Haklarının gasbına karşı işçiler alanlarda yanıt verecek

İngiltere’de hükümet, işçilerin grev hakkına karşı yeni yasa tasarısını parlamentoya sunarken, Fransa emeklilik reformuna karşı eylemlere hazırlanıyor. Almanya'da ise başbakanlık zirvesi konuşuluyor.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 15 Ocak 2023
  • 13:10

İngiltere’de hükümet işçilerin grev hakkına büyük bir saldırı olarak görülen yeni bir yasa tasarısını parlamentoya sundu. Buna göre, ulaşım, sağlık, eğitim gibi kilit sektörler için asgari hizmet garantisi getirilmesi ve grev zamanlarında belli sayıda işçinin çalışmaya zorlanması planlanıyor. Tasarı sendikalar tarafından tepkiyle karşılandı.

Her ne kadar daha boyutlarını tamamen tahmin etmek zor olsa da, Fransa’da 19 Ocak’taki emeklilik reformuna karşı ilk eylem gününün güçlü geçeceği öngörülüyor. Yasa tasarısına karşı 2010 yılından bu yana ilk kez ulusal düzeyde sekiz sendika örgütü birleşip beraber 19 Ocak’tan itibaren grev çağrısında bulundu.

Almanya’da geçen hafta sözde halkın ucuz ücretle ve çevreyi kirletmeden dolaşımı için bir başbakanlık zirvesi yapıldı. Zirveye ağırlıklı olarak otomobil tekellerinin temsilcileri katıldı, diğerleri sadece aksesuardı. Kapitalizmde yaşıyoruz, söz konusu halkın çıkarları değil tekellerin azami kârı tabii ki...

Sektör sektör emeklilik reformuna karşı grev çağrıları hız kazanıyor

Damien DOLE / Libération

Emeklilikte reformuna karşı mücadele 2019’dakinden daha da güçlü olacak mı? Salı günü Başbakan Elisabeth Borne tarafından yapılan proje sunumunun sonunda sendikalar arası konfederasyonlar tonu belirledi: 2010 yılından bu yana ilk kez ulusal düzeyde sekiz sendika örgütü 19 Ocak’tan itibaren grev çağrısında bulundu. Mantıken bu sosyal ittifak federasyonlara ve şirketlere kadar iniyor. Sektörler teker teker harekete katılacaklarını açıklıyor ve çoğu “emeklilik karşı reformunun” geri çekilmesi çağrısına ücret ve sektörel talepler ekliyor. Fransız halkının çok büyük bir çoğunluğunun emeklilik yaşının 64’e yükseltilmesine karşı olduğunu söylediği bir ortamda.

CGT Petrol İşçileri Sendikası (CGT) vanaları tekrar kapatma sözü verdi. 19 ve 26 Ocak’ta ulusal gösteriler için iki günlük grev eylemi, ardından CGT’nin basın açıklamasına göre 6 Şubat’tan itibaren “Gerekirse rafineri tesislerinin kapatılmasıyla birlikte yenilenebilir bir grev” çağrısında bulundu.

Sinyalci ve kontrolörlerin Noel’de gerçekleştirdikleri yankı uyandıran grevin ardından, mücadeleye geri dönme sırası demir yolu çalışanlarına geldi. Bu kez sendikalar arası bir birlik 19 Ocak’ta, özellikle de “İşlerin zorluğu ve kariyerlerin sona ermesinin dikkate alınması” konusunda müzakereler yapılması için iş bırakma çağrısında bulundu. Bu reform tüm demir yolu çalışanlarına ağır bir darbe vuracaktır” dedi. Erken çalışmaya başlayanlar, ağır işlerde çalışanlar, kariyerlerinin uzamasının iş göremezlik riskini daha da artırdığı ve beklenen yaşam süresinin nüfusun geri kalanından daha düşük olanlar özellikle etkilenecektir. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini de arttıracaktır. Demir yolu işçileri 19 Ocak’ın mücadelenin sadece ilk günü olacağını vurguluyor.

Enerji işçileri, zaferle çıktıkları sosyal sonbaharın verdiği güçle, emeklilik reformuna karşı yeniden mücadeleye atılıyor. Onlar da özellikle endişeli: elektrik ve gaz endüstrilerinin özel emeklilik rejimleri hükümetin hedefinde. Halihazırda 19 Ocak’ta bir araya gelmeyi planlıyorlar ancak FNME-CGT hükümet üyelerine ve seçilmiş temsilcilere karşı “hedefli eylemler” sözü verdi.

