Mültecileri ölüme terk etme yasası

Avrupa'nın Gündemi'nde AB'nin adına reform dediği mülteci düşmanı planı, Fransa'da işçi haklarına göz diken yasa ve İngiltere'de içişleri bakanının aşırı sağcı pozisyonuna dair tartışmalar var.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 01 Ekim 2023
  • 08:41

Avrupa Birliği, Avrupa’nın sınırlarını mültecilere hemen hemen tamamen kapayan bir iltica yasa tasarısında anlaştı ve buna mültecilerle alay edercesine “reform-iyileştirme” adını verdi. Almanya’dan TAZ gazetesinden bu konuda birbirine bağlı iki yorum aldık: İlkinde reform sözcüğünün “tuzu kurular” için iyileştirme, mülteciler için ölüme terk etme anlamına geldiği belirtiliyor. İkinci yorumda ise kendini hâlâ mülteci dostu olarak satmaya çalışan Yeşiller Partisinin varoluş nedenlerinden biri olan bu alanı da terk ederek tuzu kuruların safına resmen geçtiği anlatılıyor.

Fransa’da RSA (sosyal dayanışma aylığı) alanlara haftada 15 saat çalışma zorunluluğu getiren “tam istihdam” yasa tasarısının görüşülmesine 25 Eylül’de Ulusal Mecliste başlandı. Sol milletvekilleri tarafından toplumun en güvencesiz kesimlerine karşı “sosyal savaş” olarak nitelenen metin, Macron’un yoksullara karşı giriştiği, sosyal hakları birer birer ortadan kaldıran “reform” serisinin son örneği.

İngiltere’de ise İçişleri Bakanı Suella Braverman ırkçı söylemlerine devam ediyor. The Guardian Gazetesi Yazarı Owen Jones, bu haftaki köşesinde Braverman’ı ve fikirlerini teşhir ediyor.

Kötü kelime iltica reformu: Tuzu kuruların yorumu

Gunnar HINCK
TAZ

Reform güzel bir kelime. Yenilenme, tam anlamıyla ise restorasyon anlamına geliyor. 1957, kelimenin anlamsal ve fonetik güzelliğini ortaya koyabildiği bir yıldı: O dönemdeki emeklilik reformu, emekli maaşı tutarını ücret artışına bağladığı için Almanya, Federal Cumhuriyet’teki milyonlarca emekli arasındaki aşırı yoksulluğu sona erdirdi veya en azından hafifletti. Daha önce böyle bir şey yapılmamıştı. Konrad Adenauer bir sonraki seçimi bu sayede kazandı ama bu başka bir hikaye.

Ancak bir süredir siyasetçiler, siyasetin saptırıcıları ve ne yazık ki medya, etkiledikleri kişiler için oldukça kötü haber olan siyasi kararlara, düşüncesizce, güzel, ilerlemeyi çağrıştıran sözcükleri yamadılar. Resmi açıdan bakıldığında, Hartz IV bir “sosyal reform”du; bu ne yazık ki işsizlerin yalnızca 345 avro alması ve yaptırım tehdidi altında çoğunlukla anlamsız tedbirlere maruz bırakılması anlamına geliyordu.

Artık bir “iltica reformu” var; Tagesschau, Spiegel, Zeit ve ayrıca bizim gazete TAZ orada burada bu kelimeyi kullanıyor ve böylece siyasi karar vericilerin yeni Almanca “çarpıtma” yorumunu benimsiyor. “İltica reformu” gelişme, kararlılık ve ilerleme gibi görünüyor.

AfD’nin yükselişinden korkan AB’li Orbánlar ve Meloniler ile yerel politikacılar için de durum aynı olabilir. Pek çok sığınmacı için Brüksel’in kararı (Tabii ki bunun AB Parlamentosundan geçmesi gerekiyor) herhangi bir ilerleme anlamına gelmiyor. Adil bir sığınma prosedürüne sahip olma şansları gelecekte hızla azalacak gibi görünüyor. Çocuklu aileler için bu aynı zamanda izole merkezlerde zorla kalmak ve Kuzey Afrika gibi güvenli olduğu ilan edilen ülkelere olası sınır dışı edilme anlamına da gelecek.

Medya dili dikkatli bir şekilde ele almalı çünkü medya yapmazsa kim yapacak? Terimler halkın siyasi kararlara bakışını şekillendirir; siyasetin gidişatını eleştirmeden benimsemek medyanın işi değildir.

