Adko Türk direnişçisi:

Kazanmak için önce sınıf bilinci ve taban örgütlenmesi!

Yaşadığım bu direniş ve örgütlenme süreci bana şunu öğretti. Sendika bürokratları işçiyi sadece para olarak görüyorlar. Bana aidat versin de gerisi mühim değil diyorlar.

  • Mücadele postası
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 02 Ocak 2022
  • 14:20
ikon

Çalıştığımız Adko Türk fabrikasında çalışma koşullarımız çok ağırdı. Yaptığımız işin dışında haftada bir temizlik yapıyorduk. Kışın ortasında elimizde yangın hortumu ile kötü koşullarda, çizme bile verilmeden temizlik yaptırılıyordu. Pres makinesini temizliyorsun, her tarafın kir pas, yağ içinde kalıyordu. Ben paketlemede çalışıyordum ama bizim sorumluluğumuz olmayan temizlik işi de bize yaptırılıyor, iş yükümüz arttırılıyordu. Fabrika yönetimi tarafından işçiler arasında sürekli ayrımlar yapılıyordu. Yönetime yakın işçiler hiç çalışmadan performans ücreti alıyordu. Bu ayrımcılığı da açıktan, gözümüzün önünde yapıyorlardı. Ücret politikası adaletsiz işliyor, eşit iş yapmamıza rağmen aynı ücretleri alamıyorduk. Ayrıca fabrikada üretim baskısı çok yoğundu. Sürekli denetleme yapılıyor, her şeyimiz dakika ile ölçülüyordu.

Yaşadığımız bu sorunlar nedeniyle Tekgıda-İş Sendikası’nda örgütlendik. Fabrikada geçmişte, 2017 yılında sendikalaşma süreci başlamış. O yıllarda sendikalaşan işçiler işten atılmış. Geçtiğimiz yıl mahkeme sonuçlanınca ve sendika fabrikada yetkiyi alınca örgütlenme çalışması yeniden başladı. Ben de sendikalaşmayı duyunca Tekgıda-İş Sendikası’nı internette araştırdım. Trakya bölgesinde de örgütlendiği fabrikaları görünce ikna oldum ve sendikaya üye olmaya karar verdim. Fabrika yönetimi bizim sendikalı olduğumuzu duyunca baskıyı ve mobbingi arttırdı. Bizi farklı vardiyalara dağıttı. Sendikalaştıktan sonra tutanak tutmalar çoğaldı. Molalarda, üretimde, her yerde bizi tutanaklarla tehdit ediyorlardı. Ayrıca primleri azaltmaya başladılar. Tutanakları imzalamayı kabul etmeyince Kod-29’dan işten atılanlardan biri de ben oldum. Sonrasında kapıda direniş çadırımızı kurduk ve direnişe başladık.

Açıkçası sürecin başında sendikaya güven duymuştum, fakat 23 Ağustos grevini görünce güvenim sarsıldı. “Ben size mecbur değilim, çadıra isteyen gelir isteyen gelmez” anlayışı sendikaya hakimdi. Biz işçi arkadaşlarla birbirimizi görmeden yola çıktık. İşçi arkadaşların çoğu bu süreçte sendikanın ne olduğunu yeni öğrendi. Hiçbirimizin sendikal bilinci yoktu. Sadece kendi yakın arkadaşlarımızı “üye ol” diyerek sendikaya kattık.

Direnişe başladığımız ilk günlerde sendika tarafından yalnız bırakıldık. O zamanlar içerde çalışan sendika üyesi arkadaşlar “Sendikadan niye bir yetkili yok?” diyorlardı. Sendikanın yetkilileri görevlendirdikleri birkaç arkadaşı başımıza koyarak, “Bunların sözünden çıkmayın” diyorlardı. Bize hiçbir şey bilmeyen kişiler olarak bakılıyor, resmen çocuk muamelesi yapılıyor ve biat etmemiz bekleniyordu.

Sendika bize eğitim adına da bir şey vermedi. Maalesef sendikalarımıza hakim olan bürokratlar için bilinçli işçi bir yük. Hem de çok ağır bir yük. Maazallah bir bilinçlenirse sorgulamaya filan başlar ve sendika yetkililerini çakılıp kaldıkları koltuklarından söküp atabilirler.

23 Ağustos günü greve çıkılacak denildi, fakat o güne dair hiçbir hazırlık yapılmadı. Her şey oluruna bırakıldı. Halbuki işçi arkadaşların evleri sürekli arşınlanabilir, o güne kadar içerdekileri ikna etmeye çalışabilirdik. Yaptığımız tek şey işe giriş çıkış saatlerinde servisle geçen işçilere megafonla çağrılar yapmaktı. Bir de tanıdığımız işçi arkadaşlarımıza telefonlar ediyorduk. Onlar da bize geri dönmeyince kızıyorduk ve onlara küsüyorduk.

Bugün düşündüğümde, sendika yetkilileri bize öncülük edebilirdi. Örneklersem, dışarda üye toplantıları yapmaya çalışılabilirdi. Görünen köy kılavuz istemez misali, sendika yönetimi bunların hiçbirini yapmadı. İşçiye sendikal faaliyetin ne olduğunu göstermezsen, sendikanın işçiler için ne anlama geldiği öğretmezsen, sınıf dayanışmasını, sınıf bilincini vermezsen boşa kürek çekmiş olursun.

Yaşadığım bu direniş ve örgütlenme süreci bana şunu öğretti. Sendika bürokratları işçiyi sadece para olarak görüyorlar. Bana aidat versin de gerisi mühim değil diyorlar. Tek dertleri var, işçiler onlara karşı başkaldırmasın, patronlara da kendi sınırlarında, kendi denetimlerinde “başkaldırsınlar”, ileri gitmesinler istiyorlar.

İşçi sınıfı ancak bilinçlendiği ve tabandan örgütlendiği sürece verdiğimiz mücadele kazanım elde edebilir. Sen bir şeyin temelini sağlam atmazsan yıkılmaya da mahkumsun. Temeli olmadan kaç kat çıkarsan çık, o bina çöker, sen de onun altında kalırsın. İşçi arkadaşlara fabrikada yaşadıkları haksızlıklara karşı sendikalaşmalarını öneriyorum ama ilk önce kendilerinin bilinçli olmaları kaydıyla. Örgütlenmek için adım attıklarında ve herhangi bir sendikayla görüşmeye gittiklerinde sınıf bilincine sahip olmak için ilk önce eğitimi sorsunlar. Ne kadar ücret ve kaç ikramiye alacaklarını sonraya bıraksınlar. Sağlam bir örgütlülüğe sahip olduklarında haklar da çorap söküğü gibi peşi sıra gelecektir.

Çerkezköy’den direnişçi Adko Türk işçisi