İngiltere’de işçi eylemleri bakımından sıcak bir dönem yaşanıyor. Demir yolu işçileri greve gitti. Öğretmenler, posta çalışanları, havaalanı çalışanları vb. grevleri de gündeme gelebilir. Sendikalar konfederasyonu TUC’nin “Yeter Artık” deyip “Daha iyisini talep ediyoruz” sloganıyla geçen hafta Londra’da düzenlediği yürüyüş ve mitinge ülkenin dört bir yanından on binlerce kişi katıldı. Counterfire’dan Lindsey German, bu gelişmelere ilişkin değerlendirmesinde, TUC eylemi ve grevlerin havayı değiştirdiğini belirterek işçilerdeki güven ve kararlılığa işaret ediyor.
Almanya ve AB, etki alanlarını genişletmek için sürekli vurguladıkları “Batılı insani ve ahlaki değerlerin” önemli olmadığını pratikte gösteriyorlar. İnsan hakları konusunda lafta eleştirilen Türkiye yönetimi ile Orta Asya’ya erişim koridoru konusunda yapılan iş birliği bunun sadece bir örneği.
Fransa’da yaklaşık 150 milletvekiline sahip olan solun toparlanmasıyla önemli yenilgi alan Macroncular, mecliste mutlak çoğunluğa sahip olamadılar ve gelecek süreçte yönetmek için müzakere etmek zorunda kalacaklar. Aşırı sağ ise derinleşen demokratik krizin bir işareti olarak korkutucu bir ilerleme kaydediyor.
Demir yolu işçilerinin grevi, hükümetin krizi ve sınıf politikası
Lindsey GERMAN
Counterfire
1. Şu ana kadar trenlerde çok az hareket olması, halkın güçlü desteği ve demir yolu işçileri sendikası RMT üyelerinin eylemlerinde kararlı olmasıyla gerçek bir başarı elde edildi. Başta Sendika Başkanı Mick Lynch olmak üzere sendika yönetimi, greve karşı hükümet/işveren/medya argümanlarını çürüterek gerçek bir güven ve kararlılık örneği sergiledi.
2. Grev, büyük grevlerde her zaman olduğu gibi sınıf sorunlarını ön plana çıkardı. ‘Hangi taraftasınız?’ sorusu günün sorusudur ve milyonlarca işçi demir yolu işçilerinin tarafındadır. Öte yandan, egemen sınıfın tamamı ve ona bağlı olanlar greve şiddetle karşı çıkmaktadır. BBC tam bir ‘ulusal kriz’ modunda, Muhafazakar Parti milletvekilleri sürekli 1970’lere atıfta bulunarak insanları korkutmaya çalışıyor, hiçbiri şirket kârlarından ya da hissedar paylarından bahsetmiyor; tümü ülkenin bunu karşılayamayacağından söz ediyor.
3. Muhafazakarlar burada iki büyük hata yapıyor: ‘Hayat pahalılığı krizi’ genel saldırısı, herkesin büyük bir ücret artışı istediği anlamına geliyor; tüm kamu çalışanlarını bundan mahrum bırakmak kesinlikle savunulamaz. Diğer hata ise işçi sınıfına mensup insanlara ‘sendika militanları’ tarafından yanlış yönlendirilen aptallar muamelesi yapmaktır.
4. Onlar gerçekten de ’70’li yıllara dönmenin felaket olacağına inanıyor ve kendi sınıfları için bu doğrudur. Ancak makul ücret ve çalışma koşulları, bedeli karşılanabilir konut, doktora gidebilme ya da hastalandıklarında ambulans çağırabilme imkanı isteyenler için ’70’ler belki de çok kötü değil.
5. Muhafazakar hükümet, Thatcher ve ekibine yöneltilen sınıf nefretini çekiyor ama başka pek çok şeyden yoksun. Zayıf, yozlaşmış ve beceriksiz olmanın yanı sıra, enflasyona bağlı bir ücret artışı için mücadele eden bir grup örgütlü işçi varken (ne kadar da devrimci!) ve hem enflasyon hem de sıkı iş gücü piyasası nedeniyle kartların tümü patronların elinde değilken, büyük bir endüstriyel anlaşmazlığı nasıl ele alacağı konusunda gerçekten hiçbir fikri yok.