Yeşiller AB sığınma uzlaşmasında destekçi: Artık mülteci haklarının bir parçası değil

Stefan REINECKE
TAZ

Yeşiller, AB’nin sığınma konusundaki uzlaşması konusundaki anlaşmazlıkta sorunsuz ve duygusuz davrandı. İnsan haklarının izlenmesi ve ailelerin sığınma kamplarından dışlanması gibi iyileştirmeler talep etmeye devam ediyorlar, ancak Yeşil bakanları hayır demeye zorlama tehdidinden de çekiniyorlar. Bu, bir sonraki koalisyon krizi ve nihayetinde koalisyonun dağılması anlamına gelebilirdi. Ancak siyasi cepheler bunun için fazla karmaşık, kafa karıştırıcı ve muğlak.

AB’de liberal, açık, insan hakları odaklı bir sığınma politikasını destekleyen bir çoğunluk yok. Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, müzakereler sırasında gizli bir gündem peşinde koşmadı. Bu, kurnazca siyasi kısıtlamalara atfedilen kısıtlayıcı bir çizgiyi gizlice isteme politikasına sadık kaldı.

Evet, ahlaki açıdan sağlam bir parti, temel değerler söz konusu olduğunda güç ve nüfuzdan vazgeçebilmelidir. Ancak bu durumda, diğer tarafta açık bir fayda olmaksızın, hükümetin kopması gibi maliyetler doğurabilirdi. Mevcut durum göz önüne alındığında, gelecekte AB sınırlarındaki sığınma merkezlerinin başına geleceklerin şu anda orada olanlardan daha kötü olup olmayacağı varsayılabilir ve korkulabilir, fakat bundan emin olmak mümkün değil. Ancak AB sığınma uzlaşmasından vazgeçmenin Polonya ve Macaristan’daki göçe şüpheyle yaklaşan rejimlere de iyilik yapmış olması muhtemeldir.

Yeşillerin “evet ama”sı, reel-politik düşüncenin ilkelerine göre anlaşılır. Ancak yine de bu esnek rasyonalitenin ve iyi düşünülmüş reelpolitiğin bir bedeli var. Doğrudan görülemez, arka planda gizlenir. Yeşillerin, uygun olduğunda kendilerini Pro Asyl’in bir nevi parlamenter kolu olarak gösterebildiği zamanlar nihayet sona erdi. Yeşiller artık bireysel sığınma hakkı için kararlılıkla mücadele eden bir hareketin parçası değil. Artık AB’nin dış sınırında olup bitenlerden resmen sorumlu bir parti. Bu, Yeşilleri, SPD ile koalisyonu döneminde olağanüstü bir dönüşümle farklı bir partiye dönüştüren Ajanda 2010 kadar gösterişli bir biçimde değil, görünüşte değişmemiş olana alışma sürecinde şekillendirecek. Bu evet Yeşilleri sessizce, fark edilmeden ve sürdürülebilir bir şekilde değiştirecek. Kesinlikle iyi yönde değil.

Çeviren: Semra Çelik

Fransa’da tam istihdam yasa tasarısı ulusal mecliste: en yoksulları damgalayan bu ‘sosyal savaş’ metninde ne var?

Hayet KECHIT
Humanité

 “Tam istihdam” adıyla anılan yasa tasarısı hafta başında Ulusal Meclise ulaştı ve 4 Ekim’e kadar yapılacak oturumlarda incelenecek. Senato tarafından 12 Temmuz’da büyük bir çoğunlukla kabul edilen ve geçen hafta Sosyal İşler Komisyonu tarafından incelenen tasarı, sol kanattan seçilmiş temsilcilerin, sendikaların ve kitle örgütlerinin hükümete karşı güvensizliğini bir kez daha kristalize etti. Önceki gün Meclis kürsüsünden bu “hakiki sosyal projeyi” savunan çalışma bakanı karşısında herkes bu metnin Fransız sosyal güvenlik sistemine getireceği benzeri görülmemiş geri adımları içerdiği konusunda hemfikir.

Eleştirilerin merkezinde ise, RSA (sosyal dayanışma aylığı) alanların otomatik olarak iş arayanlar listesine eklenmesinin yanı sıra, çalışma zorunluluğu ve alınan yardımların askıya alınmasını öngören tedbirler yer alıyor.

