı; 2 Mayıs’tan beri de hem başkent hem de diğer şehirlerde sivil itaatsizlik eylemlerini de kapsayan gösteriler sürüyor. Bunların nasıl biteceğini zaman gösterecek." (Redaksiyon / Sut vremeni, 7 Mayıs)
Hazal Yalın- Gazete Duvar / 08.05.22