6. Şımarık medya mensuplarının sızlanmaları da benzer bir olguyu yansıtıyor: İşçiler izole ve saygılı olmalıdır; öyle olmadıklarında yaşadıkları şok gerçektir ve on yıllardır egemen sınıfın kendi istediklerini fazlasıyla elde etmeye alışmalarını yansıtıyor.
7. Sendikalar konfederasyonun (TUC) gösterisi ve grevler solun havasını değiştirdi. Diğer işçi grupları arasında da daha fazla güven ve aynı şeyi yapma kararlılığı var.
8. Bu temel sınıf sorunları, özellikle hayat pahalılığı konusunda, ama aynı zamanda işin doğası ve daha yüksek ücretler, daha iyi koşullar ve daha kısa çalışma saatleri gerekliliğiyle ilgili olarak, bu ve daha geniş talepleri desteklemek için solda yüksek derecede bir birlik gerektiriyor. Grevlerle dayanışma, bu taleplerin birçoğu etrafında örgütlenmeye dönüşecektir.
9. Rosa Luxemburg’un işaret ettiği gibi, grevler toplumun sosyalist dönüşümü için çok daha büyük mücadelelerin tohumlarını barındırır. Grevler, işin ve genel olarak yaşamın farklı ve kolektif bir şekilde örgütlenmesine işaret etmekte ve işçi sınıfına kapitalist toplumda kendilerinden gizlenen kendi güçlerini göstermektedir.
10. Bu nedenle grevlerin zaferle sonuçlanması çok önemlidir ve hepimiz kazanmak için elimizden geleni yapmalıyız. ’70’li yıllardaki büyük grevlerden çok şey öğrenebiliriz, ancak Britanya’da işçi sınıfı bir kez daha kendi tarihini yazıyor.
Çeviren: Dış Haberler Servisi
Türk ipek yolu
German Foreign Policy
Berlin, Orta Asya’ya stratejik açıdan önemli bir ulaşım koridoru açmak için Türkiye ile iş birliğini düşünüyor. Odak noktası, Türkiye’nin Hazar Havzası üzerinden Çin’e uzanan bir “Orta Koridor”u genişletme planları; bu koridor yeni İpek Yolu’nun kuzey ve güney kolları arasında uzanacak ve böylece Rusya ve İran topraklarından uzak olacak. Mayıs ayında Konrad-Adenauer-Vakfının bir konferansında “Orta Koridor’u” ortak kullanma olanakları tartışıldı. Ankara, 1990’lardan bu yana yoğunlaştırdığı Orta Asya ülkeleriyle iş birliğini planlarıyla geliştiriyor. Bunu yaparken özellikle bölgedeki Türkçe konuşan ülkelerle yakın iş birliğine güveniyor. Oradaki etkisi artıyor; Orta Asya’da “Türkistan”ın daha geniş bir bölge olduğu konuşulurken, Pan-Türk milliyetçileri Ege’den batı Çin’e kadar bir “Büyük Türkistan”ı hedefliyorlar. Bölgede gelecekte Ankara ile iş birliği yapabilecek olan AB, Orta Asya’ya ulaşım koridorlarını genişletmeye yönelik kendi planlarında başarısız oldu.