Bir başka deyişle, bu yasa kabul edilirse, RSA alanlar, özel durumlar dışında haftada on beş saat çalışmalarını gerektiren bir “taahhüt sözleşmesi” imzalamaya zorlanabilecek ve yükümlülüklerini yerine getirmedikleri takdirde yardımları kesilecek ya da “Askıya alma-yeniden harekete geçirme” olarak bilinen yeni bir tedbire tabii olacaklar.

Fransız Komünist Partisi Milletvekili Pierre Dharréville grubunun metnin reddedilmesi yönündeki önergeye verdiği oyu açıklarken “Bu metin yeni bir sosyal savaş metnidir! Emeklilik yasasıyla ilgili olandan sonra, iktidara geldiğinizden bu yana İş Kanunu’nda yaptığınız birçok değişiklik gibi” diyor. Diğer taraftan da meslektaşı Yannick Monnet de “iş arayan insanlara yönelik ön yargılardan” ve “Çalışmanın sadece piyasanın ekonomik ihtiyaçlarını karşılayan bir zorunluluğa indirgendiği” bu projeden şikayet ediyor. Hadrien Clouet (Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi Milletvekili) de şu soruyu soruyor: “Hangi noktada insanları sefalete sürükleyerek onlara yardım edeceğimizi söyleyebilirsin?” Milletvekili, en güvencesiz insanları “terörize eden” ve “etiket atölyeleri veya kişilik testleri yapmak için 15 saatlik iş arama süresi” öngören planı engellemek için ellerinden geleni yapacağını söylüyor.

Boyun Eğmeyen Fransa Grubu, bu inceleme oturumu öncesinde yaptığı basın açıklamasında da “sosyal savaş” olarak nitelendirilen bu yasa tasarısını “Ülkemizde patlayan aşırı yoksulluk ve gıdaya erişim zorlukları” ile paralel olarak değerlendirerek tepki göstermişti. Hükümeti “Bir kez daha en dezavantajlı kesimlere saldırmakla” suçlayan milletvekilleri, “Güncel bilgileri takip etmedikleri için artık RSA’nın tamamını ya da bir kısmını kaybetmek mümkün olacak. Kötü beslenmek, bir çift ayakkabı alamamak ve yarınlar korkusuyla yaşamak, hiçbir zaman insanların iş bulmasına ya da tam istihdama ulaşmasına yardımcı olmamıştır” diyerek, geçen hafta Sosyal İşler Komisyonunda “Macroncular tarafından gece yarısı alelacele geçirilmeye” çalışıldığına işaret ettiler.

Komisyonun toplandığı koşullar, Komünist Parti ve Fransa’nın denizaşırı bölgelerinden milletvekillerini de içeren GDR (Demokratik ve Cumhuriyetçi Sol) grubu tarafından da eleştirildi ve tartışmaların iki buçuk güne indirilerek aceleye getirilmesi “kılık değiştirmiş 49-3” (Hükümetin yasaları meclis oylamasına sunmadan direk olarak kabul edilmesini olanak sağlayan yasa) olarak nitelendirildi. Oysa, metnin kapsamı ve “Tüm parlamento grupları tarafından sunulan 1500 değişiklik önergesi” de “bir haftalık çalışma” gerektirecekti.

Hükümet tarafından dayatılan ve bir kez daha tartışmadan kaçınmak üzere tasarlanan çerçeveye tüm sol milletvekilleri tepki gösterdi. Sosyalist Milletvekili Arthur Delaporte’un ifadesiyle, “İnsanlıktan yoksun, en yoksulların damgalanmasına katkıda bulunan” ve “Yanlış adlandırılmış” bu tasarıya karşı çıkışlar devam edecek. Ekolojist Milletvekili Marie-Charlotte Garin de, Sosyal İşler Komisyonunun metnin incelenmesi sırasında yaptığı müdahalenin ardından Twitter’dan “iğrenç bir reform” diye tepki gösterdi.

