Salgın günlerinde 1 Mayıs’ı geçirdik. Aylardır evlere hapsedilen gençler, çocuklar, ev ile iş arasında sıkışmış hayatlarına devam eden işçiler... Her yerde her evde 1 Mayıs’ı kutlamaya çalıştılar. Ne binlerin, on binlerin, yüzbinlerin katıldığı eylemler oldu bu yıl ne de alanları, sokakları, okulları, fabrikaları şenlendiren etkinlikler.
Kapılarına gidip elden bildirimizi uzatamadık emekçilere. Fiziksel mesafe nedeniyle birbirimize sarılamadık. Isınan havayla kavrulan derilerimiz, afiş asmaktan kirlenen elbiselerimiz, bu sefer de ceketi kaptırmadık esprilerimiz olmadı.
1 Mayıs marşını bilmiyorum diye ağlayan çocukların gözyaşlarını, balkondan balkona seslenerek sildik. Çatılara çıkmayı bekleyen gençlerin gözlerindeki ışıltıyı parmaklıklı camlardan gözledik. Ziyaretlerimizde çantamıza ekmek koymaya çalışan annelerimizin ellerini öpemedik. Miting de yapamayacağız deyip kurumlarımıza gelen şaşkın işçi arkadaşlarımızı, ne yapacağız ya diyen emekçileri, artık evde kalmak istemiyorum diyen kadınları, 1 Mayıs’ta da çalışıyorum diyen dostlarımızı bulundukları her alanı, her evi 1 Mayıs alanına çevirmeye davet ettik.
Evet pek çok şey değişti. Değişmeyen bir şey var ki sendikaların, kendisine ilerici-devrimci deyip düzenin icazet sınırlarını aşamayan, aşmak gibi derdi olmayanların kaçkın tutumları. 1 Mayıs, sınıfsal özüne uygun bir şekilde, haftalar öncesinden hazırlıklarının yapılması gereken bir günken; son günlere sıkıştırılan çağrılara konu oldu. Sendikacıların sermayedarlara karşı işyerlerinde, fabrikalarında yapamadıkları “fiziki mesafeyi koruyalım” çağrıları tüm 1 Mayıs eylemlerinde en çok kurulan cümle oluverdi. İşçilerin, emekçilerin salgın koşullarında ücretli izne çıkarılma, sağlıklı çalışma ve yaşama koşullarının sağlanması talebi için sarf edilmeyen cümleler, açıklama alanlarında mücadeleden kaçış cümlelerine dönüştü. Taksim’de anıta çelenk bırakma şovlarıyla da tutumlarını bir kez daha gösterdiler. Sadece 1 Mayıs eylemlerinde de değil. Kölece çalışma koşullarına mahkûm edilen, sefalet ücreti dayatılan milyonlarca işçi ve emekçinin açlıkla, ölümle yüz yüze gelmesine sessiz kaldıkları gibi yasaklamalara da sessiz kaldılar.
Sendikal bürokrasinin ve mücadele kaçkınlarının bu tutumları dışında elbette değişmeyen bir şey daha vardı. Bu da 1 Mayıs’ı özüne uygun kutlamalara, eylemlere, mücadele alanlarına dönüştürmeye çalışan sınıf devrimcileri ve biricik örgütü.
Her şeyin sınırlandığı bu salgın koşulları 1 Mayıs ruhumuzu ve heyecanımızı sınırlandıramadı. Konfetilerle, pankartlarla, marşlarla hazırlandık 1 Mayıs’a. Bu öyle bir heyecan ve ruh ki arkandaki büyük güç ve bilinçle, meşruluğuna olan inançla bulunduğu her evi, her fabrikayı, her işliği etkinlik alanına çevirdi. Sermaye iktidarının fırsata çevirmeye çalıştığı salgın koşullarına ve sendikal bürokrasiye karşı; özgürlüğe ve gelecek güzel günlere inanan işçilerden, emekçilerden, kadınlardan, gençlerden iyi bir cevap oldu 1 Mayıs.
Ümraniye’den bir Kızıl Bayrak okuru