Türkiye, Sovyetler Birliği’nin çöktüğü 1990’ların başında Orta Asya’da bir etki alanı sağlamak için ilk pratik çabalarını gösterdi. Arka plan, bölgedeki beş yeni ülkeden dördünde (Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan) resmi ulusal dil olarak bir Türk dilinin hakim olmasıydı. Bu, bir yandan Türkiye’deki Pan-Türk güçlerini harekete geçirmek için fırsatlar yarattı; öte yandan, kültürel etki biçimlerini de kolaylaştırdı. Örneğin, Orta Asya’da Türk televizyon istasyonları var, genç seçkinlerin giderek artan büyük bir bölümü okumak için Türkiye’ye taşınıyor ve genellikle Türk burslarından yararlanıyor. Türkiye, beş Orta Asya cumhuriyetini resmen tanıyan ilk devletti; 1993’e kadar Ankara, kendileriyle başta ekonomik, kültürel ve siyasi konularda olmak üzere 140’tan fazla anlaşma imzalamıştı. Türk hükümeti, yeni ortak olduğu ülkelerdeki destek tedbirlerini koordine etmek amacıyla 1992 yılında kalkınma ajansı TİKA’yı (Türk İşbirliği ve Koordinasyon İdaresi Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) kurdu ve bu kuruluş daha sonra faaliyet alanını genişletti. Bugün dünya çapında Türk kalkınma politikası adına çalışmakta.
Ankara, en başından beri, resmi olarak yalnızca Türkçe konuşan ülkeleri birbirine bağlayan Pan-Türk devlet birliklerine de güveniyordu, ancak Pan-Türk yönelimli milliyetçilerin bakış açısından, Kafkasya -her şeyden önce Azerbaycan- ve Orta Asya’nın Türkçe konuşan ülkelerinden batı Çin’e (Sincan) kadar Ege’den güneye uzanan bir “Büyük Türkistan” ortaya çıktı. 1992’de Türkiye, bir “Türk Halkları Topluluğu” oluşturma niyetini açıklayan ilk Türkçe konuşan ülkeler zirvesini gerçekleştirdi. Ekim 2009’da Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan, kasım 2021’de Türk Devletleri Örgütü olarak yeniden adlandırılan Türk Konseyini kurdu. Dört kurucu devlete ek olarak, Özbekistan da katıldı. Türkmenistan ve Macaristan da gözlemci olarak kayıtlı durumda. Kırım Tatarları da bir gözlemci statüsü için başvurdu. Türk Devletleri Teşkilatı ise kasım 2021’de ortak politikasını pratiğe geçirmeyi amaçladığı bir “Türk Dünyası 2040 Vizyonu” üzerinde anlaşmaya vardı.
Türkiye’nin Orta Asya’da nüfuz sahibi olma çabaları 1990’larda nispeten başarısız kalırken, 2000’li yıllarda Türkiye’nin ekonomik güçlenmesine paralel olarak ivme kazandı. Çin, Orta Asya’nın en büyük ticaret ortağı iken, Rusya’nın hâlâ bölgede en güçlü siyasi ve askeri etkiye sahip olduğu da doğru. Bununla birlikte, Türkiye’nin beş Orta Asya ülkesi ile ticaret hacmi son 15 yılda önemli ölçüde arttı ve korona krizine rağmen 2020’de 6.2 milyar ABD doları oldu; Kazakistan’dan yapılan petrol teslimatları dışında bu, Orta Asya ile Almanya arasındaki ticaret hacminden daha fazla. Kazakistan’da Türkiye şimdiden enerji sektörü dışında dördüncü en büyük yatırımcı konumuna yükseldi. Uzmanlar, “artık üstün bir ulus-üstü bilincin ortaya çıktığı” kanaatindeyken -bugün bölge giderek daha fazla “Türkistan” terimiyle anılıyor- oradaki ülkelerde de Türkiye’ye yönelik artan yakın silahlanma ve askeri iş birliği var. Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı savaşı kazanmasına yardımcı olan Türk insansız hava araçlarına özellikle yoğun talep var; müşterek manevraların ve askeri eğitim programlarının sayısı da artıyor.