Çarşamba günü, kamu sektörünün tüm temsilci sendikalarını bir araya getiren bir sendikalar arası birlik 19 Ocak’ta grev çağrısında bulundu. Bu; “Adaletsiz ve yararsız” bir reform olarak nitelendiriyor. (...)

Sendikalar arası bir bildiri yayımlanmamış olsa bile, milli eğitim 19 Ocak’ta harekete geçecek. Sektörde toplumsal öfke zaten oldukça hassas. Borne reformu da mağduriyetlere yenilerini eklendi. Sektörün önde gelen sendikası olan ve 17 Ocak’ta da bir eylem düzenleyen Snes-FSU, “acımasız ve haksız tedbirleri” eleştiriyor. (...) Diğer tüm temsilci sendikalar da (Unsa, Fnec FP-FO, Sgen - CFDT, CGT Educ’action ve Snalc) 19 Ocak’ta yürüyüş çağrısında bulunuyor.

Akademik dünyada da sendikalar arası hareket oldukça geniş. Unef’ten (Öğrenci Sendikası) Unsa ve Fage’ye kadar en az 23 sendika 19 Ocak’ta grev çağrısında bulundu. Burada da genel ve sektörel eleştiriler iç içe geçmiştir: “Bu reform tüm yükseköğretim ve araştırma personelini, özellikle de zaten büyük zorluklar içinde olan en güvencesiz olanları çok kötü etkileyecektir” dedi.

Çeviren: Diyar Çomak

Emeğini kullanmayı reddetme hakkının olmadığı sistem köleciliktir

Lindsey GERMAN / Counterfire

İngiltere Avrupa’daki en kısıtlayıcı sendika yasalarına sahipken, Muhafazakar Parti hükümetinin yasa tasarısı geçerse çok daha kötü bir hal alacak ve pek çok kişi için grev hakkını yasaklayacak. Sendikaların elini kolunu bağlayan yeni yasa tasarısı, demir yolu başta olmak üzere eğitim ve sağlık gibi çeşitli sektörlerde asgari hizmet garantilerini içerecek. Bu durumda (grev sırasında) çalışmayı reddedenler işten çıkarılabilecek, sendikalar da dava edilebilecek.

Emeğini geri çekme hakkı temel bir haktır ve işvereni kâr etmesini sağlayan metadan yoksun bırakır. Grev hakkını yasaklamak, işçilerin hiçbir özgürlüğe sahip olmaması demektir ve feodalizme hatta köleliğe benzer. Daha da kötüsü, Observer gazetesine sızan bir belgeye göre, bu öneri Rishi Sunak Hükümetinin planları arasında en az acımasız olanı ve bazı işçi gruplarının sendikalara üye olmasını tamamen yasaklama düşüncesi de var.

Bu, tümüyle karşı çıkılması gereken çok ciddi bir saldırı. Aynı zamanda Muhafazakar Partinin zayıflığının ve mevcut grev dalgasının ardındaki öfke ve kararlılığın boyutlarını kavrayamadığının da bir göstergesi. Her hafta yeni grev oylamaları ve yeni grev haberleri alıyoruz. Hemşireler, ambulans şoförleri ve sağlık görevlileri, demir yolu işçileri, üniversite öğretim görevlileri ve memurların grevlerine şimdi öğretmenler ve pratisyen doktorlar da katılacak gibi görünüyor. Şubat ayında sendikalar arasında koordineli büyük bir grevden söz ediliyor.

Oysa Muhafazakarların efsanesine göre Margaret Thatcher 1980’lerde sendika ejderhasını öldürmüştü. O zamandan bu yana sendikalar üye sayısı ve greve gidilen gün sayısı açısından çok zayıfladı; ama yaygın enflasyon, reel ücretlerdeki kesintiler, kovid kısıtlamaları sırasında kilit işçilerin rolünün artması ve genel olarak iş koşullarının kötüleşmesi, hem doğrudan ilgili olanlar hem de daha genel olarak halk tarafından grevlere yaygın destek verilmesine yol açtı. Grevcilerin çoğu temel sorun olarak ücretleri gösterirken, birçoğu da kötüleşen koşullar ve ağırlaşan iş yükünün hem işi yapanlar hem de bu hizmetlerden yararlananlar üzerinde dayanılmaz bir baskı yarattığından bahsediyor. Dolayısıyla milyonlarca emekçi grevlerin nedenini anlıyor.