Fransız insan hakları savunucuları tarafından geçtiğimiz 6 Temmuz’da yayımlanan görüşün de gösterdiği gibi eleştiriler, sol görüşlü temsilcilerin ötesine geçti. Claire Hédon’a göre, “Sosyal-mesleki entegrasyon yükümlülüklerinin güçlendirilmesi, RSA alıcılarının hak ve özgürlüklerinin orantısız veya ayrımcı bir şekilde ihlal edilmesine yol açacak.” Savunmasız gruplara yönelik bu sözde “yeniden mobilizasyon” programının onlar için “çocuklaştırıcı” olduğunu söyleyen Hédon, “1946 Anayasa’sının giriş bölümünün 11. paragrafının sosyal yardım hakkını tanıdığına ve devletin, çalışmaları yoluyla bundan yararlanamayanlara makul bir geçim kaynağı sağlama yükümlülüğüne işaret ettiğine” dikkat çekiyor.

Geçtiğimiz temmuz ayında da (Genel İş Konfederasyonu) CGT Genel Sekreteri Sophie Binet de reformu “skandal” olarak nitelendirmiş ve özellikle de “evde kalıp çocuklara bakmak zorunda kalan” annelerin durumuna dikkat çekmişti. Binet bu yasa tasarısının kreş ya da çocuk bakıcısı eksikliği nedeniyle “Üç yaşın altındaki çocukların yüzde 50’sinin herhangi bir şekilde çocuk bakım hizmetine erişemediği” RSA’daki anneler için yarattığı çıkmazı vurgulamıştı.

CRCE (Komünist, cumhuriyetçi, vatandaş ve ekolojist) Senatörler Grubu da tasarı Senatoda incelenirken tepki göstermişti. Bu grubun başkanı da olan Seine-Saint-Denis Senatörü Éliane Assassi aracılığıyla, “İşsizler üzerindeki kontrollerin ve RSA alanlara yönelik yaptırımların arttırılması” için tasarlanan önlemlere şiddetle karşı çıkmışlardı. (...)

Çeviren: Eren Can

 

Braverman muhafazakar partinin yeni lideri olsa da olmasa da aşırı fikirleri partiyi yönetiyor

Owen JONES
The Guardian

Suella Braverman neyin peşinde? Göçmenleri Batı medeniyetine yönelik varoluşsal bir tehdit olarak nitelendiren, çok kültürlülüğe saldıran ve yabancı uyruklu annelerin sahip olduğu çocuk sayısından karanlık bir şekilde bahseden İçişleri Bakanı, bu hafta ABD’deki sağcı bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmayla yeni bir dibe vuruşa imza attı. Braverman’ın, aşırı sağcı görüşleri ana akıma sokma konusunda bir formu var, ancak bu konuşma özellikle korkunçtu. Avrupalıların elitlerin suç ortaklığıyla yabancılar tarafından değiştirildiğini öne süren aşırı sağcı bir komplo teorisi olan “büyük değişim”le aynı mecazlarla doluydu.

Konuşmasının No.10 (Başbakanlık Ofisi) tarafından imzalanmış olması onu İngiliz hükümetinin resmi pozisyonu haline getiriyor, ancak Braverman’ın ABD’ye gitmesi daha çok serbest bir keşif gezisi gibi görünüyor. Muhafazakar Parti, belki de önümüzdeki bahar ya da yaz aylarında, potansiyel olarak dehşet verici bir yenilgiye doğru ilerliyor. Muhalefetle geçirilecek uzun ve zorlu bir dönem pek çok parlamenterin içini korkuyla dolduruyor ve ABD’deki sağcı konferans piyasasının paraya boğulmuş olması Braverman’ın gözünden kaçmış olamaz. Donald Trump’ın da gelecek yıl başkanlığı geri alma şansı endişe verici derecede yüksek ve onun kampı da benzer şekilde zehirli melodiler mırıldanan İngiliz siyasetçilerden şüphesiz etkilenecektir.

Geçen yıl liderlik için adaylığını koyduğu düşünülürse Braverman’ın Muhafazakar Parti tacını arzuladığı bir sır değil. Ancak yenilgiden sonra geriye kalan parlamento kalıntısı onun iki kişilik kısa listede yer almasına izin verirse, bakış açısı Muhafazakar taban arasında alıcı bir kitle bulacaktır. 2020 yılında yapılan bir ankete göre Muhafazakar üyelerin yarısı “Çok çeşitli geçmiş ve kültürlere sahip olmanın Britanya kültürünü zayıflattığına” inanıyor. İngiliz sağı da ABD’dekine benzer bir süreçten geçti. Zira aşırı uçlar, Muhafazakarları radikalleştirmek için sözde kültür savaşı konularını kör araçlar olarak başarıyla kullandı. GB News bu süreçte önemli bir kanal oldu, ancak Yunan Neonazileri savunan makaleler yayımlayan, büyük değişim teorisini destekleyen yazılar basan ve Muhafazakar Partide yeterince İslamofobi olmadığını savunmak için köşe yazarları görevlendiren sözde saygın bir sağcı dergi olan Spectator’ın rolünü düşünün. Siyasi canavarlar durup dururken ortaya çıkmazlar: Kolektif bir çabayla tuğla tuğla inşa edilirler. Braverman’ın kendisi bir sonraki Muhafazakar Parti lideri olsa da olmasa da, Bravermanizm İngiliz sağının geleceğidir.

