İnsanlık ateşin bulunması ile başlayan ve yüzyıllar sonra buharlı makinaların icadı ile devam eden serüveninde, emek mücadelesi üzerinden kapitalist sömürü düzenine artık dur diyecekti. Emekçiler artık 16 saat çalışmak istemiyorlardı. Bu amaçla ilk defa 1856 yılında, taş duvar işçilerinin Avustralya’nın Melbourne kentinde başlattıkları işçi hareketi artık önlemez olmuştu.
1 Mayıs 1886’da Amerika’nın Chicago kentinde binlerce işçi greve çıktı. Patronlar mafya ve çetelerle anlaşarak, grevdeki işçilere saldırı düzenlediler. Çok sayıda işçi öldürüldü. 1.700 işçi işten atıldı, 4 işçi lideri idam edildi.
1890’da 2. Enternasyonal Paris Kongresi’nde alınan karar ile 1 Mayıs uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olarak kabul edildi ve kutlanmaya başlandı.
Peki, günümüzde değişen bir durum var mı? Ülkemizde patron ve hükümetin işçiye olan tutumu nasıl? Açlık sınırı altına mahkum edilen emekçiler, tıpkı 1850’li yıllardaki şartlarda çalışmaya itiliyor, 12, hatta 16 saat çalışmaya zorlanıyorlar.
İtiraz edenler derhal kapı dışarı ediliyor ve bunlara da maalesef tüm sendikalar çanak tutuyor. Maalesef ülkemizde mücadeleci sendikalar tamamen tasfiye edilmiş ve mevcut sendikalar da tamamen sarı sendikacılık anlayışı ile sadece aidat sendikacılığı yapıyorlar.
Peki, işçi sınıfı buna dur diyor mu? Hayır! İnsanlar geçim derdinden ne patrona ne de bürokratik sendikacılara bir şey diyebiliyor. Tek derdi akşam evinde kaynayacak tenceresinin olması… İşçiler ekmek derdindeler.
Böylesi bir sömürü düzeninde, bir de Covid-19 tehdidi altında servislerde, tezgâh başında ölümle burun buruna bırakılan işçiler, yaklaşan 1 Mayıs’ı bile kutlayamaz oldular.
Buradan tüm işçi ve emekçi kardeşlerime sesleniyorum: Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.
Yaşasın 1 Mayıs!
Trakya’dan Öz İplik-İş üyesi bir işçi