Sendikalar yeniden güç buluyor ve Muhafazakarlar bu konuda ne yapacaklarını bilmiyor. Şimdiye kadar ciddi bir şekilde müzakere etmeyi reddettiler ve kamu sektörü maaşları için ekstra kaynak sağlanmamasında ısrar ettiler. İngiltere’de günlük yaşamın bir parçası olan işlevsizlik ve kaosun suçunu grevdeki demir yolu işçilerine ya da hemşirelere yüklemeye çalışıyorlar ama bunun etkisi çok sınırlı. Yeni yasal kısıtlamalar, daha fazla baskı anlamına gelen tepkilerinin bir ayağını oluşturuyor. Diğeri ise bu hafta sendikalarla yapılması planlanan ve mevcut anlaşmazlıklarla uğraşmak yerine yaklaşmakta olan 2023-24 ücret turunu zorlamaya çalıştıkları toplantılar. Ancak burada bile Sunak, bu yılki hemşirelerin ücret anlaşması konusunda taviz vermek zorunda kaldı.

Şimdi avantajımızı ortaya koyma zamanı. Farklı sendikalar arasında koordinasyon sağlayarak grevleri genişletmeli ve bir ve iki günlük grev modellerinin ötesine geçilmeli… Genel greve karşı argümanlar genellikle para üzerine yoğunlaşıyor. Ama her sendikanın para kaybına uğrayan üyelerine ödeme yapmak için bir grev fonu olmalı. Ayrıca bu tür grevler (84-85’te madencilerin yaptığı gibi) her şehirde para ve yiyecek yardımı toplayan destek grupları doğuracaktır.

Britanya’daki sendikal hareketin tarihine baktığımızda, büyük yükselişlerin ardından kısıtlama ve baskı dönemlerinin geldiğini görürüz. Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki grev dalgasının ikisi polislere aitti ve bu grevden sonra polisin sendikalara katılması ve grev yapması yasaklanmıştı. 1960’ların sonu ve ’70’lerin başındaki yasa dışı grevler, İşçi Partisi ve Muhafazakar Partinin bunları yasal olarak düzenleme girişimlerinin başarısızlığıyla karşılaştı ve bunu ’70’ler boyunca büyük endüstriyel çatışmalar izledi. Thatcher bir dizi sendika karşıtı yasalar, polis ve diğer devlet güçlerini kullanarak onları art arda yenilgiye uğrattı. Ama bunun üzerinden 40 yıla yakın bir süre geçti ve yeni nesiller mücadeleye atılıyor.

Ancak bu yenilgilerin mirası, özellikle de grev eyleminin niteliği ve daha güçlü bir taban oluşturabilecek bağımsız bir şekilde örgütlenmiş bir sendika tabanının eksikliği hâlâ var. Mevcut grevler yaygınlaşarak devam ederse bu durum değişebilir. Yaygın bir toplumsal hoşnutsuzluk, ana akım politikacılara karşı bir öfke, eşitsizliğin boyutuna tepki ve kamu hizmetlerinin durumuna ilişkin büyük kaygılar var.

Muhafazakar Parti de derin bir kriz içinde. Sunak zayıf bir başbakan ve milletvekilleri önümüzdeki seçimlerde (Brexit kampanyasına öncülük eden) Nigel Farage’ın Reform Partisini tehdit olarak görüyor. Sunak’ın ekonomik büyüme, enflasyonu yarıya indirme ve mültecileri taşıyan küçük tekneler üzerinden ırkçılığa selam gönderme gibi muğlak söylemler içeren beş vaadi bunu ortaya koydu. Starmer’ın aynı derecede boş konuşması, İşçi Partisinin Jeremy Corbyn’in liderlik döneminden uzaklaşmaya ne kadar kararlı olduğunu ve bu nedenle krize yönelik herhangi bir radikal çözüm ortaya koymaktan korktuğunu gösterdi.

Önümüzdeki aylardaki başarı için sendikalarla dayanışmak, yeni yasalara karşı çıkmak, militanlık düzeyini arttırmak çok önemli olacak.