Ankara, Orta Asya ile ilişkilerin güçlendirilmesini teşvik etmek için bir süredir bölgeye bir ulaşım koridoru inşa etmeye çalışıyor. Bu, İran ve Rusya arasında Hazar Denizi’ne erişecek, geçecek ve sonunda Çin’e ulaşacak. Prensip olarak proje, Çin Halk Cumhuriyeti’nden batıya uzanan ulaşım koridorlarını genişletmeyi amaçlayan Çin Yeni İpek Yolu’na bağlanıyor. Yeni İpek Yolu’nun önemli bir koridoru Rusya üzerinden kuzeye, bir diğeri İran üzerinden güneye uzandığından, Ankara’nın öngördüğü ara rotaya “Orta Koridor” deniyor. Azerbaycan’ın 2020 sonbaharında Ermenistan’a karşı kazandığı zaferden bu yana Türkiye “Orta Koridor”u gerçekleştirme şansına sahip oldu: Türkiye’den komşu Azerbaycan Nahçıvan dış bölgesi ve “Zangesur Koridoru” üzerinden Azerbaycan’ın kalbine gidecek, oradan Hazar Denizi’ni geçerek Kazakistan veya Türkmenistan’a kadar devam edecek. “Zangesur Koridoru”, Ermenistan’ın savaşta Azerbaycan’a yenilmesinden sonra transit trafiğe açmayı kabul etmek zorunda kaldığı, Ermeni topraklarında dar bir arazi şeridi. Ancak, koridor üzerindeki anlaşmazlık bugüne kadar devam ediyor.
Konrad-Adenauer-Vakfının (CDU) yakın zamanda düzenlediği bir konferansta, “Orta Koridor”un planlanan genişlemesinin Almanya ve AB’ye sunduğu fırsatlara dikkat çekildi. “Orta Asya, Türkiye ve Avrupa devletleri arasında üçlü bir iş birliğinin” avantajlara yol açtığı söylendi; Rusya’yı baypas etmeyi mümkün kılan Çin’e yeni bir ulaşım koridorunun geliştirilmesi merkezi öneme sahipti. Adenauer Vakfı, 13 Mayıs’taki konferansında, gelecekte “Orta Koridor’u” kullanmak için alternatif seçeneklere baktı. AB’nin Orta Asya’ya bir ulaşım koridoru genişletme planlarında başarısız olması nedeniyle, Türkiye’nin faaliyetlerine güvenme planı da avantajlı olarak görüldü.
Çeviren: Semra Çelik
Nupes, Macron’u müzakereye zorluyor, aşırı sağ zirvede
Florent Le Du
L’Humanité
Beşinci Cumhuriyet için yeni bir tokat: Emmanuel Macron, (az farkla) yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesinin üzerinden iki ay geçmeden, 577 sandalyenin 246’sını alarak Ulusal Mecliste sadece küçük bir nispi çoğunluk elde etti. Bu durum Cumhurbaşkanını bir türlü benimseyemediği bir tutuma, yani meclisle muhatap olmaya zorlayacak. Anayasa Uzmanı Dominique Rousseau, “Parlamentonun rolünün rehabilite edileceği beş yıllık bir döneme doğru ilerliyoruz” diyor. Ulusal Meclis artık sadece bir kayıt odası değil ve Fransız demokrasisindeki merkezi yerini yeniden kazanmalıdır. (…)
Elbette, Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Birliği (NUPES) Ulusal Mecliste çoğunluğu elde etme girişiminde başarılı olamadı, şüphesiz seçimlere katılım oranının çok düşük olması da buna yardımcı olmadı. Ancak 150 kadar milletvekili Emmanuel Macron’un antisosyal politikasına karşı çıkmada çok önemli olacak. “Biz, ilk muhalefet gücü olmamızı sağlayacak birleşik bir gücüz (...). Taviz vermeyeceğiz, taahhütlerimize bağlı kalacağız ve Emmanuel Macron’un projesine amansızca karşı duracağız,” diye söz verdi “Boyun Eğmeyen” Hareketi Yeni Milletvekili Aurélie Trouvé. Fransız Komünist Partisi (PCF) Sözcüsü Ian Brossat, “Cumhurbaşkanı reformlarının birçoğundan vazgeçmek zorunda kalacak” diyor. 2019’da Hotel Ibis Batignolles’deki grevcilerin sözcüsü olan Oda Hizmetçisi Rachel Kéké tarafından sembolize edilen nadir profillerle, bu “mücadeleci” milletvekilleri aynı zamanda beş yıl boyunca ilerici önerilerde bulunabilecek ve halkın ihtiyaç ve endişelerini aktarabilecekler.