Ancak Bravermanizm yalanlar üzerine inşa edilmiştir. Braverman konuşmasında “İngiliz değerleri”nden bahsediyor. Bu ifadeyi kullanmakta yalnız değil ama aslında ne anlama geliyor? Hepimizi birbirine bağlayan tutarlı bir İngiliz değerleri dizisi diye bir şey yok. Braverman ve ben, ikimiz de İngiliz’iz, ancak bu köşenin de altını çizdiği gibi, onun değerlerini itici buluyorum. Bu duygunun karşılıklı olduğunu umuyor ve bekliyorum.

Braverman’ın kendi web sitesine göre, üç temel İngiliz değeri “eşitliğe, demokrasiye ve hukuka saygıya olan inanç”. Öyle mi? Büyük ölçüde muhafazakar politikalar sayesinde, Birleşik Krallık gelişmiş ülkeler arasında en yüksek eşitsizlik seviyelerinden birine sahip ve Muhafazakarların bize göstermekten asla yorulmadığı gibi, Braverman ve partisi servet ve gücü yeniden dağıtarak eşitliği teşvik edecek politikalara ideolojik olarak karşı çıkıyor. Braverman hükümetinin demokrasi konusundaki sicili de, ister seçmen kimliğini zorunlu hale getirerek vatandaşların haklarını ellerinden almak, ister grev hakkını baltalamak, ister Suudi Arabistan gibi despotizmlerle ittifak yapmak olsun, daha iyi değil. Partinin hukukun üstünlüğüne verdiği sözde destek, bize Partygate’i ve parlamentonun hukuksuz bir şekilde açılmasını sağlayan ve Brexit konusunda uluslararası hukuku “çok özel ve sınırlı bir şekilde” çiğnemeyi açıkça taahhüt eden bir hükümet için gülünçtür.

Dürüst olmalıyız: Britanyalılığın saygı duyduğumuz ve nefret ettiğimiz unsurları var. Bazılarımız NHS’nin kamu ihtiyaçlarını özel vurgunculuktan üstün tutmasına hayranlık duyuyor, hak ve özgürlüklerimizin otoriteye başkaldıran vatandaşlar tarafından nasıl güvence altına alındığını kutluyor ve gerçekten de çeşitliliğimizi savunuyor. Braverman gibi diğerleri ise imparatorluk, yabancılara karşı düşmanlık ve kâr güdüsüyle hareket ediyor. Farklı ahlaki evrenlerde yaşıyoruz: Britanyalılık yorumumuz aynı değil.

Ulusal kimliği kutsallaştırmaya çalışanların tehlikeli amaçları var. Azınlıkları sürekli şüphe altında bırakarak onları sadakatlerini kanıtlamaya zorlarlar. Statükoya meydan okuyan muhalifleri de kendi kültürlerine yabancı muamelesi yaparak gayrimeşrulaştırmaya çalışırlar. McCarthyciliğin, şüpheli solcuları Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesinin önüne nasıl çıkardığını düşünün ve modern Muhafazakar Partinin “Britanyalılığı” tanımlamasına izin vermenin korkunç sonuçları daha açık hale gelmelidir.

Braverman’ın hırsı yetenekle eşleşmiyor, ancak Boris Johnson döneminden iyi bir şey çıktıysa, en iyi ve en parlak olanın zirveye yükseldiğine dair kalıcı efsane nihayet son ayinini yaptı. Braverman’ın bir misyonu var: Sağı kendi otoriter ve hoşgörüsüz imajına göre yeniden şekillendirmek, umarım dümende de kendisi olur. Liderlik görevi ister ona ister bir başkasına düşsün, fikirlerin savaş alanında o çoktan kazandı.

Çeviren: Sarya Tunç

Evrensel / 01.10.23