(Çeviri: Dış Haberler Servisi)

Araba lobisinin çıkarları için

Wolfgang POMREHN / Neues Deutschland

Başbakanlıktaki mobilite zirvesinin aslında otomobil zirvesi olarak adlandırılması gerekiyor. Almanya’da iklim koruması hiç de iyi gitmiyor. Sadece Yeşil Ekonomi Bakanı Robert Habeck’in ABD’den fracking gazı ithal ettiği ve Rheinland eyaletindeki Lützerath’ı büyük bir polis gücüyle linyit grubu RWE için temizlenmesine izin verdiği için değil. Liberal Demokrat Partiden Volker Wissing ile Ulaştırma Bakanlığında ortak çalışma konusunda sorunlar olması sadece iklim korunmasında yapılmayanları gizliyor.

Yasal durum aslında çok açık. 2020-2030 dönemi için İklim Koruma Yasası, ilgili emisyonların azaltılması gereken trafik, sanayi veya tarım gibi bireysel sektörler için açık yıllık gereksinimler sunmakta. Ancak trafik sektörü her yıl artı çubuğunu yırtıyor. 2022 için de, bu alandan kaynaklanan sera gazı emisyonlarının kara yolu trafiğinde en iyimser şekilde durgun, muhtemelen arttığı varsayılabilir. Enerji Sessizleri Derneğinin son rakamlarına göre, mineral petrol tüketimi yüzde üç arttı.

Aslında, Wissing’in görevi -İklim Koruma Yasası’ndan- kaçırılanları ve ulaşım sektörünün sera gazı emisyonlarının nasıl azaltılabileceğini sunmak için bir plan sağlamak. Ancak Bakan, İklim Koruma Yasası’nda trafik konusunda belirli bir kapsamın olduğunu reddediyor. İlgili herkes için bunun sadece yasal atmosfer olduğu açık olmalı. Son olarak, bu konuda da Başbakan Olaf Scholz direktif vererek müdahale edebilir. Tıpkı son üç nükleer enerji santralinin çalışmaya devam etmesi konusunda yaptığı gibi.

Ancak Scholz, Ulaştırma Bakanı Wissing’e onay verdi ve başbakanlıkta hareketlilik zirvesine davet etti. Otomobil zirvesi unvanını kazanacak bir toplantı, çünkü salı günü esas olarak otomobil lobisinin temsilcileri vardı. Diğerleri sadece dekoratif aksesuarlar olarak mevcuttu. Araba süremeyen veya istemeyen herkese, tüm çocuklara, ergenlere ve zayıf, kör ve düşük gelirli birçok insana açık mesaj: “Hareketliliğiniz bizi hiç ama hiç ilgilendirmiyor. Bizim için sadece motorlu özel ulaşım, tren ve toplu taşıma tolere edilir, en iyi hareket edebileceğiniz ve bizden destek alabileceğiniz aletler bisikletlerdir” şeklindeydi.

Zirve sonrası sunulan daha az şaşırtıcı sahte çözüme göre: Herkes “Trafikte iklim hedeflerine ulaşmak için hızlı bir e-mobilite çabası gerekli olduğunu” kabul etti. 2030 yılına kadar sokağa 15 milyon elektrikli otomobil çıkmak zorundaydı. Ancak şehirlerimiz uzun süredir araba trafiğinde boğuluyor ve yılda 2 bin 500’den fazla ölüm ve yaklaşık 260 bin ciddi yaralanma ile durum çok vahim.

Elektrikli otomobil bu durumu değiştirmez. Dar gelirli olan insanlar otomobili zaten karşılayamaz. Aylık geliri 1500 avrodan az olan hane halklarının yüzde 75’inin zaten otomobili yok, özellikle, bu grup geçen yıl 9 avroluk biletle biraz rahatlatıldı. Üç ay boyunca, fakir insanlar sadece rahatlamakla kalmadı, aynı zamanda hiçbir zaman yapamadığı, yakın şehirleri ziyaret etme olanağına da kavuştu.

Ancak böyle bir özgürlük, burjuva partilerin işine yaramaz. Kapitalizmde yaşıyoruz. İhtiyaç değil, satın alma gücü belirleyici. Bu nedenle zirveler halkın çıkarları için değil otomobil tekellerinin çıkarları için yapılır.

(Çeviren: Semra Çelik)

Evrensel / 15.01.23