Bu milletvekili seçimleri kampanyası sırasında NUPES adayları Macroncular tarafından “aşırı solculuk”, bazen de “anarşist” olarak nitelendirildi. NUPES’i cumhuriyetçi alanın dışına yerleştirmeye çalışan Macroncular, solu aşırı sağ ile aynı seviyeye getirdi. Öyle ki, aşırı sağın solla karşı karşıya kaldığı 62 seçim bölgesinin 55’inde RN’ye karşı (aşırı sağ “Rassemblement National”) baraj çağrısı yapılmadı. Bu utanç verici oyunun sonucu olarak Le Pen partisi yaklaşık 90 milletvekiliyle en yüksek noktasına ulaşmıştır. Bu kötü sicilin pek çok nedeni olmakla birlikte, Macroncuların sorumluluğu çok büyüktür.
Emmanuel Macron, RN’nin normalleşmesine büyük ölçüde katkıda bulunarak aşırı sağın kurumsal ve bölgesel olarak yerleşmesine izin verdi. Araştırmacı Ludivine Bantigny, “Bu grup RN’yi daha güçlü hale getirebilir, kendileri iktidarı almaya hazır olduğunu göstermeye çalışacaktır” diyor. Kendisini Emmanuel Macron’un ana rakibi olarak sunmaya çalışacak olan Marine Le Pen, Ulusal Meclis tartışmalarına “göç, güvensizlik ve İslamcılıkla mücadele” konularını dayatmayı vadediyor. Dolayısıyla 150’den fazla sol milletvekili, Emmanuel Macron’un politikalarına karşı mücadele etmenin yanı sıra aşırı sağ RN’e karşı bir siper oluşturma gibi ağır bir görev de üstlenecek. (…)
Üstelik Macroncular aşırı sağla çalışmaya hazır görünüyor: Adalet Bakanı Éric Dupond-Moretti, özellikle adalet ve güvenlikle ilgili metinlerde “birlikte ilerlemenin” mümkün olacağını söyledi... Zira yürütmenin sırtı duvara dönük ve şu an mutlak çoğunluğa sahip olmasını sağlayacak bir koalisyon mümkün değil. (…)
Bu nedenle Emmanuel Macron için, değişiklikleri, ulusun temsilcilerinin rolünü dikkate alarak, muhtemelen metin müzakere etmek, bunları tartışarak gerekli olacaktır. Hatta yeni hükümet kurulur kurulmaz, tüm muhalif güçlerin yürütmeye güvensizlik önergesi vererek onu istifaya zorlaması riskini de göze alarak müzakereler başlayabilir. (...)
Macroncular, kibirlerine sadık kalarak, ikinci turdan beş gün önce Devlet Başkanının sözleriyle “ulusun üstün çıkarına” başvuruyorlar. Herhangi bir ders almayarak, metinlerini vazgeçilmez, tartışılmaz olarak sunmaktan oluşan söylemlerini sürdürüyorlar. (...) Sorumluluğu muhalefetin omuzlarına yüklemeyi amaçlayan bu tutum, bir çıkmaz durumuna yol açabilir. Bu durum Ulusal Meclisin feshine yol açabilir mi? Anayasacılar, Emmanuel Macron’un bir yıldan önce feshedilip edilemeyeceğini tartışırken, milletvekillerinin üçte ikisi de bunu yapabilir. Artık apaçık ortada olan siyasi kriz, insanlardan fikirlerini değiştirmelerini isteyerek çözülemeyecektir, çünkü istedikleri şey kuralların değiştirilmesidir. (...)
Çeviren: Diyar Çomak
Evrensel / 26.06.22